Mavi Uzakların Peşinde

Hermann Hesse’nin mutluluk arayışına kulak vermeli. “Mavi Uzaklar” adlı yazısında, bizi oturtuyor dizlerinin dibine, başlıyor bilgece anlatmaya.

Sen de gözleri uzaklara dalıp, uzak yurtların, buğulu tepelerin, erişilmez maviliklerin hayaliyle avunanlardan mısın? Hani düşlediklerine ulaşsa bile, kavuştuğu anda hayal kırıklığıyla hırslanıp daha uzaklara bakanlardan?

Kartpostallardaki mağrur ve gizemli hayalindir belki Kız Kulesi. Ama onunla ilk tanışmanın büyüsü, dolmuşları, taksileri güç bela aşarak geçtiğin caddenin tozuyla, karşısında oturduğun banktaki çekirdek kabuklarıyla dağılıverir. Seni düşler âlemine usulca bırakacağından emin olduğun bu kule, o anda, tahmin ettiğin heybetinden uzak, suyun içinde yaşlanmaya başlamış zavallı bir şey haline gelir.

Ya  “Ah Paris” diyenler? Eiffel Kulesi’nin karşısında hiçbir yerde yaşanamayan o tutkulu aşkı yaşayacağından eminsindir. Diğerleriyle dirsek temasıyla oturduğun kafede, bir fincan kahveye 20 euro verecek olmanın şaşkınlığı ile şu küçük sandalyeye pek de sığamaz, zorlasan da kendini hiç romantik hissetmezsin. Zaten sevgilin, çiş kokulu metroda cüzdanını çaldırdığı için burnundan solumaktadır.

Ya da bestelerini dinlerken, seni kendine âşık eden müzisyenin konserine gitme şansın olmuştur. O sanatçı ki sanki bu dünyadan değildir, öyle büyüleyici, öyle ulaşılmazdır. Işıklar söndüğünde, sahnede, gökten inmiş bir mucize gibi belirmiştir. Huşu içinde sanatını icra etmeye hazırlanırken, seyircilerden birinin öksürük krizi tutuverir, seninki piyanosunun dibine koyduğu plastik su şişesinden öfkeyle bir yudum alıp, seyirciyi pervasızca azarlar. O andan itibaren aslında onun yetenekli ama fazlasıyla kibirli bir fani olduğuna karar verirsin ve artık o notalar size yabancıdır.

Bazen de her şey tastamam hayal ettiğin gibidir ama sen bir türlü yerine yerleşemez, emin olduğun coşkun mutluluk gölüne bir türlü dalamazsın. Hayatında birkaç kez bu duyguyu yaşadıysan, “İnsanın gitmediği yerler, tanışmadığı insanlar, yemediği yemekler olacak” diye düşünmeye meyledersin. Gitmediği dağlar olacak insanın, dersin. Başları dumanlı, uzaklardan mor bir düş gibi görünen, içinde türlü masalların, nemli ağaç diplerinden patlayan mantarlar gibi hayat bulduğu dağlar. Deniz seviyesinden öyle görünür. Tek gözünü kırpıp işaret parmağına bakarken, başından ucuna gelmeden erişiverirsin oraya. Uykuya dalıversen o esnada, düş sanırsın. Öyle güzeldir hayali. Oysa yolculuğu zihnin değil ayakların yapsa, yükselen her adımında gerçekliğin taşları, çakılları, toprağı ve çürümüş yaprakları ile karşılaşırsın. Olur ya ulaştın zirveye. Gözünün gördüğü daha yüksek bir yer yok, rüya bitiverir. Bakarsın ki bulutlar hala gökyüzünde, güneş ve ay çok uzaklarda. Ciğerlerini sıkıştıran hava, yüreğini de sıkıştırır. Çünkü sen çoktan aşağıyı özlemeye başlamışsındır. Ufuktaki mavilik, vücudunda elinin ulaşamadığı yeri kaşıma arzusu gibi şiddetli bir duyguyla seni çağırır. Oysa yukarıdasındır. Kendini boşluğa bıraksan, karahindiba çiçeğinin tüyleri gibi uçuşup döne döne aşağı ineceksindir. Yurduna, denizinin yamacına…

Öyle de olmaz böyle de. Çünkü aslında sen mutluluğa ulaşmak için kendini, zihnini, hatta düşlerini bile oradan oraya savuruyorsundur. Üstelik hayal kırıklığı, hayali gerçekleştirememekten daha acıdır. Ve her küskün deneyim, hayalci yeteneğinizi biraz daha köreltir. Mutluluk, kim bilir belki doğuştan gelen bir yetenek, belki de sonradan öğrenilen bir ders, bir seçim halidir. Sadece ulaşılamaz düşlerle mutluluğu hayal edenler için iş zor. Çünkü hayat, hayale uzanan her iki durumda da insana, mutluluğu uzak bir köy haline getirir.

İşte bu açmazda, üstatların tecrübelerinden faydalanmalı. Hermann Hesse’nin mutluluk arayışına kulak vermeli. “Mavi Uzaklar” adlı yazısında, bizi oturtuyor dizlerinin dibine, başlıyor bilgece anlatmaya.

Başlarda nasıl da uzakların ayartıcı maviliğin büyüsüne kapıldığını, zamanla göçebe bir yaşama özenerek oradan oraya savrulduğunu ama her seferinde daha ötede olan sisler, buğular ve gizlerle bezeli mavilikleri düşlediğini anlatır. Bu sonu gelmez özlem, onun mutluluk arayışını gizli bir sarmala yerleştirmiştir. Sonunda kendi tabiriyle şenliksiz, sessiz ve yalnız bir hali, münzevi mutluluğu olarak kabul eder. Ve bu halin, kendine öğrettiği şeyi bizlere bilgece açıklar:

“Tüm nesnelerdeki uzakların buğusuna ilişmemek, hiçbir şeyi gündelik yakınlıkların soğuk ve acımasız aydınlığı içine çekip almamak, her şeye üzeri sanki yaldızla kaplıymış gibi el sürmek, öylesine hafiften, öylesine usulcacık, öylesine gözetip kollayarak ve derin bir huşu ile önünde eğilerek. 

Nice paha biçilmez olursa olsun, hiçbir mücevher gösterilemez ki, değerli nesnelere özgü parıltısını alışılmışlığın ve sevgisizliğin kendisinden çekip alamayacağı kadar kusursuz bir güzelliği içersin! Hiçbir meslek gösterilemez ki, o kadar soylu, hiçbir ozan gösterilemez ki o kadar zengin, hiçbir ülke gösterilemez ki o kadar bereketli olsun! O yüzden benim elde edilmeye değer gördüğüm, bir hüner varsa, uzaklarda bulunan düşsü uzaklarda yaşayan güzelliklerden esirgemediğimiz sevgiyi ve huşu dolu yaklaşımı, yakınımızdaki alışılmış nesnelere de çok görmemektir…”

  • Öldürmeyeceksin
  • Seçme Denemeler
  • Yazar: Hermann Hesse
  • Çeviri: Kamuran Şipal
  • Türü: Deneme
  • Baskı Yılı: Şubat 2012
  • Sayfa Sayısı: 228 Sayfa
  • Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Hande Çiğdemoğlu
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Başkaldıranlar da vardır: Son Ada

Read Next

Kanadalı Yazar-Filozof John Ralston Saul Türkiye’ye geliyor…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *