Alain de Botton “Aşk Dersleri” kitabında hayat üzerine çok önemli değerlendirmeler sunuyor, açılımlar yapıyor ve dersler veriyor.
Aşk, yerini ayrılığa ya da sevgiye bırakarak yitip giden, kısa sürede tükenen bir “başlangıç heyecanı” olarak görülür çoğunlukla. Aşk hakkında bize anlatılan birçok şey bu kısa ömürlü, uçucu, romantik başlangıca dairdir. Oysa aşk anlık bir duygu değil bir süreçtir. Şimdiye odaklananlar, yolculuğun keyfini kaçırırlar ve aşkı her an kaybedebilecekleri endişesi içinde huzursuz bir ruh hali kazanırlar. Geçmişi geleceğe bağlayan yolda, elini tuttuğumuz kişiyle erişeceğimiz tamamlanmışlık duygusudur aşk. Geçici bir heves değil bir beceridir.
Alain de Botton Rabih ve Kirsten’in ilişkilerini anlattığı “Aşk Dersleri” adlı yeni romanında aşkın bize bugüne kadar anlatıldığı gibi ilk heyecandan ibaret olmadığını, bir duygudan daha ötesi, bir davranış şekli olduğunu öğretiyor. Ama didaktik bir öğretmen edasıyla değil güzel bir kurmacanın eşliğinde ve hayatın örnekleriyle süsleyerek. Bu sadece aşk üzerine değil, sevgi, sadakat, bağlılık, özen ve güven duygularıyla perçinlenen tüm ilişkiler üzerine bir anlatı. Yine o alışkın olduğumuz Botton tarzıyla; samimi, yalın, anlaşılır, felsefi kuramların günlük dile uyarlanmış ama derinliğini kaybetmemiş haliyle…
“Aşk anlayışımız, etkileyiciliğiyle dikkatimizi dağıtan o ilk anlar tarafından gaspedilip ayartılıyor. Aşk hikâyelerimizi erkenden bitiriveriyoruz. Aşkın nasıl başladığı konusunda da çok şey biliyor gibiyiz, nasıl devam edebileceği konusunda ise –bunu umursamadığımızdan- pek bir fikrimiz yok sanki.”
Aşk üzerine söylenen en güzel ve en çok bilinen sözlerden biri de Aragon’un “Mutlu aşk yoktur” dizesidir sanırım. Buna Rougemont’un söylediği “Mutlu aşkın yazılı tarihi yoktur” cümlesini de ekleyerek, aşk konusundaki edebi anlatılar tarihini özetleyebiliriz. Edebiyat mutlu aşklarla, sıradan hayatlarla, basit olarak görünen ancak yaşarken insanı çileden çıkaran günlük sorunlarla, modern hayatın rutin günlük koşuşturmasıyla ilgilenmez. Edebiyat büyük aşkları anlatır; kavuşamamayı, kıskançlıkları, sadakatsizliği, ihtirasları… Her şey yolunda gider ve âşıklar kavuşursa eğer, anlatı orada biter. Oysa gerçek hayat bu değil. Günlük, sıradan, basit, kifayetsiz durumlar büyük duygularla aynı yerde ikamet ediyor. Yaşadığımız içten duyguyu sıradan hayatımızla aynı yerde gördükçe, bunun aşk olabileceğine inanamıyoruz. Aşk tanımını ilk başta yaşanan heyecan ve şaşkınlık-aşkınlık halimize yükleyerek, ilişkinin devamına haksızlık ediyoruz. Kim akşam ne yenileceği, bulaşık makinesini kimin boşaltacağı, ağlayan bebeği kimin uyutacağı sorularıyla dolu bir yaşama “aşk dolu” diyebilir ki? İşte tam da bu noktada başlıyor Botton’un aşk dersleri. Bugüne kadar hep duyduğumuz mutat tanımların dışına çıkarak aşkı yeniden tanımlıyor; her gün yaşanan sıradanlıkta, basitliğin içine gizlenen huzur ve tamamlanma hissinde anlamlandırıyor. Edebiyatın sıra dışı kurgularının dışına çıkarak sıradan olanı, bizi, hayatımızı anlatıyor
Burada Botton’un anlatımına kısa bir ara vererek kitabın ilişkiler ve gelişim konusuna odaklanmakla beraber bir kişisel gelişim kitabı olmadığını belirtmek istiyorum. Kişisel gelişim kitapları genellikle bir sorunu saptayıp bu problemle birlikte yaşayabilmek adına didaktik öğütler verir. Hepsi değilse de pek çoğu sorunu yok saymanızı, görmezden gelmenizi ve onunla barışmanızı önerir. Pembe bir gözlük sunar size, bir anlamda edebi anti-depresanlardır. Oysa Botton, tüm gözlükleri çıkararak çıplak haliyle bakmamızı sağlıyor ilişkilere. Görmezden gelinen ufak detayların bile önemli olabileceğini, farkındalığın insanlar arası iletişimdeki önemini vurguluyor. Sorunları yok saymak yerine onlara geniş açıdan tarafsızca bakarak, bir kez de karşımızdakinin gözüyle görmeye çalışarak ele almamızın nasıl bir deneyim olabileceğiyle ilgili açılımlarda bulunuyor. Bunu yaparken de bir öğretmen tavrı takınmak yerine evli bir çiftin yaşam deneyimlerine odaklanarak kurguluyor anlatıyı. Yazar felsefi ve psikolojik yaklaşımlarını da -âdeta bir psikanaliz seansında araya girip duyguları yönlendiren psikiyatrist gibi- italik harflerle yazılmış paragraflarla hikâyenin arasına girerek ve anlatıyı yönlendirerek veriyor. Kitap, yazarın sesini sık sık duyurduğu, kendi görüşlerini kahramanların hayatlarının dışına çıkarak verdiği bir üst kurmaca niteliği taşıyor. İtalikle yazılan bu kısımlar anlatının katmanlarını oluşturuyor. Bu haliyle romanı kurmaca ve denemenin ustaca harmanlandığı, üst kurmacanın anlatıya dâhil olduğu postmodern bir roman olarak tanımlayabiliriz.
Botton kitabı bölümler halinde kurgulamış. Romantizm adını taşıyan ilk bölümde birisine ilgi duymamızın nedenlerini, tanışma ve ilk adımları atma döneminin huzursuz ama heyecan dolu atmosferini, evlilik kararına uzanan süreci irdeliyor. O ilk heyecan döneminde verilen evlilik kararında bile aşk kadar kişisel zayıflığın, yalnızlık korkusunun, aile kurma isteğinin yattığını vurguluyor. Bir yuva kurmak için seçtiğimiz kişilerde çocukluktan ve ebeveynlerimizden gelen alışkanlıkların da ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Anne ya da babamıza benzeyen kişileri seçmemizin özünde yatan nedenin hep aynı tarz insanlara yönelerek aynı tarz acıları göze almamızla ortak olduğunun altını çiziyor. Evliliğin bir “kumar” olduğunu söylüyor. “Romantizm bir sezgisel anlaşma felsefesidir. Gerçek aşkta, her şeyi bıkkınlık verecek kadar ayrıntılı bir biçimde açıklamaya gerek yoktur. İki insan birbirine aitse eğer, ikisi de en nihayetinde müthiş bir şey hisseder. ‘Dünyayı tıpatıp aynı şekilde görüyoruz’.”
Kitabın ikinci bölümü “Cicim Ayları Geçtikten Sonra” ilk heyecan ve romantizm sonrası gerçek dünyanın zorunluluklarıyla burun buruna gelen ilişki üzerine. Bir ilişki sırasında yaşanabilecek sorunlu noktalara, öfke krizlerine, yanlış anlaşmalara, bıkkınlıklara değiniyor. Bunu yaparken de bize sıradanlıkta yalnız olmadığımızı hissettiriyor. Karşısındakinin kötü olan hiçbir şeyini görmeyen çiftlerin gözünün açıldığı, gerçeğin yavaş yavaş sis dalgasının arkasından çıkarak görünür olduğu dönemi ele alıyor. Bu dönemde ufacık detaylara takılarak, anlamsız ve önemsiz meseleler üzerine tartışmalar başlar. Ancak bu didişip durmalar bir hiç uğruna değildir çoğu kez. Eften püften konular yeterince ilgi görmemiş daha büyük ve kişilik özelliklerindeki temel tezatların izdüşümleri, gölgeleridir. Bu meseleleri detaylı ve özenli bir şekilde ve empati kurarak ele almamak ileride yaşanacak daha büyük sorunlara davetiye çıkarmak anlamına gelebilir. Oysa anlayış ve esneklik taşıyan yaklaşımlar ilişkiler için hayat kurtarıcı olabilirler. Botton’un tabiriyle “Uzlaşma sabrı olmazsa, tatsızlık çıkar, yani kaynağını unutan bir öfke yaşanır.”
Botton, günlük hayatta sık sık karşılaştığımız, sabrımızı taşıran davranış şekillerine de değiniyor. Bunlardan biri de surat asmak. Bizi çoğu zaman öfkelendiren ve kötü hissetmemize neden olan bu davranışa da farklı bir açıdan yaklaşıyor yazar. “Surat asmak esasen yoğun bir öfke ile öfkelenilen şeyi ifade etmemeye dair yine bir o kadar yoğun bir arzunun insanı ambale eden karışımıdır” diye açıkladıktan sonra surat asmanın bir kişinin sizin anlayışınıza ve sevginize dair inancının ve saygısının göstergesi olduğunu belirtiyor. Surat asmanın, çocukluktaki güven ve şefkat ihtiyacına olan benzerliğini vurguluyor. Ayrıca cinselliğe, mükemmeliyetçiliğe, dürüstlüğe, sadakate, iyi bir dinleyici olmaya dair bakış açılarına da değiniyor anlatı boyunca.
Üçüncü bölüm ise çocuklar üzerine. Çocukların insana bir başkası uğruna kendisini aşması olan bir sevgiyi yani beklentisiz ve bencillikten arınmış, alıcı değil verici sevgiyi öğrettiğini belirtiyor yazar. Tabii çocukların aileye katılımıyla beraber çift olmanın, aşkı yaşatmanın, çoğalan günlük işlerde dengeyi sağlamanın zorluklarına da değiniyor. “Hâlihazırda çocuklara gösterdiğimiz insanlığı niyeyse ve ne yazık ki yetişkinlere de göstermeye pek yanaşmayız. Bir sürü insanın çocuklara iyi davrandığı bir dünyada yaşamak harika bir şey. Ama birbirimizin çocukça taraflarına biraz daha anlayışla yaklaştığımız bir dünyada yaşamak daha da harika olurdu” diyerek bir özeleştiriye davet ediyor evli çiftleri.
Dördüncü bölüm olan Aldatmak ise tutku, arzu, cinsellik, özgüven tazeleme, dürüstlük, huzur üzerine bir beyin fırtınası. Tabu olanın ortaya koyulup irdelenmesine olanak sağlıyor. Ahlakçılığa soyunmadan tarafsız yaklaşarak çiftlerin duyguları üzerinde yoğunlaşıyor.
Son bölüm Romantizmin Ötesinde ise krize giren evlilikler konusunda. Bağlanma teorisi üzerine geniş bir bakış açısı sunarak bu psikiyatrik kavramın sorunlu evliliklerdeki rolü ve psikiyatrik danışmanın çözüme katkıları üzerinde odaklanıyor. Bu bölüm özellikle ilişkilerdeki çıkmaz sokaklara nasıl gelindiği ve ne şekilde çözüme ulaşılabileceği konusunda oldukça değerli görüşler içeriyor diyebilirim.
Kitapta yer alan cinselliğin ve normalliğin –ya da farklı bir bakışla sapkınlığın- ne olduğu konusunda ve toplumsal iktidar ilişkilerinin gücü hakkında Michel Foucault’un görüşlerine ve cinsellik, aktarım, bilinçaltı konularında Freud’un görüşlerine göndermeleri de bu konulara meraklı okurlar açısından bonus olarak değerlendirebiliriz. Aşk ve evlilik de bir çeşit iktidar yapısını içerir özünde ve bunlarda da güç çatışması, egemenlik kurma, tektipleştirme, bedenlere ve düşüncelere hükmetme isteği olacaktır elbette.
Alain de Botton “Aşk Dersleri” kitabında hayat üzerine çok önemli değerlendirmeler sunuyor, açılımlar yapıyor ve dersler veriyor. Günlük sıradan hayata dair olmasına karşın felsefi ve bilimsel. Kuramsal olmasına rağmen akıcı ve samimi. Bir başucu kitabı olabilecek özellikte ve derinlikte.
- Aşk Dersleri
- Yazar: Alain de Botton
- Çeviren: Özge Çelik
- Türü: Roman
- Baskı Yılı: Eylül 2016
- Sayfa Sayısı: 238 Sayfa
- Yayınevi: Sel Yayıncılık
- Bu Kitabı Ateşten Koruyun: Fahrenheit 451 - 26 Nisan 2018
- Sonuçta bir direniştir yaşamak; Ernesto Sabato Üzerine - 31 Mart 2018
- Nefes Kesici Bir Gerilim: Kurtulan Kızlar - 21 Mart 2018
FACEBOOK YORUMLARI