Walter Scott – Kara Şövalye (Ivanhoe)

“Kara Şövalye”, Walter Scott’un en iyi romanı sayılmamamakla birlikte en popüleri olduğundan kimsenin kuşkusu yoktur.

Tarihi roman türünün babası sayılan Walter Scott, 15 Ağustos 1771’de İskoçya’nın Edinburgh kentinde doğdu ve hukuk tahsilini bitirene dek bu kentte yaşadı. Edinburgh barosuna kabul edilmesine rağmen, asıl merakı folklor ve halk şarkıları üzerineydi. Nitekim 1803’deki ilk çalışması İskoç halk şarkılarını konu edinen üç ciltlik bir inceleme oldu. Ayrıca kendisi de İskoç folklorüne ve efsanelerine dayanan romantik şiirler yazdı. Ancak o yıllar İngiltere’sinde romantik şiire damgasını vuran iki ateşli şair; Lord Byron ve Percy Shelley vardı. Scott’un onlarla boy ölçüşmesi mümkün değildi. O da romana yöneldi; folklor ve efsaneleri romana taşıdı. İlk romanı “Waverly” 1814’te yayımlandı ancak o yıllarda, roman yazımı edebiyatın düşük bir türü olarak değerlendirildiğinden, 1827’ye kadar yazdıklarını üstlenmeyecekti.

Saray tarafından “baron” ünvanına layık görülen ve adı “Sir” eki ile birlikte anılan Walter Scott’un ilk romanları, Waverly dönemi romanları olarak bilinir. Kitaplarının halk tarafından sevildiğini ve çok sayıda okuyucuya ulaştığını yaşarken gören yazarlardandır Scott. Ne var ki, maddi durumu yanlış yatırımları nedeniyle hep kötü olmuş, hayatının büyük bir bölümünü borçlarını ödemekle geçirmiştir.

Hepsi de İskoç tarihindeki olaylardan esinlenerek yazılan Waverly romanlarından, 1820 tarihli “Kara Şövalye” ile İngiltere tarihine adım atmış ve ilk dönemini noktalamıştır. 1823’de yazdığı “Quentin Durward”ın konusu ise Fransız Devrimi’ne aittir. Sıkışan maddi durumunu düzeltmek için 1826’dan sonra -aceleyle- yazdığı romanları edebi açıdan başarılı olmamakla birlikte, Walter Scott adı, onların da geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmasına yetecek, yazar borç yükünden kurtulacak ama sağlığını yitirecek, tedavi için gittiği İtalya’da 21 Eylül 1832’de hayata veda edecektir.

Ivonhoe

Wilfred of İvanhoe, Rotherwood Grange Lord’u Celdric’in oğludur, ama Norman kralı Aslan Yürekli Richard’ın ordusuyla Haçlı seferlerine katıldığı için, bir Saxon olan babası tarafından reddedilmiştir. Kral Richard’ın yokluğunda ise İngiltere tahtı, kralın kardeşi olan kötü kalpli Prens John’a kalmıştır ve tahtı bırakmaya hiç de niyetli değildir John. Hikayenin başlangıcında, Ivanhoe’nun İngiltere’ye döndüğünü kimse bilmez, elbette Kral Richard’ın akibeti de meçhuldür. Ancak, yazar okuyucularına bu yönde ümit vermeden duramaz.

Düzenlenen bir yarışa -zırhları içinde tanınması mümkün olmayarak- katılan Ivanhoe, rakiplerini birer birer yenerken, zor duruma düştüğünde imdadına kara zırhlı bir başka esrarengiz şövalye koşar. Yarışmayı kazan Ivanhoe, sevgilisi Rovena’nın önünde miğferini çıkarır ve kimliğini açıklar. Ancak yaralarının etkisiyle bayılır. Tedavisi ile yahudi tefeci Isaac ve güzel kızı Rebecca ilgilenmek isterlerse de, yine romanın kötülerinden olan Sir Bois-Guilbert tarafından kaçırılırlar. Sir Bois, Rebeccaya göz koymuştur ve ondan Hristiyan olup kendisiyle evlenmesini istemektedir.

Kara şövalyenin Kral Richard olduğu söylentisi yayılır. Bunu duyan ve zaten yönetimden hoşnutsuz olan köylüler -aralarında Robin Hood da olmak üzere- toplanmaya başlarlar. Rebecca’yı kurtarmak isteyen Ivonhoe, Sir Bois’i öldürür. Kimliğini açıklayan Kral Richard’ın araya girmesiyle, Lord Celdric Ivonhoe’yi affeder, Ivonhoe ve Rovena evlenirler. Richard, krallığını geri alır. Romanın sonundaki düğün sahnesinde, Saxonlar ve Normanlar birlikte eğlenirlerken, davetliler arasında Robin Hood ve köylüler de vardır.

Büyük bir hikaye anlatıcısı olarak Walter Scott

“Kara Şövalye”, Walter Scott’un en iyi romanı sayılmamamakla birlikte en popüleri olduğundan kimsenin kuşkusu yoktur. XII. yüzyıl İngiltere’sindeki taht kavgaları ve feodal yaşamda geçerli olan değer yargıları üzerine kurulu hikayesinde bir çok farklı mekan ve karaktere yer verilmiş, buna zayıf olay örgüsü ve rastlantı bolluğu da eklenince ortaya -açıkçası- başarısız bir roman çıkmıştır. Robin Hood ve Aslan Yürekli Richard gibi İngiltere tarihinin önemli şahsiyetleri, daha doğrusu tarihi kahramanları, yazarın yarattığı karakterlerle birlikte işlenmiş ama metindeki hiç bir karakter derinlemesine anlatılmamıştır. Üstelik metindeki diyaloglar donuk ve yapaydır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, “Kara Şövalye” çok uzun yıllar boyunca okunmuş ve sevilmiştir. Çünkü, Walter Scott, usta bir hikaye anlatıcısıdır.

Forster, “Roman Sanatı” adlı incelemesinde, Scott’un metinlerindeki bu çelişkili duruma değinirken, Scott’u pek sevmediğini itiraf eder. “Düşüncelerini önemsiz, yazış biçimini ağır, olayları bağlayıp yapı kurmada beceriksiz” bulur onu. Ancak, Walter Scott’un hikaye anlatmadaki ustalığını teslim eder. “Scott’da ilkel bir güç, okuyucuyu beklenti içinde tutabilmek, onun merak duygusuyla oynayabilmek gücü vardır”. Yani Scott, okuyucusuna “bakalım bundan sonra ne olacak” sorusunu sordurmayı başaran bir yazardır. Edebi değerlendirmede küçümsenmekle birlikte, hikaye anlatımı -o yıllarda- bir romanı roman yapan en önemli özelliktir…

Romanın en yüksek biçimine 19.yüzyılda eriştiğini düşünen ve klasik anlatım tekniği tercih eden edebiyat kuramcıları ise büyük bir gerçekçi olarak selamlarlar Sir Walter Scott’u; O, “fırtınalı ve amansız bir çağın çocuğu olarak, geçmişin çözümsel olarak incelenişi ile geçmiş yaşam, töre ve gelenek üzerine bilgisini keskin bir tarih duygusuyla birleştirmiş; romanlarında insanı sadece toplumun bir üyesi olarak değil, tarihsel sürecin içinde yer alan birisi olarak da ortaya koymuştur. Klasikçilikte, kahramanı idealleştirme, hatta kişiyi olumsuz çizgileriyle bile soylulaştıracak denli abartma eğilimi yer alırken, Scott’un kahramanları basit kişilerden seçilmiştir, bir parçası olduğu çevresine kendi bireysel doğası ve manevi dünyasıyla bağlı olan bütünleşmiş kişilerdir. Bu nedenle, tarihsel insan olarak, yani, belli bir toplumsal gücün bir temsilcisi, toplumda çatışan güçlerin bir kesişme noktası olarak hareket ederler. Böyle bir kişi çizim ilkesi, gerçekçiliğin zeferini de temsil etmektedir”..!

Scott’da tarih ve tarihi kişiler

Bugün yazılan tarihsel fantazilere baktığımızda, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana yaşamış ya da yaşadığı varsayılan bir çok karizmatik kişiyle karşılaşır, gerçekten vuku bulmuş tarihi olaylara tanık oluruz. Walter Scott’un romanlarında da vardır benzer kişi ve olaylar, ama önemli farklılıklarla… Bu farklılıkların altını, bir başka ünlü romancı; Balzac, çok iyi çizecektir; “Roman, büyük tarihsel figürlerin görünmesine ancak ikinci derecede karakterler olarak katlanır. -Scott’un romanlarında- Cronwell, Charles II, İskoçya Kraliçesi Mary, Loui XI, İngiltere Kraliçesi Elizabeth, Arslan Yürekli Richard, bütün bu büyük kişiler ancak kısa sürelerde görünürler sahnede, o da bu edebi biçimin yaratıcısının dokuduğu dramatik konu, onların sahnede görünmesini gerekli kıldığı zaman! Yoksa, okuyucu bir çok ikinci dereceden karakterle tanışmadan ve büyük tarihi kişinin yakında ortaya çıkışının tepkilerini paylaşmadan önce değil. O büyük kişi sahneye çıktığı zaman da, okuyucu, onu hikayedeki daha küçük karakterlerin gözüyle görüyordur artık”.

Balzac’a göre; roman kişisi olarak gerçek tarihi şahsiyetin üstleneceği rol böyle olmalıdır. Peki ya gerçek tarihi olaylar? Roman hakkındaki görüşlerini açıklarken sık sık Walter Scott’u örnek gösteren ve kendisini onun takipçisi sayan Balzac, toplumsal öğelerin karakteristik gelişiminde bulunan iç zenginlikler yerine büyük tarihsel olayların dış parıltısını konu olarak seçen bir yazarın mesleğini bilmediğini iddia eder ve referansı yine Scott olur; “Scott, kalemine konu olarak hiç bir zaman büyük olayları seçmez, fakat o büyük olaylara götüren nedenleri, çağının ruhsal ve ahlaki durumunu betimleyerek, -büyük politik olayların çok ayrı, belirgin atmosferinde hareket edeceği yerde- tüm toplumsal ortamı vererek, dikkatle geliştirir”.

Tarih ve roman arasındaki sonu gelmeyen ilişkinin kurucusu Scott için tarih, ne kendi sıfatlarından başka ta­rihle hiçbir biçimde ilintisi olmayan birtakım kişilere tarihsel giysiler giydirilen büyük bir tiyatro gardrobu, ne de herkesi kendi kişisel çıkarlarına alet eden tek güçlü bireyin at koşturduğu akıldışı, anlaşılmaz bir alandır. “Walter Scott, büyük tarihi olayların kendisini anlatmaz; onun ilgi duyduğu şey, bu olayların nedeni, niçinidir; dolayısıyla kesin bir çarpışmanın tam bir betimlemesini vermez, stratejinin ya da kullanılan taktiklerin çözümlemesini yapmaz; onun bize verdiği şey, her iki kamptaki, yenenin çarpışmayı kazanmasının neden kaçınılmaz olduğunu okuyucusuna göstermek için daha genel bir eylem içinde kaybolan küçük günlük olaylar şeklinde gösterilen insani, toplumsal ve moral atmosferin tablosudur”.

Romanları

  • Waverly, 1814
  • Guy Mannering, 1815
  • The Antiquary, 1816
  • Old Morality, 1816
  • The Herat of Midiothion, 1818
  • Rob Roy, 1818
  • The Bride of Lammermoor, 1819
  • A Legend of Montrose, 1819
  • Ivanhoe, 1820
  • The Monastery, 1820
  • The Abbot, 1820
  • Kenilworth, 1821
  • The Pirate, 1822
  • The Fortune of Nigel, 1822
  • Peveril of the Peak, 1822
  • Quentin Durward, 1823
  • St.Ronan’s Well, 1823
  • Redgauntlet, 1824
  • Talisman, 1825
  • Woodstock,1826
  • The Life of Napoleon Bonaparte, 1827
  • The Tales of a Grandfather,1828-1831
  • The Fair Maid of Perth, 1828
  • Anne of Gelerstein, 1829
  • Letters on Demonology, 1830
  • Count Rober of Paris, 1832
  • Castle Dangerous, 1832
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Aynı Anda 33 Ülkede; “Maestra”

Read Next

Onlar tıpkı bir serçe gibiler

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *