Aşk ve Sonsuzluğun Öyküsü: Morel’in Buluşu

Ölümsüzlüğün bedelinin ölümle ödendiği, kendini tekrarlayan görüntülerin üst üste geçtiği, sonsuzluk kavramının yenilendiği çok farklı bir roman Morel’in Buluşu.

Ölüm cezasına çarptırılmış kaçak bir mahkûm, ıssız bir ada, gizemli yazlıkçılar, güzel bir kadın, aşk, labirentler, aynalar, sonsuzluk ve ölüm. Adolfo Bioy Casares’in 1940 yılında yazmış yazdığı Morel’in Buluşu işte tüm bunların muhteşem bir karışımı. Borges’in “kusursuz” olarak tanımladığı novella, bir yandan bilimkurgu’nun sınırlarında gezerken diğer yandan imkânsız bir aşkı anlatıyor. Güvenilmez anlatıcı – yayıncı notları ile Borges’in sıkça okurlarına kurduğu tuzakları da ihmal etmiyor.

morelinbulusu_kapak

Casares, Arjantin doğumlu, İspanyol edebiyatının en prestijli ödülü Cervantes’e layık görülmüş ama Türkçeye de pek fazla eseri çevrilmemiş bir yazar. Borges ile çok iyi dost olmalarına ve birlikte, Bustos Domecq takma adıyla eserler yazmalarına rağmen nedense ülkemizde Borges kadar tanınmamıştır. Morel’in Buluşu (1990, Gece Yayınları) da, baskısı tükendiği için bulunamayan, ama aranan ve neredeyse efsaneleşmiş bir kitaptı. Neyse ki, Helikopter tarafından 2008 yılında yeni baskısı yapıldı da Arjantin ve dünya edebiyatının en iyi kitaplarından birini daha okuma fırsatı yakalayabildik.

Kitabın önsözünü yazan Jorge Luis Borges “Entrikanın ayrıntılarını yazarıyla tartıştım, onu yeniden okudum; onu kusursuz olarak nitelemenin bir yanlışlık ya da abartma olacağını sanmıyorum” diyerek kurgunun sağlamlığını, anlatımın pürüzsüzlüğünü vurgulamış. Kitabın özellikle “Morel’in Buluşu (ki bu başlık, başka bir adalı bulucu olan Moreau’yu

anıştırmaktadır) topraklarımız üzerinde ve dilimizde yeni bir türü yerleştirmektedir” görüşüyle de Casares’in tarzını desteklemiş. Kitap, ıssız ada, aşk ve sonsuzluk üçgeninde yaratılmış mükemmel kurgusuyla Borges’den tam notu almış.

Kitap, ıssız bir adaya gelen bir mahkûmun tanık olduğu gizemli ziyaretçileri izlemesiyle başlar. Onlara görünmeden takip eder, dinler, izler. Ziyaretçiler belli sürelerde adada var olurlar, nasıl ve nereye gittikleri belli değildir, tıpkı nasıl ve nereden geldiklerinin belli olmadığı gibi. Onların yokluğunda, anlatıcı olan mahkûmumuz terk edilmiş olduğu belli müze, kilise ve havuzu inceler. Müzenin içi eski, pis ama görkemlidir. Zemini oluşturan camın altındaki akvaryumda balıklar ölü, bitkiler çürümüştür. Binanın bodrumu labirentvari koridorlarla doludur ve gizli bir odaya sahiptir. Anlatıcı odaya girer, bir takım motorlar bulur. Bunların, binalara elektrik sağlayan jeneratörler olduğunu düşünür ve güçlerini gel-gitlerden aldığını anlar. Çünkü ada düzenli med ve cezirler yaşamaktadır. Ziyaretçilerin göründüğü anlarda ada daha sıcaktır, iki ay-iki güneş vardır gökyüzünde ve yapılar gayet bakımlıdır. Bakımsızlıktan bataklığa ve kurbağa yuvasına dönmüş olan havuz bile, yazlıkçılar geldiğinde pırıl pırıl su ile dolu görünür. Müzenin içindeki akvaryum dahi canlı balık ve bitkilerle dolar bir anda. Sanki o insanların varlığı adaya sihirli bir dokunuştur.

Derken anlatıcımız güzel bir kadını fark eder, peşine takılır, günlerce seyreder. Kendince onun ilgisini çekmek için bahçeler yapar, hatta bir gün önüne atılıp aşkını itiraf eder. Ne yazık ki kadın onu görmezden gelir, yaptığı bahçenin üzerine basılmasına ses çıkarmaz ve ilan-ı aşkına da karşılık vermez. Kahramanımız tuttuğu günlüğe (tüm kitap işte bu günlüktür aslında) giderek daha cüretkâr yaklaşımlarını anlatır. Artık müzenin içine girip insanların toplantılarını izlemekte, yatak odalarına kadar takip etmektedir. Yine de onu fark eden çıkmamıştır. Güzel kadının adını öğrenir, Faustine. Artık onun cenneti ve cehennemidir bu kadın. Bir de rakibi vardır, Morel adlı bu adam yazlıkçılardan biridir ve kadının peşindedir. Kahraman, günlerce bu ikiliyi izler, konuşmalarını dinler, Faustine’nin kimi seçeceği konusunu düşünür durur. Ta ki bir gece Morel’in yaptığı bir konuşmayla gerçekleri anlayana kadar.

Casares kitabı sadece bir gizemi açıklayarak bitirmemiş, aksine kahramanını da bu gizeme dahil edip ölüme rağmen sonsuzluk tercihini yaptırmıştır. Kitap adanın gizemi anlaşılana kadar fantastikken bir anda bilimkurguya dönüşür, aynalarla motorların bileşiminden oluşan üç boyutlu sonsuzluk bizi sanal bir dünyaya çeker. Faustine’e duyduğu aşk ile onun sonsuzluğuna katılmak isteyen kahramanımız, Morel’in buluşunu çözer ve aşkının var olduğu dünyaya kendini de katar.

Ölümsüzlüğün bedelinin ölümle ödendiği, kendini tekrarlayan görüntülerin üst üste geçtiği, sonsuzluk kavramının yenilendiği çok farklı bir roman Morel’in Buluşu. Öyküsünün günümüzde populer kültürün en sevilen ve unutulmaz dizilerinden Lost’a ilham kaynağı olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Son olarak ufak bir soruyla okuyucunun aklını bulandıralım; günlük yayıncının eline nasıl ulaştı?

İyi okumalar!

  • Morel’in Buluşu
  • Yazan: Adolfo Bioy Casares
  • Çeviren: Nevzat Yılmaz
  • Yayınevi: Helikopter
  • Baskı tarihi: 2016
  • Sayfa sayısı: 84
Zümrüt Bıyıklıoğlu
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Deli Geçmiş Zamanda Bir Abdal’ın İmasız Şiirleri

Read Next

Felsefi açıdan erkekler ve sakal

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *