Gamze Arslan ve Çerçialan

Kelimeleri diri, çarpıcı kullanıp öyle yan yana getiriyor ki, aynı anda hem alaycı hem saygın ya da, hem irkiltici hem sakinleştirici, dinlendirici olabiliyor.

2016 yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne değer görülen Gamze Arslan, 1986 yılında Ankara’da doğmuş. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Tiyatro Bölümü/ Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı mezunu olan Gamze Arslan, öykücülüğünün yanında birçok TV dizisinin senaryo grubunda yer almış, senaryo yazarlığı da yapmaktadır.

Gamze Arslan. Ankara doğumlu ama baba tarafından Yozgat-Çerçialan, anne tarafındansa Kırşehir-Hacıbektaşlı, “..büyüdüğü yerler bakımından da memur çocuğu olmanın gezme halini taşıyan biriyim.’’ Diyor, bir röportajında yazar.

Kalabalık ve birbirine bağlı bir ailede yaşadığını, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda çalışan babasının görevi gereği değiştirdiği birçok köy ve kentteki yurtlarda yaşadıklarından çok etkilendiğini belirtiyor bir söyleşisinde. Söyleşinin devamında ortaokul zamanlarında amcasının okuması için verdiği Gogol’un Bir Delinin Hatıra Defteri, bir başka amcanın pikniğe giderken Şeyh Bedrettin Destanı’nı okuması, babaanneden dinlediği köydeki bir kızı kaçıran ayının hikâyesi ve babasının yazdığı hikâyeleri okuduğunu söylemesi, Gamze Arslan’ın beslendiği zengin kaynaklar hakkında bizi aydınlatıyor.

Yozgat Çerçialan Köyü’nün kültürel ortamında, kalabalık hayatının çok sesliliğinde; özgün bir dil değil ama biriktirdiği seslerde kalabalık bir hayatı dillendirdiğini söylüyor alçak gönüllülükle. Ayrıca dizi yazarlığının öykülerinin kurmacası üzerindeki olumlu etkisini de vurguluyor açık yüreklilikle ve ekliyor; “Alevi söylencelerinden beslenmeye çalışıyorum, biraz da hamurumda bununla yoğurulduğum için ister istemez dile ve hikâye anlatıcılığına da yansıyor fakat her zaman bu mitleri yeniden okumaya, kurmacasını yeniden biçimlendirmeye çalışıyorum. Bir tür yeniden yazma durumu diyebilirim.”

Bütün bunların ışığında, Gamze Arslan’ın Çerçialan öykü kitabına göz atarsak; Dili, kendisinin söylediğinin aksine, özgün bir dil. Yalın, akıcı ama bir o kadar da vurucu. Kelimeleri diri, çarpıcı kullanıp öyle yan yana getiriyor ki, aynı anda hem alaycı hem saygın ya da, hem irkiltici hem sakinleştirici, dinlendirici olabiliyor. İlk cümleden son cümleye, çok anlamlı, birbirini tamamlayıcı, birbirini çoğaltıcı dokusunda, öykülerdeki tek bir kelimenin dahi vazgeçilmezliği var. Konuşma dilini çağrıştırsa da, kesinlikle özgün bir dil.

Söylencelerden faydalanılarak yazılan öykü ‘Kırk bin Geyikli Derviş’, büyülü gerçekçilik izleri taşıyan ‘Bimka’ ve ‘Kesik Parmak’, fantastik öğeler taşıyan ‘Allahla Ciddi Düşünüyoruz’ isimli öyküler ve diğerleri, hepsi de birbirinden özel ve ustaca yazılmış öyküler. Öykülerde dikkat çeken önemli bir özellik de, alt metinlerin ve yan metinlerin çokluğu.

Öykülerde ortak olarak işlenen genel izlek ise; kadın, kadının toplumdaki konumu ve sevgidir. Sevginin toplumda vücut bulan çeşitli şekilleri. Ülkemizin toplumsal ve sosyal yapısının ortaya çıkardığı karakterlerin çokluğu ve çeşitliliği kurmacasının güçlü yapısında gerçekçi olarak yaratılmış. Karakterler ve işlenen olaylar, toplumsal ve sosyal yapıyı güçlü bir şekilde yansıtıyor.

Gelelim öykülere;

“Dudu ve Nimet”te bir insanın (Dudu’nun) hastalığa dönüşen, paylaşımdan uzak sevgisinin öfkeye evirilip zulüm olarak çevresindekilere ve kendine karşı ne kadar yok edici ve yıkıcı olabileceğini okurken; diğer taraftan da yoksulluğu yüzünden küçümsenen bir insanın (Cevat’ın) sevgisini kendisini var etmede nasıl ustaca kullanabildiğini gözlemliyoruz.

Cevat, kendisine çok görülen sevgisini Ahmet Arif’in şiirinde, doğada, türküde ve diğer insanlarla olan paylaşımlarında sağaltıp yoksulluğunu ve yoksunluğunu yenmede kullanarak, sevginin yapıcılığında var olmayı seçmektedir. Sevginin yapıcılığını ve yıkıcılığını anlatan çok katmanlı bu öykü için mekân olarak, Çerçialan Köyünü çağrıştıran köyün seçilmesini de anlamlı buluyorum. Doğası bozulan ve son yıllardaki betonlaşmayla kent olma özelliğini dahi yitiren şehirlerimiz bence sadece sevginin yıkıcılığını yansıtacak durumdalar, köylerimiz ise geri kalmışlığının yoksulluğuna ve yoksunluğuna rağmen geleneksel insan ilişkilerimizin sürdüğü, doğaları hâlâ canlı olan, güzelliğini koruyan yerlerdir.

“Küf Kokusu Olmalı İnsanda” kitabın en derinlikli öykülerinden biri. Biri üst düzey bir şirket elemanı elamanı diğeri eğitimsiz bir ev kadını olan şehirde yaşayan iki kadının öyküsü.

Gamze Arslan her iki kadını hem bedensel hem de kişilik olarak o kadar iyi tanıtıyor ki, öykü boyunca her ikisiyle birlikte yaşıyorsunuz. Her ikisine de eşit işliyormuş gibi görünen toplumsal kuralların gerçekte çok ayrımcı olduğu, şehirleşmenin insan ilişkilerinde yarattığı duyarsızlık ve yabancılaşmanın yanında, kentleşmesine karşın geldiği yerden getirdiklerinin insanda varlığını, kimlik belirteci olarak hâlâ sürmesi, birbirinden kopukmuş gibi görünen yaşamların birbirine çıkması, toplumsal erkin, her iki kadında farklı yollardan olmasına karşın, aynı ezici baskıları. Kısaca sevginin toplumsal ilişkilerin zorlamasında oluşmasını yansıtan bir öykü.

Toplumsal statünün ve kariyerin, kadının güç karşısındaki güçsüzlüğünü yok etmediğini, kazanımlarının kolayca elinden alındığını görüyoruz. Bunu anlatırken de “küf”ü ironi olarak kullanması oldukça ilginç. Küf insan için dost olabildiği gibi, ( Kanın pıhtılaşma bozuklukları, migren ve Parkinson hastalığının tedavisinde kullanılan ilaçların yapımında kullanılmaktadır. Ayrıca damak zevki için de bir nimettir. Belli üzümler, doğru zamanda ve her salkımda uygun miktarda küf varken hasat edildiğinde seçkin, tatlı şaraplar üretilebilir. Macar bağcılarının dediği gibi: “Asil bir küf, iyi bir şarap demektir.” ) çok büyük düşmandır da. Kanserin en baş sebeplerinden biri olan aflotoksinler küf tarafından üretilir. Küfün sebep olduğu hastalıklar insanı büyük ıstırap veren uzun süreçlere mahkûm eder ve hayatını zindana çevirir. Öyküdeki anlatıcı karakter kendi çekilmez yaşantısını küf vasıtasıyla başarıyla çizilen bir diğer kadın karaktere yaşatmayı hedeflemektedir. Çok katmanlı bu öykü dil olarak da çok güçlüdür. Kelimeler her cümlede çift anlamlıdır.

Yalnızlığında ve horlanmışlığında farelerin arkadaşlığına sığınan ev kadını karaktere karşılık, farelerden tiksinen ve aşırı derece korkan çalışan, kariyer sahibi Nezile. Nezile’nin steril hayatına karşılık, ev hanımı karakterin farelerle özdeşleştirilen tiksindirici, kötü, insana yakışmayan hayatı. Öyküde makbul, özenilen, başarılı, steril hayatı yaşayan kadın karaktere verilen ismin özenle seçilmiş olduğuna inanıyorum. İsim de öyküde kullanılan diğer sözcükler gibi çift anlamlı. Hem ‘Para’ hem de ‘Konuk’ anlamı var Nezile’nin. Ötekine ise, toplumda temsil ettiği sınıfı tanımlarcasına, isim verilmemiş. Daha öncede belirttiğim gibi bu öykü, sosyolojik anlamda, başlı başına bir inceleme konusu bence.

“Bimka”da sevginin şekilciliğini, bir çift insan heykelindeki sıcak sevgiden yola çıkarak, heykellerde taşlaştırılan sevgide görüyoruz.

“Allahla Ciddi Düşünüyoruz.” Dinin hayatımıza etkisindeki gücünü anlatırken konuşma yetisini kaybetmesini, tanrıya ettiği küfürle bağdaştıran bir gençten yola çıkarak anlatıyor. Bu gencin yetisini tekrar kazanma çabasını tanrıya olan sevgisiyle aşmaya çalışması ve yazarın bunu anlatırken aynı zamanda da yabancı dil özentisinin kültürümüze ve dilimize olan yıkıcı etkisini çok çarpıcı, ironik ve irkiltici bir şekilde anlatmaktadır.

“Kasapta Kesik Parmak” yolunda gittiğine inanılan bir evliliğin bittiğine inanamayan eşin travmasını, evlilik yüzüğünü taşıdığı parmağının ağzından anlattığı öykü, büyülü gerçekçilik öğeleri taşıyor. Bunun yanında boşanmanın da psikolojik yanının iyi kurgulandığı bir öykü.

Diğer öyküleri keşfetmeyi size bırakarak şöyle bitirmek istiyorum; “Öykü gerçeklikten kaçmak değil, gerçeği aramamıza, varoluşun kaosundan anlam çıkarmaya yönelik çabamızı sürdürmeye yarayan araçtır. Öykü, hayata biçim verir.” diyor Jean Anouilh. Çerçialan da bu anlamda, hayata biçim verecek kalıcı öykülerden.

  • Çerçialan
  • Yazar: Gamze Arslan
  • Türü: Öykü
  • Baskı Yılı: 2016
  • Sayfa Sayısı: 72 Sayfa
  • Yayınevi: Varlık Yayınları

 

Sülbiye Yıldırım
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Ben Yazıyorum, Sen Okumana Bak!

Read Next

Ay Dolanır Dolanır, Geri Gelir (Mi)?

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *