Konuşkan Bir Ölü

“Mezarımdan Yazıyorum” mutlaka okunması gereken bir roman. Büyük bir edebiyat klasiği.

Brezilya’nın en büyük romanlarından kabul edilmesine ve 20. Yüzyıl’da önemli yazar ve eleştirmenlerin övgülerini toplamasına rağmen Mezarımdan Yazıyorum‘un ve yazarı Joaquim Maria Machado de Assis‘in –en azından okuyucular nezdinde– hak ettiği değeri bulduğu söylenemez. Türkiye’de ise roman ve yazarı neredeyse hiç tanınmıyor. Brezilya’da ilk kez 1881 yılında yayımlanan kitap Türkçeye 2000 yılında çevrilmiş ve hiç ilgi çekmemişti. Oysa Harold Bloom’a göre “Edebiyatın 100 Dâhisi”nden birisi ve “Brezilya’nın en büyük yazarı”dır o. Susan Sontag bir adım daha ileri giderek Machado de Assis’i “Latin Amerika’nın şimdiye dek çıkardığı en büyük yazar” ilan edecektir.

Joaquim Maria Machado de Assis, 21 Haziran 1839’da Rio de Janeiro’ da doğdu. Babası melezdi. Çocukluğu yoksulluk içinde geçti. Bir kızlar okuluna devam etti. Dil konusunda çok yetenekli olduğu anlaşılıyor; Latinceyi bir rahipten, Fransızcayı göçmen bir fırıncıdan öğrendi. Bir kitapçıda işe girmesi Machado de Assis’e edebiyat dünyasının kapılarını aralayacaktı. On beş yaşıdayken ilk şiiri yayımlandı. Gazetelerde dizgicilik ve düzeltmenlik yaparken kendisi de gazetelere yazmaya  başladı. Böylelikle entelektüel çevrelerle ilişki kurdu, İngilizceyi bu sayede öğrendi. İngilizce öğrenmesi Machado de Assis’in kariyerinin dönüm noktasıdır. Gerçekten de Shakespeare, Lord Byron ama özellikle Laurence Sterne ve Jonathan Swift gibi yazarların Machado de Assis’in tarzına etkisi çok belirgindir. Yine bir dostun yardımıyla öğrendiği Almanca ise onu Alman felsefesiyele, Schopenhauer ve romantiklerle tanıştırdı..

Gazete yazıları, tiyatro oyunları ve yayımlanan iki şiir kitabı Machado de Assis adını duyurmuş ama yazarına istediği şöhreti ve maddi rahatı sağlayamamıştı. O da popüler türlere yöneldi. Yazdığı aşk romanlarıyla maddi anlamda rahatlayan Machado de Assis başyapıtını yazmak için rahat bir nefes almıştı.  Nihayet 1881’de “Mezarımdan Yazıyorum”u (“Memorias Postumas de Bràs Cubas”) tamamladı. Buraya bir not düşmekte yarar var. Kitabın orijinal isminde roman kahramanının adının geçmesi bir tesadüf değil. O dönemin gerek gerçekçi gerek romantik roman geleneğinde bu tip adlandırmalar –mesela “Tristram Shandy”, “Gulliver’in Gezileri”, “Oliver Twist”, “Eugine Grandet”, “Anna Karenina”– yaygındı. Machado de Assis de romanına “Memorias Postumas de Bràs Cubas” adını bu geleneğe bir gönderme yapmak için kullanmıştı.

Machado de Assis Academia Brasileira de Letras’ın (Brezilya Edebiyat Akademisi) kuruluşunda başkan sıfatıyla görev aldı ve görevi (1897-1908) ölene dek sürdü.

Mizah, Felsefe, Siyaset ve Edebiyat

Romanın başında roman kahramanı ve bu kitabın yazarı Brâs Cubas’ın “Etimi Kemiren ilk kurda… Okura” başlıklı bir ithafı yer alıyor. Bu ithafta az sonra okuyacağımız hikayenin ipuçlarını bulacaksınız;

.. bir Sterne veya bir Xavier de Maistre’in serbest edebî tarzını benimsemiş olsam da muhtemelen kendi hırçın kötümserliğimi kattığım dağınık bir eser. Kötümser olması kuvvetle muhtemel. Çoktan ölmüş bir adamın eseri. Bunu neşe kalemi ve hüzün mürekkebiyle yazdım; böylesi bir birleşmeden ne doğabileceğini önceden kestirmek zor olmasa gerek. Dahası, ağırbaşlı kimseler bu kitapta saf aşkın bir ifadesini bulabilecekler, uçarı olanlarsa alıştıkları türden bir aşk göremeyecekler. Bu yüzden de bu kitap, kamuoyunun iki temel direğinden birini oluşturan ağırbaşlı kimselerden saygı görmüyor, diğerini temsil eden uçarılar tarafındansa sevilmiyor ve bu hep böyle devam edecek.

Hayat hikayesinde adını andığımız (Laurence) Sterne isminin anılması boşuna değil. Çünkü “Mezarımdan Yazıyorum” Sterne’nin “Tristram Shandy”sinden ilham alan, ona gönderme –daha doğrusu onun parodisini– yapan bir roman. Hatırlayacaksınız, “Tristram Shandy” bir türlü doğamayan Tristram’ın ağzından yazılmıştı. “Mezarımdan Yazıyorum” ise ölen bir adam konuşuyor roman boyunca. Kitabı yazmış ve ölmüş değil, ölmüş ve yazmaya başlamış.

Her iki durumda da böyle bir romanın nasıl kaleme alınabildiği sorusu gündeme gelecektir ki bu soru bizi roman sanatını, anlatıcı konumunu, kurmacanın doğasını tartışmaya götürecektir. Ancak Bras Cubas toprağın altında yazdığı anılarını nasıl bir yöntemle kitaplaştırdığının sırrını vermez; “Oldukça tuhaf bir yöntem… Fakat bunu açıklamak çok yer tutacaktır, dahası eseri anlamak için gerekli de değil. Kitap kendi başına yetmelidir: Eğer bu kitap senin beğenini kazanırsa, ey mükemmel okur, emeğimin karşılığını alacağım demektir; eğer beğenini kazanmazsa ben seni parmaklarımı şaklatarak ödüllendireceğim ve başımdan atacağım“…

İşte böylece 1869 yılının ağustos ayında bir cuma günü öğleden sonra saat ikide Catumby’de bir kenar mahalledeki sevimli evinde ölen altmış dört yaşında, güçlü, başarılı ve bekâr Brás Cubas’ın hayatına giriyoruz.  Çocukluğu, ailesi, ilk sevgilisi, üniversite tahsili için Lizbon’a gidişi, yedi yıl sonra dönüşü, biricik aşkı Virgillia ile tanışması, başka biriyle evli olan Virgillia ile yıllar boyu sürdürdükleri kaçamak ilişkileri, vekil oluşu, devlet başkanı olamayışı ve ölümü 160 maddelik maddeler halinde anlatılır. Elbette sözünü ettiğim –kimisi kısa kimisi uzun– maddelerin bir bölümü Bras Cubas’ın felsefe, siyaset ve edebiyat hakkındaki “derin” düşüncelerine ayrılmış.

Burjuvazinin Dayanılmaz Taklitçiliği

Bras Cubas’ın bu kendi ağzından dinlediğimiz hayat hikayesinde hüznü ve neşeyi bir araya getirmiş Machado de Assis. Tümüyle okurla yapılan samimi bir konuşma biçiminde kaleme alınan romanda tıpkı Tristram Shandy gibi daldan dala konarak kendi hayatını didikleyen Bras Cubas okuru biraz okşuyor ama çoğunlukla iğnelemeyi tercih ediyor. Romanın okur için yazıldığının farkındalığıyla okura ithafla başlamış, sonra okura “sevgili okur”, “ey okur”, “sevgili dostum okur” hitaplarında bulunmuş, sayfalar ilerledikçe bu yakınlık bildiren hitaplar yerini “sıkıcı okur”, “ey kalın kafalı okur”, “ah benim patavatsız, kör cahil okurum”, “ey erdem budalası okur”, “ey aydınlanmamış okur” iğnelemelerine bırakmış. “Bu kitabın kusuru” maddesine geldiğinde bir adım daha öteye gidecek ve baklayı ağzından çıkaracaktır; “bu sıkıcı bir kitap, mezar gibi kokuyor, bir ölüm katılığı taşıyor; bu ciddi bir hata, ama kitabın esas kusuruna kıyasla küçük sayılır, çünkü bu kitabın esas kusuru sensin okur.”

Machado de Assis’in Bras Cubas aracılığıyla okura serzenişi okuma kültürünün ya da edebi beğeninin düşüklüğü ile ilgili bir eleştiri. Kitabın hikayesine odaklanan, hızla sona varmak isteyen, doğrudan, kesintisiz bir anlatımı ve yumuşak bir tarzı seven okumalara yapılan itiraz diyelim. Çünkü Machado de Assis sağa sola yalpalayan, bir durup bir başlayan, söylenen,  bağırıp çağıran, kahkahalar atan, küfürler eden, kayıp düşen bir üslubu benimsiyor.

Machado de Assis bizdeki Doğu-Batı karşıtlığının yansımalarından biri olan Avrupa taklitçiliğinin 1800’lü yıllar Brezilyasındaki görünümünü kinik bir üslupla sergilemiş. Roman kahramanı Bras Cubas burjuva sınıfının tipik bir örneği. Mesela ailenin soyluluk iddası taşıyan soyağacı herkesin bildiği bir yalan üzerine kurulu. Ya da Bras Cubas’ın Avrupa tahsilinin beyhudeliği; “üniversitede kuş beyinli bir öğrenciydim, yüzeysel, gösterişçi ve kaprisliydim. Her türden maceraya düşkündüm; siyah gözlere ve yazılı sözleşmelere olan sarsılmaz inancım sonucu uygulamalı romantizm ve kuramsal liberalizmle meşgul olmuştum“. İşte bunları taşıyacaktır ülkesine Bras Cubas. Bu yüzeysellik onun bir dolu komik felsefeye sarılmasına yol açacak, yine de Brezilya’nın en gözde adamlarından biri sayılacaktır. Aslında Brezilya burjuvazisinin sürdürdüğü yaşam tümüyle Avrupa’dan ödünç alınıp “yanlış yerleştirilmiş fikirler”e dayanmaktadır.

Yoksul bir melez olan Machado de Assis Brezilya burjuvazisinin “parlak” hayatını anlatmakla birlikte, hikaye boyunca sınıf farklılığına, eşitsizliğe, köleliliğe, Brezilya’nın siyasi ve toplumsal meselelerine vurgu yapıyor. Hınzırca…

Bras Cubas’ın romanın sonunda çıkardığı hayat bilançosuna bakıldığında Machado de Assis’in insanlık adına karamsar olduğu düşünülebilir. Burada Philip Roth’un değerlendirmesini dikkate alacağım; “Büyük bir ironi sanatçısı ve trajik bir komedyen… Kitaplarındaki en komik anlarda, acıyı, bizi güldürerek vurgulamıştır. Beckett gibi, acı çekmenin ironisini yapmıştır.”

“Mezarımdan Yazıyorum” mutlaka okunması gereken bir roman. Büyük bir edebiyat klasiği.

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Nazım Hikmet, Si-Ya-U ve Taklit Mona Lisa

Read Next

Brigitte Labbé ile “Çıtır Çıtır Felsefe”

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *