Natalia’nın öyküsü; Güvercinler Gittiğinde

Güvercinler Gittiğinde her şeyden çok bir aşk romanı. Hem de içinde duygusallık barındırmayan bir aşk romanı.

Savaşın, yoksulluğun, sınıf farkının, cinsiyetçiliğin, iktidara dayalı ilişkilerin, kaybolmuşluğun, çaresizliğin sessiz sedasız anlatıldığı bu romanı okuyup bitirdikten sonra içimde bitmeyen bir şeylerin olduğunu fark ettim. Roman bitmemişti, çünkü Natalia’yı düşünüyordum hala. Tanıdığım insanlardan birisi olmuş, gerçek bir karakter haline gelmişti.

Güvercinler Gittiğinde her şeyden çok bir aşk romanı. Hem de içinde duygusallık barındırmayan bir aşk romanı. Bu aşkın kahramanı Natalia’nın öyküsü, Diamant Meydanı’nda başlıyor ve yine orada bitiyor.

Gencecik ve tek başınayken tanıyoruz Natalia’yı. Sırf ona bakmak için yaşayan, hayatını ona adayan annesini kaybetmiş. Babası yeniden evlenmiş ve anlaşılan hayatında başka bir kadına daha yer yok. Kendisini dünyanın ortasında kaybolmuş gibi hissediyor Natalia. Birilerinin ona bir şeyler söylemesini bekliyor. Söylenenleri de itiraz etmeden yapıyor sürekli. Hayatın ona sunduklarıyla yolunu bulmaya çalışıyor. Sınıfını da cinsel kimliğini de sorgulamıyor. Ama biz kalbimiz titreyerek yoksulluğu ve bir kadınlık öyküsünü seyrediyoruz sahnede.

Köşemde, büyük bir korku içindeydim. Ve dediği gibi bana örnek olmak üzere yatağa girdiğinde ben soyunmaya başladım. O andan hep korkmuştum. Çiçekli bir yoldan girildiğini, gözyaşlarıyla dolu bir yoldan çıkıldığını söylemişlerdi. Ve seni neşeyle tuzağa düşürürlerdi … küçüklüğümden beri işittiğim, insanı parçaladıklarıydı. Ve ben parçalanmış olarak ölmekten hep çok korkmuştum. Kadınlar, derlerdi, parçalanarak ölür. Bu iş evlendiklerinde hemen başlar. Ve iyice parçalanmamışlarsa ebe bıçakla ya da cam şişenin parçasıyla parçalamayı tamamlar ve artık ebediyen öyle kalır kadınlar, ya parça parça ya da dikilmiş. …                                …Ben ağlamaya başlayınca Quimet çarşafların arasındaki kafasını kaldırıp ne olduğunu sordu, ben de ona itiraf ettim, parçalanmış olarak ölmekten korktuğumu. Güldü ve evet dedi, öyle bir olay vardı, kraliçe Bustamente olayı, kocası, kendisi uğraşmak istemediğinden, bir ata parçalattı onu ve sonuçta öldü. Sonra başladı gülmeye, güldü de güldü.

Çok gençken evlendiği Quimet ona Colometa (güvercin) adını takıyor. Bundan sonra Colometa oluyor Natalia. Tanıştıkları ilk günden itibaren Quimet’in peşinden bedeni ve ruhu hırpalanarak sürükleniyor.

Sonunda ne demek istediklerini anladım, bir adam mantardan yapılmış dediklerinde… çünkü mantardan olan artık bendim. Mantardan olduğum için değil mantarlaşmam gerektiği için. Ve yüreğimin de kardan olması. Devam edebilmek için mantar olmam gerekiyordu, çünkü kardan yürekli ve mantar değil de önceki gibi etten olursan, seni çimdiklediklerinde canın yanar, o çok yükseklerdeki daracık ve upuzun köprüden geçemezsin.

Merc’e Rodoreda Kafkaesk bir roman tasarlamış önce. Bir sürü güvercinin romanın başından sonuna dek kahramanını bunaltmasını istiyormuş. Ama roman giderek anılarının Diamant Meydanı’na ve orada dünyayı çocuk gözleriyle sürekli hayret ederek izleyen Natalia’ya dönüşmüş. Olayların akışı içinde güvercinlerin Natalia’nın hayatını kabusa çevirdiğini görüyoruz yine de. Bütün evini ve hayatını kaplayan güvercinlere karşı bir mücadeleye girişiyor Natalia. Hiçbir şeye karşı çıkmayan, başkaldırmayan birisi için bir devrim bu.  Bir yandan da yürek çarpıntıları onu uykularında bile rahat bırakmıyor.

İç savaş çıkar ve güvercinler gerçekten gider sonunda. Her şey gider. Tutunacak hiçbir şeyi kalmaz Natalia’nın. Yaşamın kıyısından aktar olan ikinci kocası döndürür onu. İki çocuğuyla sıcak bir yuvaya kavuşur.

Romanın sonlarına doğru Natalia’nın geçmişini sembolik olarak öldürdüğü bir sahne var. Bence asıl devrim orada saklı. Sabaha karşı elinde patates soyma bıçağıyla Diamant Meydanı’na çıkar, Quiment ile yaşadığı eve gelir, cinayeti orada, kapının önünde işler Natalia, ardından uzun yıllardır içinde taşıdığı çığlığı serbest bırakır. Geçmişi, gençliği ağzından dökülür. Çığlık o kadar büyüktür ki boğazından zar zor geçer. Oysa çığlıkla dışarı kaçan, sanki tükürükböceği gibidir. Ufacıktır ve hiçbir şeydir.

…  Ve eski hayatım boyunca yürümeye koyuldum, ta ki binanın duvarına, cumbanın altına varıncaya kadar. Kapı kapalıydı. Yukarı baktım ve Quimet’i gördüm, denize yakın bir kırın ortasında, ben Antoni’ye hamileyken, mavi bir çiçek veriyordu bana, sonra bana gülüyordu. Yukarı çıkmak istiyordum, bizim kata kadar, bizim terasımıza kadar, terazilere kadar ve geçerken onlara dokunmak istiyordum. O kapıdan Quimet’le evlenmiş olarak girmemin ve peşimde çocuklar Antoni’yle evlenmek üzere son kez çıkmamın üzerinden yıllar geçmişti. Sokak çirkindi ve bina çirkindi ve taşlı sokak sadece arabalar ve atlara göreydi. Fener uzaktaydı ve kapı önü karanlıktı. Quimet’in kapıda, kilidin üzerinde açtığı deliği aradım, ve hemen buldum: kilidin üzerinde ve mantarla kapatılmış. Bıçağın ucuyla mantar kırıntılarını çıkarmaya başladım. Mantar ufalanarak fırlıyordu. Bütün mantarı çıkardım ve o zaman içeri giremeyeceğimi anladım. Parmaklarımla ipi tutamazdım, çekip kapıyı açamazdım. Kanca yapmak için bir tel getirmem gerekirdi. Tam kapıyı yumruklayacaktım ki çok gürültü yapacağımı düşündüm, duvarı yumrukladım ve canım yandı. Sırtımı kapıya döndüm ve dinlendim, içerde şafak vaktiydi. Tekrar yüzümü kapıya döndüm ve bıçağın ucuyla ve gazete harfleriyle Colometa yazdım, iyice oyarak, sonra düşünmeden yürümeye koyuldum, duvarlar beni götürüyordu, adımlarım değil, ve Diamant Meydanı’na girdim…

Natalia (Colometa), geçmişini öldürüp ebedi terk edişi yaşadıktan sonra gün doğarken evine döner ve onunla bir hayatı paylaşan ikinci kocasına sarılır. Yazarının da söylemiyle derin bir aşk sahnesidir o.

… ve başım öyle sırtına dayalı, ölmesini istemediğimi düşündüm…    öyle uyuduk, uyumadan önce, elimi karnının üzerinden geçirirken, göbek deliğine rastladım ve kapatmak için parmağımı içine soktum…    Hiçbir kötü cadı onu göbeğinden emmesin ve beni Antonisiz bırakmasın diye…

Okuduğumda içimi burkan bir şey de Natalia’nın kızı Rita’nın , aşk uğruna da olsa, hayallerinden vazgeçmesiydi. Natalia’yı anladım, ama onu anlayamadım. Neyse ki onun öyküsü değildi Güvercinler Gittiğinde.

Kitabın sonunda Merce Rodoreda’nın bir yazısı var. Romanın yazılış öyküsünden söz ediyor yazar.  Orada söyledikleri, iyi edebiyat eserlerinin birbirini nasıl beslediğini gösteriyor bize. Dante, Lawrence,  James Joyce, Voltaire,Tolstoy, Balzac, Proust, Bernat Metge gözlerimizin önünden bir bir geçiyor. Bir kenarda da kutsal kitap duruyor usulca.

  • Güvercinler Gittiğinde
  • Yazar: Merce Rodoreda
  • Çeviri: Suna Kılıç
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Haziran 2016
  • Sayfa Sayısı: 224 Sayfa
  • Yayınevi: Alef Yayınevi
Nalan Arman
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Türkiye’nin ilk çizgi film okulu destek bekliyor

Read Next

Murat S. Dural ile Kibrit Ev üzerine…

3 Comments

  • 👏🌹Kadınlar……Çook beğendim…..Ellerine saglık arkadaşım…

  • Tek kelime ile harika…..

  • Kutluyorum seni güzel kadın ♥

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *