
Fuat Sevimay‘ın romanını okurken Kapalıçarşı’nın sokaklarında geziyorsunuz. Sokak isimlerinin nereden geldiğini ve romanda güzel bir aşk hikâyesine tanıklık ediyorsunuz.
“Ne masal ne gerçek. Ne bugün ne geçmiş. Aynı çarşı gibi.” (sayfa:265)
“1450’lerin ikinci yarısı, aylardan ağustostu. Marmara Adası’ndan yola çıkan mavnanın, Fatih Sultan Mehmed’in şehrine, İstanbul’a taşıdığı yük, mermer levhalardı. Nice badireden sonra tek bir mermer levha karaya ulaşabildi. Ama Kapalıçarşı’yı bezemek için daha çok mermere ihtiyaç vardı. Taşların sırrına eren Nazar Usta’nın iksirle çoğalttığı mermerler Trakya’dan gelen arkadaşlarıyla birleşince Kapalıçarşı’yı donatmanın önünde bir engel kalmadı. Ustanın el emeğiyle çarşıdaki dükkânlar bereketlendi ve çarşı, şehr-i İstanbul’un gözbebeği oldu. Fuat Sevimay mermerinden zanaatkârına, sultanından mimarına, esnafından müşterisine Kapalıçarşı’nın ruhunu ve o ruhu oluşturan efsunu, eğlenceli bir dille anlatıyor. Gerçekle hayalin, ciddiyetle mizahın iç içe geçtiği Kapalıçarşı, okuru çarşının sokaklarında, kuytu köşelerinde olduğu kadar yüzyıllar arasında da keyifle gezdirecek.” (tanıtım bülteninden)
Fuat Sevimay romanı daha önce okumamıştım. Aslında ben onu James Joyce’un “Finnegan Uyanması” adlı çevrilemez kabul edilen eserin çevirmeni olarak biliyordum. Sonra bu romanı gördüm ve okumaya başladım. James Joyce gibi gerçeklikle rüya arasında gidip geliyorsunuz. Bir şiirde mi yoksa romanda mı olduğunuzu anlamadan bir solukta roman bitiyor. Romanın sonlarına doğru bir sürprizle karşılaşıyorsunuz. James Joyce’un Ulysses adlı eserininin on beşinci bölümündeki gibi bir tiyatro oyunu sizi karşılıyor. ”İstanbul Şehir Tiyatrolarının İlk Temsili” adıyla üç perdelik bir piyes yazmış. Osmanlıca ya da eski dile aşina olmadığınız halde İhsan Oktay Kanar‘ın yaptığı gibi kullanılan kelimeler ve sözcüklerin anlamını bilmeden hissediyorken roman bitiyor. Bu güne kadar Fuat Sevimay okumamış olmaktan dolayı birazda hayıflandım denebilir. Romanda on dört kişinin hayatı var. Zaman ve mekan, düş ile gerçek, resmi tarih ile masallar birbirine girmiş durumda. Kapalıçarşı‘yı bitirdiğim zaman aklıma bir cümle geldi. Belki de geçmişten zihnimde kalan, nerede okuduğumu hatırlamadığım bir cümle. “Gerçek olamayacak kadar güzel. Düş olamayacak kadar gerçek.” Romanı okudukça akıyor. Dil samimi. Anlatıcı zaman zaman araya girip daha sonraki bölümler için ipucu veriyor. Bazen “siz hayal edin” bazen “bu hikâyeyi çocuklarda okuyacaktır burada anlatmam uygun olmaz” gibi cümlelerle okuyucuyu düş kurmaya zorluyor. Romanı okurken Kapalıçarşı’nın sokaklarında geziyorsunuz. Sokak isimlerinin nereden geldiğini ve romanda güzel bir aşk hikâyesine tanıklık ediyorsunuz. Ama bu aşk iki insan arasındaki aşk değil. Dediğim gibi bu roman aslında bir masal. Bu on dört insanın geldikleri yerler, kültürleri hatta dinleri farklı olsa da birinin yaptığının diğer yaşamları nasıl değiştirdiğine tanıklık ediyoruz. Hayatın, kuşu ile böceği ile midyesiyle, mermeriyle, kedisi ile ağacıyla birbirine nasıl bağlı olduğuna dair düşüncelerimizi geri çağırıyoruz. ”Benim o kitaptan anladığım ise birincisi, küçük olaylar büyük olaylara yol açar, ikincisi, günah insana mahsus, yeteri sakınmasını bil, üçüncüsü de, herkesin kaderi birbirine bağlıdır “ dedi. (sayfa:262) Bu arada yazarın etkilendiği yazarlara, ustalara sessizce selam gönderip, saygı ve hürmetini belirttiği anlara tanıklık ediyoruz. ”Kapalıçarşı’nın damına konan iki karga ile Poe ismiyle maruf bir kuzgun kötü kötü ötmektedir” (Sayfa:218)
“Göçmen kuşlar gibi, kışları bizimle, yazları güneyde yaşar.” Böyle, ‘Duvardaki saat beşi gösteriyordu’ diye başlayan öyküler. ’Huvat’ın bir gündüz bir gece süren yolculuğu sona ermişti’ diye başlayan romanlar yazıyor. (Sayfa:258)
“Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün değerli kurucusu Halit Ayarcı’nın vefat ettiği yirmi sıfır sekizde durmuştur ve mübarek saat hala o anı göstermektedir. (sayfa:256)
Roman hakkında biraz araştırma yaptığınızda 2015 yılında Ahmet Hamdi Tanpınar Roman yarışmasında ödül aldığını öğreniyorsunuz. Büyük Usta Lev Nikolayeviç Tolstoy “Harp ve Sulh” romanını iki yılda yazmışken on beş yılda yazdığı yoğun bir çalışmanın ürünü olan “SANAT NEDİR?” adlı eserinde ödülü sanatın üç düşmanından biri olarak tanımlar. Merak edenler için “Bizim toplumda sahte sanat yapıtları üretilmesinde etken olan üç koşul olduğunu düşünüyorum: Bunlardan ilki, yapıtlarına karşılık sanatçılara oldukça yüksek telif ücretleri ödenmesi ve bunun sonucu olarak da sanattan geçinmenin, yani profesyonelliğin yaygınlaşıp kurumsallaşması; ikincisi sanat eleştirisi; üçüncüsü ise, sanat okullarıdır.” (Sanat Nedir? Türkiye İş Bankası Yayınları, 6. Basım, sayfa 129) Yinede iyi ve zevkli romanların ödül aldığı istisnai durumlardan biri belki. Şimdi bazılarınız sanat eleştirmenliği ya da konumuz kitap olduğuna göre kitap eleştirmenliği kısmına bakıp gülümseyecekler. Ben sanırım kitap tanıtım yazısı yazıyorum sitede. Eleştiri yazabilmek için belki de önce bir roman yazmak gerekiyordur. Şimdilerde elimde yazarın Anarşik adlı romanı var. Belki ilerde onun hakkında da bir yazı yazarım.
![]()
|
- Umuduna Yaşamak - 29 Mart 2019
- Şehr-i İstanbul’un gözbebeği; Kapalıçarşı - 5 Mart 2018
- “Söz Uçar Yazı Kalır” - 31 Ekim 2016