Metin Çulhaoğlu ile Sosyalizmin güncelliği üzerine

Metin Çulhaoğlu’nun “klasik” eseri Tarih, Türkiye, Sosyalizm (Bir Mirasın Güncelliği) yeniden basılırken yazarla sosyalizmin güncelliğini tartıştık.

Can Ahıskra: Merhaba Metin abi. Tarih, Türkiye, Sosyalizm (Bir Mirasın Güncelliği) bir kez daha basıldı (hayırlı olsun!) ama ne Türkiye’de ne de dünyada sosyalizme doğru bir hareket görünmüyor. Hatta tersi yönde, topyekûn gerileşiyoruz (maşallah!) Dilimize bile yansıyor işte… Peki, senin güncellikten kastın ne?

Metin Çulhaoğlu:

Zaten dünya ve Türkiye dörtnala sosyalizme koşuyor olsaydı “güncellikten” söz eden bir kitaba herhalde herkes burun kıvırırdı. Potansiyel okur “zaten yaşıyoruz, bir de kitabını mı okuyacağız” derdi.

Neyse, duyana pek inandırıcı gelmeyecek olsa bile bugün sosyalizmin Türkiye için geçmişteki herhangi bir dönemden çok daha “güncel” olduğunu düşünüyorum. Evet, sınıf hareketi çok güçsüz, sol çok dağınık ve etkisiz diyebilirsiniz; ama kimse “sosyalizmden önce Türkiye’nin şöyle bir aşamaya, şöyle bir ortama ihtiyacı var” diyemez; daha doğrusu diyebilir de böyle bir arzunun hiçbir karşılığı, gerçekleşme şansı olamaz. İsterseniz şöyle diyeyim: Bugün Türkiye’de sosyalizmin, daha doğrusu sosyalist bir iktidarın gerçekleşme şansı, düzen içi, sivil toplumun ağırlık kazandığı, çoğulcu, hoşgörülü, katılımcı, demokratik vb. bir Türkiye’nin ortaya çıkma şansından daha fazladır.

Can: Venezüella, Küba, Gezi derken son kıpırtılar da kayboldu, avunacak bir şey bırakmadılar, açık faşizme, diktatörlüğe düşmekten korkup emperyalizme sarılmaya ikna olunan bir durum var. Yok mu? Buna rağmen nasıl güncel?

Metin Çulhaoğlu:

Zaten tam da bundan dolayı güncellik diyoruz; bugün Türkiye için sosyalizmden daha “güncel”, yani olasılık olarak daha yakın tek bir şey vardır, o da İslami bir tür faşizmdir.

Sonra, dünyadaki genel eğilimler elbette önemlidir, bakmak gerekir; ayrıca, dünyaya yeni bir sol dalganın damga vurması da mümkündür. Ancak, 1850’den günümüze uzanan bir buçuk yüzyılı aşkın süreye bakarsak 1905-1920 ve 1960-1975 dönemleri olmak üzere sadece iki “genel sol dalga” dönemi görebiliyoruz. Yani bu genel dalga o kadar sık zuhur etmiyor.

Ardından şunu söyleyeyim: Bir ülkedeki solcuların, sosyalistlerin başka ülkelerdeki olumlu gelişmeleri ciddi biçimde not etmeleri, olumsuzluklardan da “keşke olmasaydı” deyip ders çıkarmaları normaldir; ama her olumlu gelişmede havalara uçup, olumsuzlarında yandı gülüm keten helva moduna girmeleri doğru değildir. Sosyalistler günümüz dünyasında gördükleri eksiklik ve olumsuzlukları kendi ülkelerindeki hamlelerle kapatabileceklerinin bilincinde olmalıdırlar. Yoksa geçtiğimiz yüzyılın başlarında en azından Alman devriminin gerçekleşme şansı kalmadığında Rusya’da Bolşevizm’in benim adım Hıdır elimden gelen budur deyip köşesine çekilmesi gerekirdi.

Can: Zorluyorum gibi olacak ama işçi sınıfı var olduğu müddetçe sosyalizm de güncelliğini koruyacaktır yaklaşımı ya da kapitalizm varsa sosyalizm de vardır kolaycılık değil mi? Sosyalizmi siyasetsizleştiren bu tutuculuk olmasın sakın?

Metin Çulhaoğlu:

Zorluyor gibi olmuyorsunuz; o dediğiniz yerde bırakılırsa elbette kolaycılık olur; sorunuzda söyledikleriniz, büyük ölçüde 1980’li yılların ikinci yarısına ve 1990’lı yılların başına özgüdür. O dönemlerde malum “elveda proletarya”, “ideolojilerin sonu”, “tarihin sonu” vb. bağlamında, bunlara karşı durmak için başvurulan söylemlerdi. İşçi sınıfının yok olmadığı, tarihin sonunun gelmediği, en azından bazı katılıkların buharlaşmadığı söyleniyor, böyleyse sosyalizm de vardır ve güncelliğini korumaktadır deniyordu. Yani son savunma hattıydı bu.

Dediğiniz gibi hep burada kalınırsa elbette kolaycılık, tembellik olur. Bu ülkenin sosyalistleri olarak bugün ilk savunma hattından daha ilerdeyiz; ama henüz çok eksiğimiz, eksikliklerimiz var. Sosyalizmin “güncelliği” diyorsak, Türkiye’de ve dünyada insanların sosyalizme yönelme, sosyalizmi isteme durumlarını, yani bu bağlamdaki uzaklıkları elbette dikkate alacağız, ama salt buna takılıp kalmayacağız. Türkiye’nin düzen içi herhangi bir kombinasyonla çözülmesi mümkün olmayan o kadar çok sorunu var ki… İşte bunları alacağız, kendi çözümümüzü önereceğiz ve “sosyalizm işte bu nedenlerle güncelliğini koruyor” diyeceğiz…

Can: Marksizm akademik bir çalışma haline geldi, gelmedi mi? En kalitelisi de Amerika’da ve Batı Avrupa’da yapılan… Böyle olunca yani kadrolu Marksist olunca ya da mücadelenin içinden gelse bile profesyonel olunca Marksistler, Marksizm de sosyalizmin güncelliği için kuram olmaktan çıkmıyor mu?

Metin Çulhaoğlu:

Marksizm’in doğuşundan bu yana bir “transformasyon sorunu” olagelmiştir. Bir huni gibi düşünebiliriz. Huninin üst kısmında Marksist düşüncenin teorik derinlikleri, zenginlikleri vardır. Burası geniştir; ama burada birikenler belirli bir ülkedeki siyasete, ülkedeki iktidarı değiştirme uğraşına bu genişlikte ve zenginlikte “yağmaz”, yağamaz, huninin çok daha dar ucundan akarak gideceği yere gider. Huninin üst kısmında Amerika ve Batı Avrupa’daki kaliteli Marksist çalışmalar mutlaka olsun, bizim görevimiz ise bu birikimi bir tür transformasyondan geçirip huninin altından aşağı akıtmaktır. Hepsi olsun dersek huniyi kafamızın üstüne koymuş oluruz ki bu da bizi böyle görenlere pek güven telkin etmez.

Can: İki kavram var sormak istediğim. İlki, toplumsal formasyon. Neyi kastediyorsunuz toplumsal formasyon derken. Marx’ta var mı bu kavram?

Metin Çulhaoğlu:

Şöyle bir açıklık getirmeye çalışayım: Bir kavramın “Marksist” sayılması için o kavramın mutlaka zamanında Marx’ın kendisi tarafından kullanılmış olması gerekemez. Marx’tan sonra, onun genel çözümleme çerçevesinden hareket eden, Marx’ın temel tespitlerini çelmeyen ve çizdiği çerçevenin dışına çıkmayan kavramlar da Marksist kavramlar sayılmalıdır. Örneğin Marx’ta bir “kapitalist üretim tarzı” kavramı vardır ve “kapitalist üretim tarzı” bir soyutlamadır; yani belirli bir zaman kesitinde ekonomik gelişmişlik derecesi, siyaset, rejim, ideolojik-kültürel yapı vb. açısından birbirinden çok farklı ülkeler bu kavram altında bir araya getirilebilir. Ancak, üretim tarzı her “ulus devlet” ölçeğinde kendini özgül biçimde somutlar, kendini böyle ortaya koyar ya da böyle tezahür eder. İşte, bu ölçek “kapitalist üretim tarzı” soyutlamasının ötesinde daha somut bir gerçekliktir ve bunların her birine “toplumsal formasyon” diyoruz. Marx’ın çerçevesi dışına çıkan herhangi bir yanı olmadığı için “Marksist kavram” olarak nitelenmesinde herhangi bir sakınca yoktur.

Toplumsal formasyon kavramı pratik, siyaset açısından da önemlidir. Örneğin kendimizi aynı zamanda Leninist de sayıyorsak, toplumsal formasyonun, temel çelişkinin (emek-sermaye çelişkisi) vazgeçilmez bir dolayımı olduğunu da kabul ederiz. Biraz basitleştirerek söylersek, sosyalist siyasetin yalnızca ve yalnızca temel çelişkinin gündelik tezahür biçimlerinden (manifestasyon), bunların doğrusal bir uzantısı olarak türetilebileceği görüşü ekonomizmdir; Leninistler, temel çelişkiye ve onun iki baş öznesinden biri olan işçi sınıfına “toplumsal formasyonun bütününden” kalkarak yönelmeyi savunurlar. Toplumsal formasyon dediğimiz “yerde” ise gençlik, kadın, çevre, kültür, ideoloji, siyaset, rejim vb. aklınıza ne gelirse hepsi vardır…

Can: Marx’ta olmayan kavramlar ya da “katkı” sayılabilecek kuramlar Marksizm’de olabilir mi? Denir ya, Marx, Marksist midir?

Metin Çulhaoğlu:

“Kavramlara” ilk sorunuzda değinmiştim. “Kuramlar” diyorsanız, ona da evet diyorum. Marx’ı da Marksist olarak görüyorum; zaten o malum sözü de “eğer böyle yorumlanıyorsa o zaman ben…” şeklinde söylemiştir.

“Kuramlar” da olabilir diyorum; olamayacağını söylemek gerçekten bağnazlık olur. Marx’ın kendi döneminde ele almaya zaman ayıramadığı olgular vardır; daha sonra dünyamız yeni olgularla karşılaşmıştır ve bundan sonra da karşılaşmaya devam edecektir. Şimdi, Marx’ın kendi sistemini oluşturan teorik çözümleme alanlarından hareketle ve Marx’ın yöntemlerini kullanarak bu olgulara teorik açılımlar getirmek elbette hem mümkün hem de meşrudur. Örneğin ben bugün “küreselleşme” denilen şeyin güncel bir teorik analizinin ya da kurgusunun, “emperyalizm teorisinden” de geriye, Marx’a, örneğin Manifesto’ya dönülerek yapılabileceğini düşünüyorum. Tekil ülkeler bazındaki teorik çözümlemelerin ötesinde, örneğin, “Marx’tan günümüze küçük burjuvazi” gibi bir alanda da çalışılabileceği görüşündeyim. Gerçekleşen bir örnek vermek gerekirse, “feodalizmden kapitalizme geçiş” meselesi Marksistler arasında enine boyuna tartışılmıştır ve buradan önemli sonuçlar çıkmıştır.   Bunun gibi, başka teorik çalışmalar da olabilir ve olmalıdır.

Can: Kabalaştırmayı göze alarak soruyorum, örneğin sizin açınızdan, başında Leninizm olmayan bir Marksizm’in kıymeti var mıdır?

Metin Çulhaoğlu:

“Başında” sözü oturmuyor, çünkü hep Marksizm-Leninizm denir, tersi denmez. Ama arkasından “Leninizm” gelmeyen bir Marksizm’in kıymeti var mı, diye soruyorsanız kuşkusuz vardır.

Leninizm’in bir Marksizm yorumu olarak özellikle siyaset ve örgütlenme alanlarında ona çok şey kattığı doğrudur. Bu anlamda kişisel olarak hem kendimi bir “Leninist” sayıyorum hem de Leninizm’in hiç eskimediğini ve eskimeyeceğini söylüyorum. Ancak, Leninizm’le takviye edilmemiş bir Marksizm’in kendi başına bir değer taşımadığı yolundaki görüşleri saçma, tutarsız, ilkel, çocukça ve bu nedenlerle de öfkelendirici buluyorum.

Önceleri yazdığım gibi Marksizm tıp bilimi ise Leninizm bir tür aşıdır. Çok gerekli bir aşıdır; ama siz herhangi bir aşının tıp biliminin yerine konduğunu, çok önemli bir aşı bulundu diye tıp biliminin değerini yitirdiğini hiç gördünüz mü?

Can: Açıkça, Leninist olmayan bir Marksizm sosyalizmi güncel kılabilir mi?

Metin Çulhaoğlu:

Güncel kılabilir; ama iktidara taşıyamaz; hadi iktidara taşıdı diyelim, iktidarı sürekli kılamaz. Marx, Gotha Programı’nın eleştirisinde komünist toplumun ilk evresini “kapitalizmin doğum lekelerini taşıyan” bir dönem olarak öngörmüştü. 19. yüzyıl sonlarındaki Marksistlerin, hatta belki de Marx’ın kendisinin düşündüğünden farklı olarak, kapitalizmin gelişimi ya da gelişmiş kapitalizm, bu doğum lekelerini azaltıcı, bu anlamda sosyalistlerin işini nispeten kolaylaştırıcı sonuçlar vermemiştir. Bu durumda bir kez daha öncülük dememiz, bir kez daha merkezi siyasal irade, bir kez daha merkezi planlama ve elbette bir kez daha proletarya diktatörlüğü dememiz gerekiyor. Özetle şunu söylüyorum: Bugün dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesinde “Leninist olmayan” bir sosyalizmin iktidar şansı vardır diyelim; ama böyle bir ülkede bile eğer iktidar sürecekse proletarya diktatörlüğünün şu ya da bu biçiminden başka yol yoktur.

Proletarya diktatörlüğünün kaçınılmaz olarak, doğası gereği tek parti diktatörlüğüne dönüşeceği, halkın katılımını, alttan gelen dinamikleri dışlayıcı özellikler taşıyacağı yolundaki görüşlere ise hiç katılmıyorum.

Can: İki kavram demiştim. İkincisi de Zayıf Halka. Uzun süredir (bizim uzunumuz bu: 15-20 yıldır) duyulmaz oldu zayıf halka teorisi… Türkiye, Doğu Avrupa hatta Rusya derken halkalar tahkim edildi. Zayıf halka teorisi güncel midir? Var mıdır bir Zayıf Halka?

Metin Çulhaoğlu:

“Zayıf halka” denilince hep şunu düşünmüşümdür: Yasa olan, öznelliklerin müdahalesinin payı asgari düzeyde tutularak “bilimsel-nesnel” analize tabi tutulabilecek olgu eşitsiz gelişmedir; “zayıf halka” da eşitsiz gelişmeyle bağlantılıdır, ama bu halkaya aynı gözle bakamazsınız, yani dünyaya şöyle bir baktıktan sonra belirli ülkeleri seçip “işte bunlar zayıf halka” diyemezsiniz. Deneyimli bir nalbur bile diyemez. Eşitsiz gelişme, kapitalizmin kendi nesnel dinamikleri dışında öznesi olmayan bir süreçtir; zayıf halka ise, onu öyle yapan öznellikler dışında tasavvur da edilemez, tespit de edilemez.

Özcesi şunu demiş oluyorum: Biz bu ülkenin sosyalistleri olarak kendimizi etkili, süreçlere müdahale edebilen bir özne olarak kurmadıkça, Türkiye’nin gerçek anlamda “zayıf halka” olması beklenemeyeceği gibi “biz pek yokuz, ama hiç olmazsa ülke zayıf halka” diye avunmak da pek tavsiye edilebilecek bir şey değildir.

Can: Eşitliğin, özgürlüğün gelişmesini sağlayacak; yıllardır “Alan var, alan var, boşluk var, boşluk var!” diye sevine sevine gelinen yerden döndürecek yeli, bizden yana estirecek siyaseti destekleyecek Marksizm içi tartışma nereden çıkacak?

Metin Çulhaoğlu:

Bakın, bu sorunuz karşısında biraz karamsar olduğumu söyleyebilirim. Karamsarlığım elbette Marksizm’in kendisine değil Türkiye’de, Türkiye solunda “tartışılma imkânlarına” ilişkin.

Önce, “Marksizm’in tartışılması” ile “Marksist tartışma” arasında bir ayrım yapalım isterseniz. İlki Marksizm’in geçerliliğine ilişkin bir tartışmadır ve Türkiye’de benim bilebildiğim ve görebildiğim kadarıyla gerçek anlamda yalnızca 1985-95 döneminde yapılmıştır.   Özel durumlar dışında yeniden gündeme getirilmesine gerek yoktur.

İkincisinden, “Marksist tartışma”dan ise bu ülkede siyaseten farklı yerlerde duran Marksistlerin dünyanın ve ülkenin sorunlarını kendi aralarında tartışmalarını kastediyorum. İşte bu konuda pek umutlu değilim. Zaten geçmişte de pek olmamıştır; olur gibi olmuştur, ama en kısa sürede karşılıklı stigmatizasyona dönüştürülmüştür. 60’larda tartışma başlar gibi olmuş, hemen ardından “revizyonist”, “oportünist”, “goşist”, “cuntacı” vb. etiketleri gelmiştir. Son dönem daha da beterdir: Bugün bu ülkede ucu da değil daha başı “Kemalist”, “Kürt kuyrukçusu”, “liberal” gibi yaftalara uzanmayacak bir tartışmayı şimdilik tasavvur edemiyorum.

Gerçekten hayıflanılacak bir durumdur; bu ülkede Marksist tartışma açısından birikimli ve donanımlı insanlar bile ama iç konsolidasyon için, ama “günümüzde geçer akçe budur” mantığıyla yaftalamaya giden kestirme yolu tercih etmektedir. Bu durumda mevcut sosyalist kolektifler eli yüzü düzgün bir tartışmayı kendileri başlatabilirler, şimdilik tek yol bu gibi görünüyor.

Can: Son olarak, Gençlerbirliği’nin hiç sesi soluğu çıkmıyor?

Metin Çulhaoğlu:

Ben bilinen anlamda Gençlerbirliği taraftarı değilim. Taraftarlığa 1960’lı yıllarda önce PTT, sonra Ankaragücü ile başladım. PTT çoktan yok oldu. 1970’ten bu yana Ankaragücü taraftarıyım; ancak kulübün başına gelenleri biliyorsunuz. Bugün Sportoto 2. Lig kırmızı grupta Eyüpspor, Büyükçekmece Tepecikspor gibi takımlarla mücadele ediyor. Gençlerbirliği’ni tutan arkadaşlarım olduğundan ve futbolu sevdiğimden ben de onlarla birlikte (pasolig çıkana kadar) maçlara gidiyordum.

Gençlerbirliği, çok daha iyisi için potansiyeli olduğu halde yönetimin zihniyeti nedeniyle bunu gerçekleştiremeyen ve gerçekleştiremeyecek bir kulüptür. Maddi bilgim yok, ama yönetimin şöyle bir düşünceyle hareket ettiğine emin gibiyim: “Bizim öyle üst sıralarda gözümüz falan yok; takım küme düşmesin, bir de gelecek sezona yüksek fiyatlarla satılabilecek birkaç ‘yıldız’ parlatalım, yeter…”

  • Tarih, Türkiye, Sosyalizm (Bir Mirasın Güncelliği)
  • Yazan: Metin Çulhaoğlu
  • Yayınevi: Yordam Kitap
  • Sayfa Sayısı: 208
  • Baskı Yılı: 2016
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Ne Çok İstanbul Var!

Read Next

Murakami’den uykusuzluk üzerine…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *