Doğum Hakkında Her Şey

Hayy Kitap’tan yayınlanan Doğal Doğum isimli kitabın yazarı Dr. Gülnihal Bülbül ile hem kitabı hem de doğum üzerine Uzman Doktor Irmak Saraç bir söyleşi gerçekleştirdi.

Aziz Hatman’ın daha önce KitapEki’nde yayınlanan yazısı Doğum doğumdur, Sezaryen ise bir ameliyat başlıklı yazısında kitap hakkında detaylı bir değerlendirme yayınlamıştık. Söyleşiyle birlikte yazının tekrar okunmasında fayda var.

Editörün Notu

Dr. Gulnihal Bülbül kimdir?
Hatay doğumlu Gülnihal Bülbül Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunudur. Bir çocuk annesidir. Özel Acıbadem Hastanesi ve Özel Sema Hastanesi’nde 15 yılı aşkın kadın-doğum uzmanı olarak çalıştı. Şu anda Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı’nda Yüksek Lisans yaptı.

Önce şöyle başlayalım istersen. Neden doğal doğum? Ya da doğum zaten doğal değil mi?

  • Evet, tabi, doğum zaten doğal, eskiden de böyle bir tanıma ihtiyaç yoktu. Doğum zaten kendiliğinden oluyordu. Arada sırada tabii ki olumsuz şeyler de oluyordu ama buna doğanın bir kanunu olarak bakılıyordu. Ama özellikle son yüzyıl içerisinde doğum hastanelere taşındı, Türkiye’de ise son elli yıl içinde ciddi oranda doğumlar hastaneye taşındı, şimdilerde de doğumların %98’i hastanelerde oluyor. Bu böyle olunca tabi doğum medikal bir alana taşınmış oldu, yani o doğal, kendi çevresinden çıktı. Orada da tabi bir kronometre çalışıyor. Her şeye bir takım çerçeveler koyarak bakmaya başladık. Bir takım bilimsel verilere de dayanarak uyduğumuz kurallar oluştu. Bunun tabi ki faydaları da oldu, anne ölümleri azaldı, bebek ölümleri azaldı ama öbür taraftan da doğum tamamen tıbbileşti. Yani kendiliğinden de olabilecek, hiçbir müdahale olmadan sadece gözlemleyerek olabilecek doğumlara da biz müdahale eder olduk. Aslında gözlemek de bir müdahale olmuş oluyor. NST cihazını mesela ne kadar çok sık bağlarsak o kadar çok müdahale etmiş oluyoruz. Mesela, sırf bebeğin iyilik halini tespit etmek için bağladığımız NST cihazının bile aslında bilimsel olarak da ispatlanmış sezeryan oranlarını arttırıcı etkisi var. Ne kadar çok izlersek o kadar çok problem görmeye başladık. Belki normalde oluşabilecek bazı değişimlere karşı tedirgin olduk. Bir şey olursa deyip, hemen bir müdahale yapma ihtiyacı duyduk. Tedirginliğimizi arttırdı bizim. Çok gözlemleyince çok tedirgin olmaya başladık. Aslında çocuklarla da ilişkimiz öyledir ya, onu kendi doğal akışına, doğal haline bırakamayız. Doğum da bu şekilde tıbbileşti, haliyle artık doğal olmaktan çıktı. Şimdi yeniden doğallaştırmak, doğumun doğal halini tanımak, tanımlamak için yardımcı olmaya çalışıyoruz bu şekilde. Tabi ki kolay değil. Hele bu şartlarda. Türkiye’de doğum tamamen hastanelere taşındı ve Sağlık bakanlığı da bu doğrultuda bir bülten yayınladı, doğumların tamamen hastanede olması gerektiği gibi. Esas doğal doğum kadının doğal yaşadığı ev ortamında doğum yapmasıdır. Başında bir sağlıkçı mutlaka olmalıdır. Bu ebe olabilir, doktor olabilir ama bir sağlık elemanı şarttır doğumda, çünkü doğumların bir kısmı acil tıbbi yardım ihtiyacı duyar ve bunun da hangisinin olacağını bilemeyiz. Başlangıçta öngöremediğimiz sürpriz, ani gelişen bir takım komplikasyonlar olabilir, istenmeyen durumlar ortaya çıkabilir. Buna karşı her türlü önlemi alarak izlememiz gerekiyor bizim sağlıkçıların. Ben ev doğumuna inanıyorum.

Ev doğumundan bahsetmişken sözü ebelere getirmek istiyorum. Ebelerin rolünün gittikçe silikleşmesi, onların birer hemşireye dönüşmesi konusunda ne düşünüyorsun?

  • Bu çok önemli bir konu. Tüm dünyada da baktığımız zaman geçmişten bugüne, şunu da görüyoruz aslında toplumda kadınlar güçlü olduğu sürece ebeler de güçlü. Çünkü kadına ait bir rol bu aslında rol, yani kadın kadına yardım ederek zaten ebe olmuş geçmişe baktığımızda. Kadının doğum sırasında yardıma ihtiyacı vardır, bu net, ama bir kadının yardımının çok büyük bir değeri var. Ebelik de böyle gelişmiş ve aslında kadın o mahremiyeti böyle biriyle paylaştığı zaman daha rahat ve açık olabiliyor. Hele kendi doğal ortamındaysa. Kuzey Avrupa ülkelerinde, Almanya’da ebeler çok aktif ve bir kadın isterse bir ebe bulup kendine, seçme şansı da var, ebe ile evde doğumunu yaptırabiliyor ve devlet de bunu özellikle destekliyor çünkü maliyeti çok düşmüş oluyor doğumun bu şekilde. Ve normal doğum şansı artmış oluyor. Ama tabi ki çok deneyimli, kendine güvenen, sertifikaları olan ebeler bunlar. Hem ev doğum sertifikası hem de yeni doğan resüsitasyon, yani canlandırma sertifikası var. İki tane sertifika olmadan mesela ev doğumu yaptıramıyor ebe. Ve doğumlar daha doğal ve normal gerçekleşiyor. Normal doğum oranları çok yüksek. Hollanda mesela, çok tipik bir örnek. Kitabımda ondan da bahsetmiştim. Ebeler doğumu üsteniyorlar, sorumluluk alıyorlar ama eğer bir problem olabileceğini düşünüyorlarsa hastaneye, doktora yönlendiriyorlar doğumu.

Doğumu yaptıracak olan kişi ebe olmalı diye düşünüyorum ben de.

  • Terminoloji olarak şöyle bir şey demek istiyorum. Doğumu yaptıran kişi yok aslında. Doğumu yapan kişi var.

Doğumu yapan kişi ve yardımcı kişi, doğru söylüyorsun evet. Ben de buna dikkat etmeye çalışıyorum.

  • Doğumu yapan da kadın. zaten biraz da farkındalığı iyi olan bir kadın, bedeniyle ilişkisinde kopukluk yaşamıyorsa, bazı doğal süreçlere yatkın bir kadınsa, o zaman doğumu çok kolay karşılıyor aslında. yani kadının da aslında bu doğal doğum sürecinden uzaklaştığını biliyoruz modern hayatta. işte çok hareketsiz kalıyor, beslenmesi bozuk, çok kilo alabiliyor, yaşı daha ilerde oluyor, bütün bunlardan dolayı kadın zaten doğal doğumdan uzaklaşmış.

Modern hayatta kadının aldığı rolle ilgili olarak aslında bir sürü süreç doğallıktan çıkıyor ve çok kontrol edilmesi gereken bir hale geliyor diye dşünüyorum. Belki insanların sezeryana da böyle bir bakış açıs var, planlı programlı, ajandaya kaydedilip yapılacak organizasyonları tamamlanacak bir olay. Bu konuda ne düşünüyorsun?

  • Doğru, tabi. İnsanlar herşeyi planlayarak, kontrol altında tutmaya çalışarak bir yaşam biçimi sergiledikleri için. Yani yapacakları tatil altı ay önceden belli, işte kaç gün nereye gidecekleri belli. Herşey çok fazla belli. Öyle olunca doğumu da planlamak istiyor. Evet doğumu doktorlar da planlıyor ama kadın ve ailesi de planlıyor. O kadar çok şey bilmek istiyor ki, ne zaman olacak, nerede olacak, nasıl olacak, kim gelecek, her şeyi netleştirmek istiyor. Halbuki hani doğal süreçlerde iki kere iki dört etmiyor. Esneklik çok önemli. o esnekliği göstermeyince hayal kırıklığı da yaşayabiliyor kadın, ya da rahatsız oluyor, geriliyor, o zaman da tabi ki o doğal süreçler o kadar kolay akıp gitmiyor. yani o akışı kaçırıyoruz.

Şehirleşme ve modern hayatla beraber insanların uzaklaşması sonucu olarak biraz da doğumun doğallığından uzaklaşıyoruz belki. Bir arada yaşananırken, çocuklar doğumu da ölümü de bir çok kez görüp deneyimliyordu. Şimdi çocuklar ya da kadınların böyle bir şansı olmuyor. Bu yüzden de doğum çok büyük bilinmezliklerle dolu onlar için.

  • Şimdi mesela sen kızına sorsan ya da bütün çocukları şöyle bir tarayıp sorsak doğum nasıl bir şey, nerde olur diye herkes hastanede diyecek. Yani doğumu tıbbi bir olay olarak algılıyorlar. Kadın hastaneye gidiyor, bebekler hastanede olur. yani hiç doğal algılamıyor tabi görmüyor da. Daha eski dönemlerde işte ablasının doğurduğunu görüyor, işte evin içinde gelinleri doğuruyor… Seyretmiyor olsa da doğumun hayatın bir parçası olduğunu yaşantılıyor. Ölüm de öyle, evet, yani insanlar artık evinde ölmüyor, hastanede, her şey hastaneye taşınmış aslında.

Modern hayatın getirdiklerinden biri de her şeyi kontrol edebilirim düşüncesi herhalde.

  • Doğum hiç öyle kontrolle ilgili bir şey değil. Kendi akışı içerisinde, zaman zaman hızlanır yavaşlar, durur, tekrar başlar. Esas orada kadının rahatlaması, kendine, bedenine güvenmesi, gevşemesi gerekiyor. Gevşemenin de yolu aslında mutlu olmaktır yani gülümsemektir, kahkaha atmaktır. Doğumu yeni başlayan insanlara, eğer dışarıda dolaşmak istemeyip evde kalmak istiyorlarsa komik bir film seyredin diyorum. Haberleri izlemeyin, sizi gerecek, üzecek insanlarla da birarada olmayın diyorum.

Ben de etkili olduğunu düşünüyorum.

  • Mesela doğumhanelerin sıcak olmasını istiyoruz, bir de o mevzuu var biliyorsun. doğumhaneler buz gibi. Titriyorsun. Titreyerek, kendini kasarak kadın nasıl doğuracak? Tam tersi normal ısı da bile, oda ısısını arttırabiliriz. Çünkü sıcakta pelte gibi kendinizi bırakırsınız, doğuracak kadının ihtiyacı olan şey bu. Bırakmak, rahatlamak, gevşemek, bütün kaslarıyla. ama soğukta geriliriz, kasılırız.

Ameliyathane mantığıyla düşünüldüğü için muhtemelen, medikalizasyonla alakalı…

  • Evet medikalizasyonla alakalı, ısı düşük olsun, mikrop üremesin. Ama aynı zamanda kadının doğum sürecindeki ihtiyaçları düşünülerek tasarlanmamış. Kadının neye ihtiyacı var? Mahremiyete ihtiyacı var. mahremiyet hak getire, özellikle devlet hastanelerinde ki, özel hastanede de aslında oluyor. Çat diye odaya birisi giriyor

Doğumhaneler, bir sürü hastanede çok kalabalık, gereksiz bir personel fazlalılığı var…

  • Anormal, ben onları nazik bir şekilde dışarı gönderiyorum. Gerek yok. Bir ebe, kocası, belki…

Bebek hemşiresi, fotoğrafçı, personel…

  • Doğal doğurtuyoruz, biraz değişik bir şeyler yapıyoruz, epizyo açmıyoruz diye mesela görevli olmayan hemşire, ebe de geliyor, sorumlu hemşire de geliyor, böyle bir güruh halinde… İşte bazen dört ayak üstünde doğumlar oluyor, bazen çömelerek doğumlar oluyor… Onu görmek için böyle bir şey seyirci kalabalığı, bir bakıyorum arkama, bir seyirci kalabalığı…

Başka bir konuya gelmek istiyorum. Doğum sırasında karşılaşılabilecek sorunlarda doktorun konumu hakkında ne düşünüyorsun?

  • Doktor kendini riske etmeden doğum yaptıramaz. Çünkü başımıza ne geleceğini her zaman bilemeyebiliyoruz. Sanki sezeryanda hiç bir şey olmuyormuş gibi bir algı var. Halbuki sezeryanda da bir sürü dert var. Herşey olabilir, hele ki sezeryanda sayısı arttıkça komplikasyon oranı çok artıyor. Normal doğumda bir doktor kendini riske etmeden bu işe girişemez. Olmaz yani. Böyle bir şey yok. Sen işini düzgün yapıyorsundur, ondan sonra bunu kadınla ve ailesiyle paylaşıyorsundur samimiyet içersinde. Sonuçta ne olursa olsun hep birlikte kabul etmek düşer bize. Şöyle bir algı oluyor nedense, sanki herşeyi doktor yapıyor, ha çocukta sakatlık var, biliyorsun, gebeliğinin beşinci ayında, vay efendim, niye görmedin, ee, işte şey, tazminat, bütün hayatı boyunca o çocuğun masraflarını karşılayacak şekilde doktoru tazminat cezasına mahkum ediyorlar. E şimdi o çocuğu doktor mu öyle yaptı?
  • Bizde hani bu İngilizlerin dediği “blaim and claim cultur” diye bir şey var. Yani olumsuz bir şey olduğu anda bir suçlu aramaya başlıyoruz. Oysa bazı şeyler bizim istediğimiz gibi olmuyor ve bir suçlu da olmuyor, bir suçlu aramak da gerekmiyor. Doğada da her şey bizim düşündüğümüz gibi mükemmel olmuyor. Bir kedi de doğururken bebeğini kaybedebiliyor. Ya da başka bir şey olabiliyor. Doktor her şeye hakim anlayışıyla olmaz ki.

Hiç bir şeyin yüzde yüz garantisi yok. Ama her şeyin süper iyi, mükemmel olması isteği…

  • Ve bir şey kötü giderse hemen bir suçlu arayalım, onu mahkum edelim… Kavrayışla ilgili burada bir sorun ortaya çıkabiliyor.

Peki sence özelleştirmenin artmasıyla da doktoru suçlama durumu artmış olabilir mi? Doktor hastayla daha fazla yüzyüze, çünkü çok daha bireyseliz artık. Yani bir hastanenin parçası olarak çalışmıyoruz, bir hastanede bile çalışıyor olsak, tek başımıza çalışıyor gibiyiz aslında.

  • Bence doktorlar çok köşeye sıkıştırıldı. Hastanede olan herhangi bir problemde doktor suçlanıyor, hastane yani kurum değil. Neden? Eğer doktorun yeterince deneyimli ve öngördüklerini yapabilecek özellikteyse kurum onu çalıştırıyorsun. O zaman kurumun bunu üstlenmesi gerekiyor. Bir de bu sigorta meselesi var. Mesleki sorumluluk sigortası, mecbur tuttular. Burada kazanan sigorta firmaları aslında. Şimdi doktor yalnız başına bırakılıyor, her türlü problemde sorumlu tutuluyor, suçlanıyor, mahkemeye çıkıyor. Mahkeme sonucu ne olursa olsun bir doktor için çok onur kırıcı bir şey mahkemeye gidip de yargılanması ve suçlanması. Doktorlar çok etkileniyor bundan. Kendisi veya bir arkadaşı yargılandıysa daha defansif davranıyor. Hiç riske girmiyor mesela. Bu da daha .ok fazla ilaç vermek, daha çok tıbbi teknolojiyi kullanmak, daha çok sezeryan yapmak anlamına geliyor.

Neden sezeryan yapmadın diye sorulmasın diye…

  • Neden sezeryan yapmadın sorusu bütün dünyada da yaygın. Böyle bir suçlamadan uzaklaşmak için de sezeryan yapılıyor. Bu ağırlığın doktorun üstünden kalkması lazım. Bu kadar büyük baskı, doktorun bu kadar defansif çalışması karşısında doğum normalleşemez. Tabi özelleşmeyle birlikte doktor daha da korumasız çalışma ortamına..

Çünkü hasta gitti müşteri geldi artık aslına bakarsan ve müşteri daima haklıdır. Hekimle hastası arasındaki ilişki de değişti özelleştirmeyle.

  • Değişti. Objektifliği kayboldu artık doktorun o anlamda. Aman suçlanmayayım, aman memnun edeyim insanları diyerek yapmaması gereken bir şeyi de sırf hasta istedi diye yapar duruma geldi. Çünkü yönetim de, özel hastanedeki başhekim de şikayet gelmesin istiyor. Ya ben işte sezeryan istiyordum da, doktorunuz yapmıyor gibi bir şikayet istemiyor mesela. Yani ne istiyorsa yapın mantığı oluştu özel hastanelerde…
  • Aslında bütün dünyada özelleşme ile birlikte sezeryan oranı arttı. Kadın ya da hasta kendi doktorunu istiyor her zaman. Gece örneğin, belki oradaki nöbetçi doktor onun problemini halledecek, hayır kendi doktorunu istiyor. Ya da nöbetçi kadın doğum uzmanı değil kendi doktorunun doğumunda bulunmasını istiyor. O zaman ayda yirmi otuz tane doğum yaptırdığını düşün, gece gündüz, 7/24 çalışıyor oluyorsun. Yani çocuğunla ilgilenmeyeceksin. Özel hayatın olmayacak, uykusuz kalacaksın

Bu gerçekçi de güvenli de değil aslında…

  • Bu sistemin değişmesi lazım yani başka türlü doğum normalleştirilemez. Ceza gibi yaptırımlarla sezeryan oranları bir iki puan düşürülebilir. Brezilya da yaptı bunu ama sistemi değiştirmeden bu iş olmaz.

Tabii şimdi doğal doğum için uğraşırken biz yapıyoruz fedakarlığı. Sistemin desteklediği bir şey yok. Yeri geliyor on saat, on iki saat hastayla olmayı göze alıyoruz.

  • Sabaha kadar bekliyorsun. Halbuki akşam altıdan önce yap sezeryanını, git evine, ailenle yemeğinİ ye, gece yat normal uykunu uyu. Hayır, uğraşıyorsun, sabaha kadar başındasın, gidiyorsun geliyorsun ya da. Sonuçta bütün hayatın altüst oluyor. Uykunu alamamış oluyorsun, aileni görmemiş, çocuğunu görmemiş oluyorsun,

Ve sadece bunu inandığımız için yapıyoruz. Yani bakarsan bunun nasıl maddi bir karşılığı olabilir?

  • Bence doktor bir kere parça başı kazanmamalı, yani şu kadar hasta baktın, bu kadar para, bu kadar ameliyat yaptın bu kadar para. Çünkü doktor olarak yıllarını vermişsin. En az on yıl okumuşsun, artı tecrübelerin var. Yani paha biçilmez bir değerdesin aslında. Senin zaten yaşam standardını karşılayacak bir para alman lazım. Ama bu sistemde parça başı, tam esnaf işi yani, ticaret işi. Böyle olmaz bu işler. Çok yanlış çok. Yani doktor aslında her yönüyle köşeye sıkıştırılmış durumda. Ekonomik olarak, işte toplumsal olarak, saygınlığı azaldı, doktora şiddet arttı.
  • Bir de özellikle devlet hastanelerinde doktorlar çok hasta bakıyor. Beş dakikada bir randevu var. Beş dakikada ne yapılabilir ki?

Kadın soyunup masaya yatamaz…

  • Olağanüstü bir şey bekleniyor doktordan. Yani insanüstü yetenekleri olacak. O beş dakikanın içinde, ultrason bakacak, her şeyi öğrenecek hastadan. Ya da kadının bütün sıkıntılarını paylaşacak, ondan sonra uygun, gereken bir ilaç vermesi gerekiyorsa onu verecek, tarif edecek…

Yavaş yavaş bitirecek olursak, kitap çok güzel… En çok sevdiğim yanı bir sürü doğum hikayesinin olması. Çünkü kadınlar doğuma çok yabancı, görmüyorlar, başka kadınların nasıl süreçlerden geçtiğini bilmiyorlar…

  • Ben de birikimlerimi paylaşma fırsatı buldum bu kitapla. Biliyorsun halk sağlığı teziyle birlikte araştırmaya. Sonradan böyle bir teklif gelince…

Kitabı yazmaya nasıl karar verdin?

  • Aaslında ben karar vermedim. Ama bir sürü şey araştırmıştım. Bir iki yere röportaj vermiştim. Bir iki yere bir şeyler yazmıştım, öyle kısa kısa. Yayınevi böyle bir kitap çıkarmaya karar verince bana böyle bir teklifle geldiler. Aklımda olmamasına rağmen çok hoşuma gittim. Zaten hazırdı bir bakıma…

Hem bu güzel sohbet hem de harika kitap için çok teşekkürler Gülnihal…

  • Ben teşekkür ederim…
  • Doğal Doğum
  • Yazan: Dr. Gülnihal Bülbül
  • Yayınevi: Hayy Kitap
  • Sayfa Sayısı 248
  • Baskı Yılı: 2016

*Söyleşinin manşet fotoğrafı, Damla Çeliktaban’ın Dr. Gülnihal Bülbül ile yaptığı söyleşi yazısından alınmıştır.

Irmak Saraç
Latest posts by Irmak Saraç (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Yordam Kitap’tan Mayıs ayında önemli kitaplar…

Read Next

“Düzüş Arabası”

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *