Varoluşun Alacakaranlığında Gezen Öyküler

Okuyucunun hemen her öyküde insanın yeryüzündeki varoluş yolculuğuna yönelik bir anlam arayışının izlerine çarparak yalın ve çarpıcı sorularla sarsılması kaçınılmaz.

Borges, “kuşkusuz, ustalarından biri olan Poe’ya benzer bir biçimde fantastik öykülerinin gerçek görünmelerini istemez,” der Giovanni Papini için. Ve şöyle devam eder:

“Okuyucu, daha başından her bir öykünün ortamının gerçekdışı olduğunu sezinler.”

Kaçan Ayna işte böyle öykülerle ‘melankolik bir alacakaranlığa’ seslenen ve kırık bir aynadan yansıyan kahramanlarıyla insanın varoluşsal kaygılarını dile getiriyor.

Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından Babil Kitaplığı serisi içinde Şadan Karadeniz tarafından dilimize çevrilen bu eser, Papini’nin zengin ve çok katmanlı dünyasına adım atmamız için Borges önerisi olmak gibi bir ayrıcalığa sahip.

Okuyucunun hemen her öyküde insanın yeryüzündeki varoluş yolculuğuna yönelik bir anlam arayışının izlerine çarparak yalın ve çarpıcı sorularla sarsılması kaçınılmaz.

Zaman, ölüm, benlik karmaşası gibi konularda tadına doyum olmaz pencereler açmayı öylesine farklı ve özgün bir yaklaşımla başarıyor ki Papini, onun onulmaz bir biçimde bir ozan olduğunu vurgulayan Borges’e katılmamak elde değil.

Kitabın ilk öyküsü Havuzda İki Yansı benliğin zamandaki kırılmalarını kendimizin geçmiş yaşantılarını bir çırpıda nasıl da yadırgayabileceğimizi anlatır. Bahçenin ölgünlüğünden ve havuzun büyülü sularından doğan bir adam imgesi gerçeküstü bir metafora dönüşürken “yalnızca olanaksızın gerçekleştiği” bir atmosferde yalınayak yürür gibi dolaşmaya başlarız. Böylece kahramanımızın “artık geçmiş olan kendisiyle birlikte kestirilemeyen bir sevinçle dolu” olarak yaşadığı birkaç güne ve sonrasındaki duygularına tanık oluruz. Kim zamana yenilmemiştir ki? İnsan kendi tarihiyle bir vicdan sorgulaması yapmadan nasıl yüzleşebilir?

Hem zaten anılarımızdan arınmadan yaşamak çabamıza devam edebilmemiz mümkün olabilir mi hiç? İşte böyle sorularla dolup taşan biridir artık havuzdaki yansısından kurtulan kahramanımız. Ve şöyle biter bu gerçeküstü vazgeçiş:

“Şimdi hâlâ dünyada, büyük kıyı kentlerinde yaşıyorum; anısını kesin olarak çıkaramadığım bir şeyim eksikmiş gibi geliyor bana. Ne zaman neşe, aptalca gülümseyişleriyle içimi sarsa, kendi kendini öldüren, ama gene de yaşamayı sürdüren tek adamın ben olduğumu düşünüyorum. Ama bu ciddileşmeme yetmiyor.” (s.17)

Saçma Sapan Bir Öykü üstkurmaca oyunlarla kendi hayat hikâyesini hiç tanımadığı bir adamdan yazdığı bir öykü olarak dinleyen birinin yaşadığı sarsıcı karmaşayı anlatıyor.

“(…) eski haritayla kaplı pas renkli o iğrenç kitabında arsızca, acımasızca anlattığı bütün bu şeyleri kimden duymuş olabilirdi? Ancak bu adam bu öyküyü kendisinin uydurduğunu öne sürüyor, benim yaşamımı, tüm yaşamımı hayal ürünü bir öykü diye sunuyordu bana!” (s. 23)

Önceyle sonranın iç içe geçtiği, şimdinin sonsuz bir yarına dönüştüğü bu öykülerin lirik kahramanlarından biri de üçüncü öykü olan Zihinsel Bir Ölüm adlı öyküde çıkar karşımıza. Yaşam ve ölümün diyalektik bütünlüğünü deneysel bir çabayla kendi hayatını ölümle eşleştirerek kanıtlamaya çalışır bu öykünün kahramanı.

“Bir an yoğun bir biçimde yaşamayı başarabilirsek, yaşam ağır bir ölümdür, her duyusal haz, bu uzun can çekişin onca sıçrayışından, ölüm hırıltısından biridir yalnızca.” (s. 41)

Değil midir? Üstelik yaşamı oluşturan çabalarımıza hayır diyebilirsek “her şeyi kabul etmekle her şeyi reddetmek denkleşir, birbiriyle kaynaşır, tek bir şey olur. İstemek zordur, ama hiç istememek daha zordur.” (s. 42)

İşte kişisel ve daha önce denenmemiş bir intiharın düşünsel alt yapısı…  “Yaşamın anlamının ölümde olduğuna” yönelik bir düşünceyi kanıtlamak isteyen bu öykü kahramanının duygu ve düşünce dünyasına yazarın kendi karamsarlığından bir şeyler kattığını bir aşırı yorum olarak ekleyelim.

Hasta Beyefendinin Son Ziyareti gerçeküstü unsurlarla üstkurmacanın harika bir dille harmanlandığı bir öykü. “Ben bir düşün görüntüsünden başka bir şey değilim” diyen bir adamın kendi gerçekliğini arayışından muhteşem bir kurmaca yaratmış Papini. Kendisini düşleyen kişiyi arayan bu öykü kahramanı hali oldukça trajiktir:

“Bu birisinin düşü, öyle kalıcı, öyle yoğun ki, uyanık olan insanlara da görünür oldum. Ama uyanıklığın dünyası, somut gerçekliklerin dünyası benim dünyam değil. Varoluşunuzun kaba dayanışması arasında kendimi öylesine rahatsız duyumsuyorum ki! Benim yaşamım, uykuya dalmış yaratıcımın ruhunda yavaş yavaş akan bir yaşam…”

Kendi gerçekliğine yönelik soruların yanıtlarını arayarak avunmaya çalışır:

“Yoksa hiçbir zaman bitmeyecek bir düşün parçası mıyım? Sonsuza dek uyuyacak, sonsuza dek düş görecek birinin düşü müyüm?”

Bu her biri heyecan verici bir yaratıcılık ve ışıltılı bir zekanın ürünü olan öykülerde Papini gerçekten varoluşsal sorunlara ironik bir şekilde bazen doğrudan bazen dolaylı olarak temas eder.

Yalnızca Kaçan Ayna’yı okumak bile yazarın bu ironisinin derinliğini anlamak için yeterlidir:

“insanlar; yaşamınızın tümü, sizin kendi kendinizi lanetlemek için tasarladığınız korkunç bir oyundur; sizin bu kaçan aynaya doğru koşuşunuza yalnızca şeytanlar güler!” (s.93)

Ben Giovanni Papini okumaya devam etmeyi düşünüyorum, sizlere de şiddetle öneririm.

 

  • Kaçan Ayna
  • Yazar: Giovanni Papini
  • Çeviri: Şadan Karadeniz
  • Türü: Öykü
  • Baskı Yılı: 2016
  • Sayfa Sayısı: 104 Sayfa
  • Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi

 

Nilüfer Kaya
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Joy Williams ilk kez Türkçe’de

Read Next

“Adaletin iyiden, kuvvetsizden yanalığını ben ne duydum, ne gördüm”

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *