Somut Göçmen, Soyut Duygu

“Sevgi dolu” olup günlük hayattaki kişileri sevmemek!
İnsanların içinde yaşadığı koşullar, içlerinde yaşattıkları değerlerin ortaya çıkmasına pek uygun değil.

Ezelhan’ı tanıyor musunuz? Apartman merdiveninden çıkarken, kapıların gözetleme camından komşularının kendisini izlediğini biliyor. Binanın girişinde saldırıya uğramış, sopalarla dövülmüş olduğu için perişan halde basamakları adımlıyor. Bu halinden dolayı kendisinin suçlanacağının farkında. “Hırsız katil değilim!” diye haykırmak geliyor içinden. Komşularına, sayfalar boyunca onu izleyen bizlere, “Sizin bildiğiniz hiçbir suçu işlemedim!” demek istiyor.

Aslında böyle derken bile, hiçbir suç işlemediğini savunamıyor; sadece, bizim bildiğimiz herhangi bir suçu işlemediğini düşünüyor. Ne demek, bizim bildiğimiz suçlar? Bilmediğimiz suçu ne Ezelhan’ın?

İstanbul Zeytinburnu’ndaki o binada, virane dairesine girince de evine geldiğini hissetmiyor. Çünkü kendi memleketi değil orası. Memleketi Afganistan’dan yıllar önce ayrılmış. Avrupa ülkelerine de gitmiş, Amerika’ya da. Hemşerilerinin çoğunun aksine iyi eğitim görmüş. İngilizcesi de gelişmiş. Ama memleketine dönünce bunlar işe yaramamış. Tekrar ayrılmış yurdundan. Yolu buraya düşmüş işte. Bizim aramıza. Zeytinburnu’nda, kendisi gibi kaçıp gelmiş diğer yurttaşlarının çokça bulunduğu ve “Küçük Afganistan” denen yerde yaşıyor. Şimdilik. Bir mülteci, yaşadığı yerde kendini kalıcı hissedebilir mi? Hele ki oturma izni bile yoksa? Resmi olarak herhangi bir işte çalışamıyor, herhangi bir resmi kaydı bulunmuyorken? Orada istenmeyen biridir mülteci. Kayıtlarda görünmediği gibi, kendisi de bir anlamda yoktur.

İNSANSIZ SEVGİ!

Yeterince anlayışlı, sevecen, sorumluluk sahibi olmadığınızı düşünür müsünüz hiç? Bu değerlere olumsuz yaklaşan herhangi bir din veya kültür olabilir mi? Olmaz elbette. Ortak insanlık değerleri, hemen hemen bütün insanların içinde yaşamaktadır.

Ne var ki, insanların içinde yaşadığı koşullar, içlerinde yaşattıkları değerlerin ortaya çıkmasına pek uygun değil. Çok yaygın biçimde sevgisizliği, bencilliği, yalancılığı besleyen bir hayat yaşanıyor. Varlığını sürdürmek veya refaha ulaşmak amacıyla diğer insanların payına göz dikmek, kâr ve başarı için sürekli rekabet halinde bulunmak, kendisinin veya ailesinin çıkarları uğruna gerekirse başkalarının zarar görmesine neden olacak tercihlerde bulunmak… Böyle bir hayat yaşamayı, insanlar kendi seçimleri değil de iradelerinin dışındaki bir gerçeklik gibi görüyorlar.

Hepimizin olumsuz bulduğu değerler ve davranışlar, somut bir şekilde gündelik hayatımızda yer alıyor. Buna karşılık olumlu değerler soyut birer kavrama dönüşüyor. En başta da “sevgi” yabancılaşıyor insana.

Örneğin insan sevgisi, gerçekte karşılığı olmayan insanlara yöneliyor. Çevrenizde kime sorsanız, “Türk milleti”ni sevdiğini söyler. Gerçekten de öyle hisseder, öyle sanır. Fenerbahçelilere, çocuklara, Müslümanlara, öyle “şey”lere sevgi duyduğunu düşünür. Fakat trafikte, mahallede, işyerinde bu sevgi kolay kolay ortaya çıkmaz. Zihindeki soyut “insan” veya “Türk milleti” onca sevilirken, günlük hayattaki somut insanlara karşı böyle bir duygu pek hissedilmez. Bir kariyer için alt edilmeye çalışılan, evine haciz gönderilmesi gereken, varlığı rahatsızlık veren kişiler gibi algılanır, gerçek insanlar.

İnsanlık değerlerini böyle soyut biçimde benimseyince, ortaya çıkan olumsuz özelliklerini, kişi kendi özelliği gibi görmüyor. Hissedilen nefret veya başka bir olumsuzluğun sorumlusu, ille de karşısındaki kişi kabul ediliyor. Bir suçlama ve kolayca yargılama refleksi gelişiyor. Karşılaştığı kişi yoksulsa, zengin olmayı hak etmemiştir! Eğitimsizse, görgüsüzse, bu onun kişisel suçudur!

Bu “soyut sevgi” gerçeği, herhalde en çok mülteciler söz konusu olunca ortaya çıkıyor. “Normal” halinizdeyken yabancı insanları da genel olarak, yani soyut biçimde seviyorsunuz. Ama karşılaştıkça sokaklarda, hatta işyerlerinde mültecilerin verdiği rahatsızlıkları somut biçimde algılıyorsunuz. Zaten zamanınız da yok, durup derinlemesine düşünmeye; sonuçta yaşadığınız öfke, duyduğunuz rahatsızlık, bir yere yönelecek! Kendinizi sevgisiz, suçlu kabul edecek değilsiniz ya; karşılaştığınız o insanların bir suçu olduğunu, sevgiye değer olmadığını kabul etmeniz çok daha kolaydır.

BAKMAK, GÖRMEK

Bütün güzel duygularınızı soyut insanlara ve bu arada, karşılaşmadığınız mültecilere yöneltebilirsiniz. Karşılaştığınız herhangi bir Afgan mültecinin ise büyük olasılıkla terörist, cahil, kadın düşmanı olduğunu düşünmenize engel değildir bu.

Mülteci romanını okumak, konuya böyle yaklaşmanıza engel olacaktır. Soyut duygular aleminde yaşamaya devam etmeyi tercih ediyorsanız, Kemal Siyahhan’ın bu kitabından uzak durmalısınız. Okudukça, Ezelhan’ın “Sokaklar ceset doluydu.” diye açıkladığı mazerete daha anlayışlı yaklaşırsınız. “Artık cehaletten korkmuyorduk, zalimlerin zulmü cehalete razı etmişti bizi.” Mültecilerin size rahatsızlık veren durumlarını ve özelliklerini anladıkça, bazen hak vermeseniz de, onları suçlamak kolaycılığına pek kapılamayacaksınız.

Romanda, mültecilik konusu dışında, her dönemde ve her bölgede geçerli temalara da değiniliyor. Ezelhan, kayıt dışı da olsa, iyi bildiği İngilizce sayesinde iş bulup biraz para kazanmaya başlayınca, nasıl da özgüvenli birine dönüşüyor. Aynı evde kaldığı en yakın arkadaşıyla iletişiminde bile, “Lorin kadar para kazanabilmek” sayesinde cesaretlenebiliyor.

Ayrıca, refah koşullarda yaşayan “yerli” sevgilisi ile Ezelhan’ın karmaşık bir aşk ilişkisi de, mültecilik meselesini aşacak biçimde işleniyor. Daha da yakınlaşmak için bir yandan genç kadından hamle beklerken bir yandan da bağlı olduğu dinsel inançların engeliyle karşı karşıya kalıyor.

Ezelhan en iç burkan ilişkisini, göçmen evinin bir köşesinde ağ kurmuş bir örümcekle yaşıyor. Onun da ağını kurduktan sonra kendi dışındaki gelişmeleri beklemekle geçen hayatını, yalnızlığını anlıyor. Oysa örümcekler, kolektif üreten, toplumsal hayat kuran canlılar değil ki! Onların “soyut sevgi” gibi kandırmacalarla işi yok.

  • Mülteci
  • Yazar: Kemal Siyahhan
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Eylül 2016
  • Sayfa Sayısı: 191 Sayfa
  • Yayınevi: Sel Yayıncılık

 

Zafer Köse
Latest posts by Zafer Köse (see all)
Vinkmag ad

Read Previous

Bünyamin Aygün’ün “IŞİD’in Elinde 40 Gün” adlı kitabı İtalya’da yayımlandı

Read Next

Bir Edebiyat Adası: Yaşar Kemal…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *