Ses ve Sus!

Adnan Gerger’in ‘Ses ve Sus’ kitabı soruyor, toprak ağıt tutar mı? Tutar en derininden ve gürültülüsünden. Duymak isteyen yüreğiyle duyar, aklıyla duyar.

‘’İnsan sustu…
Ruhani dünya daha ne kadar ne zaman üç kuruşluk aklıyla dönüp duracaktı?
Sustu…
İlahından zühde varmış daha kaç din kalmıştı?
Sustu…
İlkel yanımız bağıra çağıra sancımaktan ne zaman vazgeçecekti?
Sustu…’’

Yeryüzündeki tüm erklerin ‘Ses’e karşı her zaman tetikte kaldığını, ‘Ses’i her zaman yok edilecek düşman olarak bellediğini düşünen, özümseyen, seslendiren bir yazar, şair ve gazeteci Adnan Gerger.

Coğrafya kader midir bilinmez ama asla ve asla zulmün kader olmadığıdır benim bildiğim. İnsanlığın tarihi kadar eski olan savaşlar hep iradi ve ego tapınmacılığı şeklinde başlamış, hep de ulvi bir kılıfla taçlandırılmıştır. İşte bu kitap insan arsızlığını ve amaçsız/doyumsuz saldırganlığını çırılçıplak bırakıyor karşımızda.

Hepimiz birer meseliz dillendirilen veya üstü örtülen, görünmezden gelinen. Sese bürünenlerle değil de susa bulananlar çıkaracak belki de geleceği aydınlığa. Ses’ten önce ‘Sus’ vardı, sonrasında da…

“İnsanın derdi olmaya görsün iskeletinden sıyrılmış, pelteleşmiş kuşatılmışlıklar aniden etrafını sarar. Giderek katılaşan çaresizliğin, kimsenin duyamadığı çıplak sessizlikte çoğalıverir.”

Kitapta dört meselden bahsedilir gibi yapılır ama aslında dünyanın bütün meselleri ele alınır. Her kanayan yüreğin ortak geçmişi yüzümüze çarpar soğuk, karanlık ve çaresizce. Yine de  insan olmanın farkındalığı çözüm olarak sunulur. Yüreklerin tek dili vardır, bedenlerin tek yurdu…

Adnan Gerger’in ‘Ses ve Sus’ kitabı soruyor, toprak ağıt tutar mı? Tutar en derininden ve gürültülüsünden. Duymak isteyen yüreğiyle duyar, aklıyla duyar. Duymak istemeyen için toprak üstü hep sessizdir, arkasını döner yatar. Toprak üstü bugünü, altı geçmişi anlatır tıpkı masal gibi, mesel gibi, ‘Ses ve Sus’ gibi…

“Ah! İnsanın insanı çürüttüğü nice coğrafya serildi bu atlasa, nice toprak insanın insandan akıttığı kanla sulandı, nice ekinlerin tomurcuklarına kan yürüdü topraktan. Kimisinin yurt belleyip üzerine düğün çadırları kurduğu toprağı, kimisi düşman belleyip savaş otağları ile donattı. Savaşarak, kan akıtarak aldığını yine savaşarak, kanı dökülerek geri verdi nice insan soyu. Uğruna can verirken de can alırken de toprağı sadece bir ana gibi saygıyla kucaklayamadılar, o bereketli ananın ellerine kınalar yakmak yerine kanla yıkadılar sinesini.”

Acıların sel olmasında çocukların suçu yoktur sadece. Büyüdükçe orasına burasına etiket yapıştırılan insan, zorla farklılaştırılmaya çalışılmış, renk renk boyanmış, dikteler havalarda uçuşmuş, sınıf sınıf istiflenmiştir. Tabiata inat, ruha inat kurallar yeryüzüne, yine küçükken özgür büyüdükçe esaretleşen insan ile serpiştirilmiştir. Kurallar, kurallar, kurallar… Karın tokluğu, ruh açlığı için var edilen soyutken somutlaştırılan zorba imgeler, sözcükler…

“Sözcükler de, dile getirildiklerinde anlamlarını yitireceklerinden korkuyorlardı. O acılar gibi. O acılar, babanın dilinin altına bir yara gibi yapışmış, pis kokulu bir şark çıbanına dönüşmüştü. İrini akıtamayan bir yara…”

Tanıklar büyütülür bedenlerin sessiz gölgelerinde. Yaşanmışlıkların sonsuza kadar var olma güçleri vardır. Gölgeni ya konuşturur, ya susturursun ama asla yok edemezsin.

“Gölgeler, senin ruhundur. Doğumundan ölümüne değin sırdaşındır. Hep yanı başındadır, hep vardır. Her şeyine tanıklık eder. Bu nedenle mi bilinmez, insan gölgesinden hep uzaklaşmaya çalışır.”

Sahnelenecek olaylar itina ile yazılır, çizilir. Kişiler seçilip, eğitilir. Her şeyden habersiz halklar arasına salınır. Sırf kan akıtılsın, anneler ağlasın, babaların boynu bükük kalsın, aşıklar sevdiklerini kaybetsin diye. Çıkar kazansın, güç kazansın, kötülük kazansın diye…

‘’Avcı, kendi avının avıdır.
Avlandılar.’’

Gerçeklerin yalanların altında ezildiği ama ölmediği, can çekiştiği yüzyıllarda insanlar hep geleceğe sığınır.

’Gecenin gündüzü kendi kör kuyusuna indirdiği tüm hikâyeler gibi karanlıktı. Kâinatın yaradılışından bu yana boy gösteren enva-i çeşit mahlûkatın cirit attığı masalsı bir geçmişten değil, sası bir gelecekten söz ediyordu.’’

Aşkın yakıştığı yürekler çoğu zaman acı ve korku taşır kan kokusunun havaya yayıldığı topraklarda. Kardeşlik, sevgili, akrabalık, hısımlık, komşuluk, arkadaşlık ipoteklidir karanlık planlarda.

‘’Lanetin ve kehanetin kabuklarını soyan korku şimdi de senin yüreğini hedef almıştı. Her tarafını yabani otlar bürümüş bakımsız ve karanlık bir bahçenin içerisindeki metruk bir binaydı yüreğin. Ve korku o binaya, gıcırtısıyla tüyler ürperten, kendiliğinden açılır arka kapısından davetsizce girmişti. Bu korkuyu hissettikçe, yağlı bir kazık göğsüne yavaş yavaş çakılacaktı.’’
‘’Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir… Lucius Annaeus Seneca’’

  • Ses ve Sus
  • Yazar: Adnan Gerger
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 2018
  • Sayfa Sayısı: 227 sayfa
  • Yayınevi: Karakarga Yayınları
Melek Altın Ertan
Latest posts by Melek Altın Ertan (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

83 ¼ Yaşındaki Hendrik Groen’un Gizli Güncesi

Read Next

Yalçın Küçük’ten Ütopya, Ara Güler’den Hamallar

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *