Yol İle Dem

Metin Hara her iki kitabında da birinci tekil şahsa değil ikinci tekile seslenerek “Sen” diyor. Sen’sin bu evrenin böyle olma sebebi ve hep Sen sebep olacaksın.

“Kendimden başka bir eksiğim yok.”
Franz KAFKA

Yol ile Dem’i yazmaya hazırlanıyorum. ‘Ve’ bağlacını da kullanabilirdim elbet Yol ile Dem derken. Fakat birbirine bağlı aynı zamanda birbirinden farklı bu iki kitabı ‘ile’ bağlacı daha iyi birbirine tutturuyor. Dem, Yol’un devamı çünkü. Devamı lakin farklı bir farkındalığa konumlanmış olanı.

Ne demek mi istiyorum?

Kırk yıldır içinde hemhal olduğum kendimi bulma sürecini dört satırda anlatamam elbet. Fakat şunu yapabilirim: Kendimi en iyi ifade ettiğim alandan ‘edebiyattan ve edebiyatçılardan’ destek alabilirim.

Bu yazı kendi içinde taklalar, saltolar, inişler, çıkışlar, kaybetmeler, bulmalar, farkındalıklar, farkında olamamalar, görmeler, körlükler, doğru nefesler, boğazda düğümlenmeler, kaybolmalar ve nihayet eğer olursa bulmalar eşliğinde yazılacak.

Bu yazıya Kafka’nın bir sözü ile başlamak Yol ve Dem’in yazarı olan Metin Hara için hiç de olumsuz bir örnek değil. Zira altı çocuktan ilki olan, iki erkek kardeşi çocukken ölen, üç kız kardeşi ise Nazi zulmünde ölen, annesi son derece pasif, babası son derece despot olan Kafka kendi zifiri karanlık dünyasından kendisinden sonra tüm edebiyat dünyasını etkileyecek ve kuşaklar boyu okunacak  yeni bir dünya yarattı.  Çok büyük bir eksiği vardı üstelik: KENDİSİ

“Her adımda, kendinden bir parçayı geride bırakmaya hazır mısın? Bu yol sende başlayıp sende bitecek. Zihninde başlayıp kalbe doğru uzanan bir yolculuk yapacağız kitap boyunca… Hakikati duymaya hazırsan artık başlıyoruz! Sana, duyduğun en büyük yalanları aslında gözlerinin anlattığını söylesem ve gözlerini açık tutma çabanın seni körleştirdiğini hatırlatsam bana ne dersin? İnanmazsın değil mi? Güzel…  Hiçbir şeye inanma… İnanç seni tutsak eder… Seni ancak hakikat özgürleştirebilir!” (YOL)

‘Kendi içinde yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak.’ der Rilke. Neden acaba? Neden herkese rastlarda kendine bir türlü rastlayamaz insan? En ağır yükleri aslında sırtımızda değil; içimizde taşıdığımız için mi; ne dersiniz?

“Her zaman olduğu gibi, şu an da seçim yine senin! Hadi şimdi gözlerini gerçekten kapat… Her yer bir anda karanlık oldu mu? Güzel… Sence neden karanlıktasın? Her yer günlük güneşlik, ışık içindeyken ve senin gözlerin kapalı olduğu halde bile güneş tepende durup seni aydınlatmaya devam ettiği halde sen yine de karanlıktasın. İşte senin hayatı yaşama biçimin bu… Karanlığı yaşamak, senin kendi tercihin. Hayatın boyunca gözlerin hep kapalı kaldığından, kendi güneşini göremiyorsun!” (YOL)

Kendimizi mahkum ettiğimiz bu karanlığı Sartre; “Gırtlağımıza kadar kendi yaşamımızın içine gömülmek” olarak tanımlar. Bunca öğreti, inanç, peygamber, kutsal kitap arasında kendi hayatı içinde kendini boğan tek yaratılandır İNSAN.

“Sana “O” nun sureti olduğunu söylesem, bana inanmazsın değil mi? Doğduğun günden beri günahkar olduğuna inandın ama! Öfkeyle dolu bir dünyaya da seve seve inanırsın değil mi? Hatta insanoğlunun doğasının kötü olduğuna bile inandın. Zihnin tutsaklığından özgürleşmeye başladığında, inançlarının ötesindeki hakikat seni bekliyor olacak…” (YOL)

Stefan Zweig, İkinci Dünya Savaşı’nın biteceğine inanmadığı için karısıyla birlikte intihar etti. Ardında çok güzel yazılmış yazar biyografileri bıraktı. Zweig, Dünya’ya olan güvenini ve inancını yitirmiş bir yazardı. Fakat ne büyük bir ironidir ki en harika biyografisini sarhoş bir baba, hasta bir annenin çocuğu olarak doğmuş, yatılı okullarda yalnız çocukluk geçirmiş, bitmeyen depresyon ve sara nöbetlerine tutulmuş ve ölümden son anda kurtulmuş bir yazar olan Dostoyevski için yazdı. Bunun adına var olmanın somut tezahürü veya dengesi diyebilir miyiz?

Şu iki sözü aynı kişi söylemiş olabilir mi?:

“Tanrı bana bütün hayatım boyunca eziyet etti”

Ve;

“Hayatı hayatın anlamından daha çok sevin.”

İdam edilecekken son anda infazı durdurulan Dostoyevski’nin yolculuğu insanın hayatı boyunca dengeyi yakalamak adına ettiği mücadelelerin tam tezahürüdür.  Bu görünürde ‘acı dolu olan mücadele’  dünya durdukça Dostoyevski’nin okunacağı gerçeğini her zaman diri tutacaktır.

“Yaşam ve Ruhsallık birbirinden bağımsız iki apayrı konu değildir. İkisi tam ve bütündür. İşte bu yüzden yaşam ve ruhsallık birbirleriyle denge üzerinde ve uyum halinde olmak zorundadır. Bugün yaşadığın hayatın içinde  hangi noktada sıkıntı, zorluk, mutsuzluk, tatminsizlik yetersizlik ya da hastalık deneyimliyorsan bilmelisin ki; bedenindeki enerji merkezlerinden bir ya da bir kaçı arasındaki denge yitirilmiştir. Kainattaki her şey ancak bir uyum ve denge söz konusuysa  var olabilir. Gezegenler, yıldızlar ya da mevsimlerde yaşanabilecek en küçük bir dengesizlik bile yeryüzündeki doğal yaşamı ya zora sokacaktır ya da sonlandıracaktır” (YOL)

Metin Hara, Yol boyunca evrenin tüm öğretilerini; hayallerimizi, korkularımızı, Aşk’ı ve Sabır’ı, dengeyi, doğru nefes alıp vermeyi, sufizmi, ahengi, inancı, hastalıkların zihinsel etkenlerini, etrafımıza yansıttığımız enerjinin sağlıklı mı sağlıksız mı oluşunu anlaşılır bir dille, sakin, tane tane anlatıyor. Hızlıca akıp giden hayatımızda çokça sabır gerektiren bir süreç olarak karşımıza çıkıyor YOL.

Ve DEM…

“Soluk, Çağ, Vakit, Kan, Olgunlaşma, Kıvama Gelme, Muhabbet, Hoşça Geçirilen Zaman, Kırmızı, Gönül Hoşluğu, Keyif, Bülbülün Uzun Süreli Güzel Ezgiler Çıkarması, Gönül Evi, Ateş, Har, Aşk, An, Toplanma, Kendinden Geçme, Arif Olma, Sırra Erme, Meşk Olma, Kadın”  (DEM)

“Fihi ma fih” Mevlana.

Anlamı: Ne arıyorsan içindedir.

Bizlerdeki huzursuzluğun sebebi ne arıyorsak “Dışarıda” aradığımız için midir? Bu bitmeyen bulantı hissi, bu mutsuzluk, bu stres, bu koşturmaca.

Yukarıda yazdığım paragraf Dem’in ilk sayfasından; Dem’in başlangıç kelimeleri. Aslında hep içimizde, zihnimizde, kalbimizde olan kelimeler. Bizler her şeyi ‘dışarıdaymış’ gibi algıladığımızdan unuttuğumuz bu kelimeler Evren’in oluşumunun ve İnsan’ın var olma mücadelesinin yapı taşları. Neden bu kadar uzağa düştük ve nasıl oldu da unuttuk içimizdeki bu kelimelerin varlığını?

“Dem süresince kendi benliğine doğru bir yol alacaksın ruhparçam. Bu kitaptaki üslup, uygulamalar ve hikayeler şimdiye dek okumaya alışık olduğun türde olmayabilir. Toplumun, eğitim sisteminin ve modern dünyanın yaşam tarzının dışa dönük yapısı “dem” in öğretisinin içrek yapısıyla oldukça zıt bir doğaya sahip. Toplum bize değerlere sahip olmayı öğretirken, bu kitap sana değerin kendisi olduğunu fısıldayacak…” (DEM)

Blake, Cennet ve Cehennem isimli kitabında şöyle bir cümle kurar: “ Her şeyi mağarasının dar yarıklarından görecek kadar kendini içe kapatmıştır insan.” Böyle bir şey nasıl olabilir? Her hücresiyle, her duygusuyla  bu denli mükemmel yaratılıp evrene gönderilen İnsan neden kapatır kendini?

“Bir esareti sonlandırabilmenin ilk adımı ne tür bir esaret altında olduğunu fark edebilmektir. Kendini tanımak istiyorsan, öğrenilmişliklerinden özgürleşmen kaçınılmazdır.” (DEM)

Öyle ya da böyle; uyuyarak veya uyanarak hepimiz kaçınılmaz olana doğru yol alırız. Dem içinde bulunduğumuz bu ilüzyonun farkındalığını ilk adımda bize ‘Kozadan Çıkış’ olarak anlatmaya başlıyor. Sorulması gereken soru şu: ‘Sonsuz olan’ bir evrenin içinde ‘sonlu olan varlığıyla’ mücadele eden insan böylesine bir ironiyle dünyanın değişmeyen hangi öğretilerine kurban gidiyor; ne dersiniz?

“Kendi içine doğru bir yola düştüğünde varman gereken noktanın hem çok yakın hem de çok uzak olduğunu hissedebilirsin. Hatta bazen vazgeçme noktasına bile gelebilirsin. ‘Ben umutsuz bir vakayım’ da diyebilirsin. Bu durumda seninle asla aynı fikirde olmayacağım ruhparçam. Senden asla vazgeçmeyeceğim. Sen uyurken rüyalarına misafir olacağım., uyanık olduğunda işaretler yerleştireceğim yaşamına. Lütfen kalbinin çağrısına kulak ver. Ne olursa olsun kendinden vazgeçme. Adımlarını küçümseme” (DEM)

Yol’da da Dem’de de mevzu bahis olan aslında Aşk’ın İstilası. Fakat nedendir bilemiyorum bunu en çok DEM de hissediyor oluşumuz? . Belki de bu aşamada artık Yol’culuk telaşının biraz daha hafiflemesi ve Dem’lenmenin sakinliği içinde oluyor olmamız.

“Bir kalp dolusu sevgidir evren. Evreni kalbine sığdırabileceğin sürece…” (DEM)

Evren bizleri taklaya ya da oltaya getirmeye o kadar müsait bir yer ki; anlatılanlara yakınlaşmak ve Aşk ile hemhal olmak an meselesiyken aynı şekilde Yol almaktan veya Dem’lenmekten uzaklaşma süreniz de  an meselesi. Metin Hara her iki kitabında da birinci tekil şahsa değil ikinci tekile seslenerek “Sen” diyor. Sen’sin bu evrenin böyle olma sebebi ve hep Sen sebep olacaksın.

“Her söylediğin şey değil, her yaptığın ve her hissettiğin şey gerçeğe dönüşür.” (DEM)

Seçim Ben’in değil Senin!

  • Aşkın İstilası / YOL
  • Yazar: Metin Hara
  • Türü: Kişisel Gelişim
  • Baskı Yılı: 2014
  • Sayfa Sayısı: 407 Sayfa
  • Yayınevi: Destek Yayınları

 

  • Aşkın İstilası /DEM
  • Yazar: Metin Hara
  • Türü: Kişisel Gelişim
  • Baskı Yılı: 2016
  • Sayfa Sayısı: 488 Sayfa
  • Yayınevi: Destek Yayınları
Aynur Kulak
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

TOL, HAR ve MERHUME, yeni edisyon ve kapak tasarımları ile raflarda

Read Next

Gülmen ve Özakça’ya Kitap Yağıyor…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *