Bu listede hem “okumanın zamanı olmaz” diyenleri hem de “ama o kitap çok ağır” itirazını dillendirecekleri gözeten bir liste oluşturmaya çalışacağım…
Yaz ayları okumak için zaman yaratabileceğimiz fırsatlar barındırır ama okumaktan kaçmanın suçunu sıcaklara atabileceğimiz imkânlar da yaratır. Çok sıcaktır, bunalmaktayızdır, üstüne bir de okumanın o bıktırıcı atıllığı çekilecek gibi değildir. Bu dönemde sabun köpüğü kitapları okumak adet haline gelir niyeyse. Tatile kuram kitaplarını yüklenip gidene, “plajda okunacak kitap mı bu şimdi” deme hakkını da görür bunu alışkanlık haline getirenler.
Açıkçası okumanın mevsimi olduğuna inananlardan değilim. Her kitabın okurunu bulduğu bir zaman olduğunu düşünüyorum. Ama yaz aylarının bazen okumayı ertelediğimiz kitaplar için bir fırsat yarattığını da kabul ediyorum. Ayrıntı Yayınları’nın isteği üzerine hazırladığım bu listede hem “okumanın zamanı olmaz” diyenleri hem de “ama o kitap çok ağır” itirazını dillendirecekleri gözeten bir liste oluşturmaya çalışacağım…
FRANSIZ TEĞMENİN KADINI
İlk önerim modern bir klasik olan John Fowles’in şaheseri Fransız Teğmenin Kadını. Fowles’in bir yazar olarak varlığını sürekli görünür kıldığı, okurdan biraz çaba talep eden Fransız Teğmenin Kadını romanının kadın kahramanı Sarah, yazarın bilinçli tercih ile güçlü kadını resmetmesine en güzel örneklerden biridir. Kitap Marx’tan bir alıntıyla başlar: “Her türlü özgürleşme, insan dünyasının ve insanın insanla ilişkilerinin onarılmasıdır”. Tarihsel bir arka planda geçen roman, Viktoryen çağın tutuculuğunu ve her türlü kurala kölece bağlılığı savunan ideolojisini yerle bir eden bir kadının öyküsünü anlatır. Aslında konu sadece Sarah’ın o çağda gerçekleştirdiği bireysel özgürleşmeye odaklanmaz. Aynı zamanda Sarah ile birlikte değişen ve özgürleşmek için önemli adımlar atan Charles’ın macerasını da yansıtır. Marx’tan yapılan alıntı bu anlamda önemlidir: Sarah kendi dünyasını onarırken, ilişkide bulunduğu insanların da yaşamını ve ilişkilerini değiştirmekte ve onarmaktadır.
EZİLENLERİN PEDAGOJİSİ
Çok uzun zaman başucu kitabım olmuş bir eser Ezilenlerin Pedagojisi. Sadece eğitimcileri, öğretmenleri ilgilendiren bir kitap değil üstelik. Dünyayı okumak, anlamak isteyen herkesin okuma listesinde olması gerekiyor bence. Güç ilişkilerinin her gün yeniden düzenlendiği, toplumsal eşitsizliklerin her gün arttığı, insanların, insandışılaştırıcı bir ortamda yaşamaya zorlandığı, insan iletişiminin neredeyse kopma noktasına geldiği bir çağda yaşıyoruz. Küresel kapitalizm bir taraftan insanları yalnızlaştırırken, diğer taraftan insanlığı karanlık bir yola sürüklemekte. Freire’nin önemi, bütün olumsuzluklara rağmen, insana dair inancı, daha güzel günlere dair umudu, sevgiyi ve alçak gönüllüğü savunabilme kararlılığını gösterebilmiş olmasında.
TURİNG’İN HEZEYANI
Türkiye’de bazı yazarlar ve kitapların okurla buluşamamasına şaşırıyorum. Okur direnci mi yoksa yeterince tanıtılamaması mı buna neden oluyor bilmiyorum. Edmundo Paz Soldan, senelerce büyülü gerçekliğin geçerli olduğu Latin Amerika’da farklı bir tarzda yazmayı denediği, bunun için mücadele ettiği için zaten övgüyü hak ediyor. Ama Turing’in Hezeyanı’nı önermemin nedeni sadece bu değil: Paz Soldan, yazarlık gelişiminde önemli bir yeri olan McOndo hareketinin prensipleri ile 2000’li yılların yarattığı toplumcu ve politik dalgayı birleştirmeye yönelik cesur bir adım atıyor Turing’in Hezeyanı’nda.
Yeni iletişim kanallarından ve özellikle internetin sanal ortamından sokaklara akan, bunu yaparken kendi ülkesinin tarihi ile hesaplaşan bir roman var karşımızda. Aynı zamanda çocuk istismarı, işkenceler, eylemlerde öldürülen insanlar “görülebilir gerçekler” yöntemiyle anlatılarak McOndo’ya selam verilmiş. Farklı karakterler üzerinden anlatılan olaylarda, farklı bir üslup kullanılarak yapılan geçişler ise usta ve becerikli bir yazarla karşı karşıya olduğumuzun kanıtı. Paz Soldan’ın cesaretinin kaynağını sadece farklı akımları bir araya getirme ya da farklı üslupları deneme kararlılığında değil, gerçekliği doğrudan anlatma konusundaki ısrarcılığında aramak gerekiyor. Bolivya’da yıllarca hüküm sürmüş darbe mirasçısı iktidarların, küreselleşen kapitalizmin çıkarları uğruna kendi halkını sömürmesini, ekonomik geri kalmışlığın egzotik anlatımı tehlikesini savuşturarak doğrudan doğruya aktarmış Paz Soldan. Bu arada kitabın Ayrıntı Yayınları’nın indirimli kitapları arasında olduğunu ve oldukça ucuz bir fiyata satıldığını da belirteyim.
BİR GÜN TEK BAŞINA
Vedat Türkali’nin en sevdiğim kitabı. Soluksuz okuma deneyimini nadir yaşadığım kitaplardan biri. Seneler sonra romanı tekrar okuduğumda bambaşka bir keyif aldığımı da belirteyim. Türkali, romanın melez bir tür olduğunun farkında olan bir yazardı. Bilinç akışını kullanırken gerçekçiliğe de göz kırpması ve bunu toplumcu bir bakış açısıyla gerçekleştirebilmesi edebiyatımıza getirdiği önemli katkılardan biri. Eşzamanlı olarak “toplumcu gerçekçi” yaftasını da ideal karakter yaratmaya direnerek söküp attı. Fethi Naci’nin “Bir Gün Tek Başına” üzerine söylediklerine kulak verirsek: “Bir küçük burjuva aydını denebilir Kenan için, ama sadece bir küçük burjuva aydını değil. Sosyalist bir devrimci genç denebilir Günsel için, ama sadece sosyalist bir genç devrimci değil. Madrabazın teki denebilir Rasim için, ama sadece madrabazın teki değil. İyi bir ev kadını denebilir Nermin için, ama sadece iyi bir ev kadını değil…
Hiçbir şey ak ve kara diye ayrılmaz Vedat Türkali’nin romanında; o karmaşıklığı ve bütünselliği içinde verir insanları; şemalardan, ilkel neden-sonuç ilişkilerinden kurtarmıştır romanını.” Böylece, 1970’li yılların egemen toplumcu gerçekçilik kalıplarının dışına çıkmayı başardı. Gerçekçiyken, modernistleri selamlayan; klasik roman kalıplarını kullanırken post modern tekniklere kapalı olmayan; romansal adalet sezgisi sayesinde karakterlerini kendisinden özerk kılabilen; politik tercihi ile edebi duruşu arasında karşılıklı bir ilişki kurabilen bir sanatçı olmayı başardı Vedat Türkali. Bir Gün Tek Başına da tüm bunları eksiksiz uyguladığı eseri oldu. Okunmadıysa hemen okuma listelerine alınmalı.
BİR BUĞDAY TANESİ
Sanırım Ngũgĩ wa Thiong’o kitaplarının ilgiye mazhar olmasının tek yolu Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması. Neredeyse her sene Nobel bahislerinde Murakami ve Adonis ile birlikte adı geçen bir yazarın en önemli yapıtlarından biri Bir Buğday Tanesi. Kitap, “uygarlık” adına uygulanan denetimsiz ve insanlık dışı şiddetin, barbarlığın dışa vurumu olduğunun belgesi bir yanıyla. Aynı zamanda siyahların mücadelesinin sadece beyaz güce karşı verilmediğinin, kendi bedenleri içine yerleşen beyaz düşünceye karşı da verilmesi gerektiğini hatırlatıyor roman. Onun için ezilenlerin Kihika’nın sözlerini her daim akılda tutması gerekiyor: “Sizi tüketen şey giysilerinizin içindedir.” Bu vesile ile bir de müjde vereyim: Ngũgĩ wa Thiong’o’nun başyapıtı sayılan Wizard of the Crow (Kargalar Büyücüsü) da önümüzdeki günlerde okurlarla buluşacak.
POLİTİK KAMERA
Filmlerin hükümranlığı bir süredir yerini televizyon ve internet dizilerine bırakmaya başladı. Fakat bu durum ekranda ya da perdede bir ideolojik mücadelenin sürdüğü gerçeğini değiştirmedi. Türkiye’de pek çok konuda olduğu gibi sinema kuramı konusunda da yayınların yeterli olmadığını söyleyebiliriz. Hala çevrilmemiş bir sürü temel eserin varlığı hepimizin malumu. Yine de özellikle 1990’lı yılların sonu, 2000’li yılların başında bu konuda önemli bir atılım gerçekleşti. Bugün pek çok yayınevi önemli sinema kuramı kitabını dilimize kazandırıyor. Bu atılımın ilk işaret fişeği sayılabilecek kitaplardan biri Michael Ryan ve Douglas Kellner’ın Politik Kamera’sı.
1997 yılında yayımlanan Politik Kamera, popüler kültür ürünü olan Hollywood sinemasının ideoloji ve politikasını, belirli bir dönemi göz önünde bulundurarak, gözler önüne serer. Ryan ve Kellner, filmlerin sadece belirli dönemlerin tarihini ya da politik yönelimlerini anlamak için değil, o dönemlerin hayalleri, kâbusları, fantezileri ve umutları konusunda iç görüler elde edebileceğimiz için de eleştirilmesi gerektiğini düşünürler. Ryan ve Kellner’ın kitabı okuduktan sonra filmleri ve dizileri farklı bir gözle izleyeceksiniz.
PARFÜMÜN DANSI
Hala okumadıysanız diye not düşeyim. Patrick Süskind’in kokusuyla eş zamanlı okumuş ve oldukça eğlenmiştim. Tom Robbins, yine marjinal, yersiz yurtsuz kahramanları aracılığıyla bir düş evreni kuruyor: Ölümsüzlük peşindeki Alobar, dünya maddileştikçe güçlerini yitirmeye başlayan zevk ve bereket tanrısı Pan, koku bilgesi Kudra ile yüzyıllar sürecek bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Ölüm, ölümsüzlük, tanrılarını yitirmiş bir çağın insanı olmanın hüznü tartışılıyor roman boyunca. Sıkılmadan, bir solukta okunabilecek bir roman arayanlara öneririm.
BİZ
Totaliter bir rejimden bahsettiğimiz anda aklımıza 1984’ün gelmesini hep hayretle izlemişimdir. Zamyatin’in Biz’i hem 1984 ve Cesur Yeni Dünya’ya kaynaklık ettiği hem de edebi olarak güçlü bir eser olduğu için ilk akla gelen eser olmalı kanımca. Distopya kanonunun en dikkate değer eseri olanBizkaramsar olmaktan uzaktır. Yaşanılan deneyime dair karanlık bir tablo çizer ama devrim fikri her satırda hissedilir. Zamyatin, distopyaların kaçınılmaz olarak karamsar olmaları, umut etmenin ‘oyun bozanlık’ olarak görülmesi gerektiği fikrini yerle bir eder: “Eğer doğada sabit şeyler, sabit gerçekler olsaydı, tüm bunlar yanlış olurdu. Ama şükür ki gerçekler hatalıdır. Diyalektik sürecin özü tam da budur. Bugünün doğruları yarının yanlışlarıdır; en son sayı yoktur. Devrim her yerde, her şeydedir. Sınırsızdır. En son devrim, en son sayı yoktur.” diyerek devrimin katılaşmasını ve kurumsallaşmasını eleştirir, devrim umudunu sürekli canlı tutar. Zamyatin bunun için çok değerli bir yazardır. Distopyalara ilgi duyan okurlar için bir kitap daha önereyim: Mahmut Eşitmez’inLiberhell romanı, Zamyatin’in açtığı yoldan ilerleyen, umutlu bir distopya. Türün ülkedeki önemli örneklerinden biri aynı zamanda. Benden söylemesi…
YÜZBAŞI VE KADINLAR TABURU
Mario Vargas Llosa, büyülü gerçekçilik akımının önemli isimlerinden biri olsa da bir türlü akımın diğer büyük isimleri kadar popüler olmayı başaramadı. Bunda politik olarak muhafazakâr bir tutum alması etkili oldu sanırım. Şu an baskısı olmayan Yüzbaşı ve Kadınlar Tabururomansal gerçeğin yazarın gerçeği aştığını, büyük yazarlarında buna riayet ettiğini kanıtlayan romanlardan biri. Kitap, tanıtım bülteninde de belirtildiği gibi Peru Ordusu’nu “hayatın bütün alanlarını denetleme, her şeye matematiksel bir düzen ve disiplin sınırları içinde hâkim olma” isteğiyle “dalga” geçiyor. Üstelik bunu hicvin didaktiğe yanaşması tehlikesini bertaraf ederek başarması da takdire şayan. Bu vesile ile kitabın yeni baskılarının yapılmasını heyecanla beklediğimi de belirteyim.
KARNAVALDAN ROMANA
Edebiyat eleştirisi ile ilgilenen her okurun başucu kitabı olması gereken bir kitap. Türkiye’de bir akımı da başlattığı kesin: Özellikle karnaval ve diyoloji kavramlarının aşırı yoruma kapı aralayacak denli çok kullanılmasına vesile olmuştur Karnavaldan Romana’nın yayımlanması. Bahtin’in edebiyat kuramı ve eleştirisine yaptığı katkıların, dahası bu alanda yarattığı tartışmaların, edebiyatı ve kültürü anlamada yeni olanaklara kapı aralaması kaçınılmaz oldu. Bahtin, edebiyat kuramını, kendinden önceki içerik değerlendirmeye dayalı eleştirinin yetersizliklerini ortaya sererek ve “‘anlatımsallık’, ‘imgelem’, ‘etkileyicilik’, ‘berraklık’ gibi dile ilişkin boş, değerlendirmelerle yüklü terimlerle sınırlı” eleştiri anlayışını aşarak kurmuştu. Bakhtin, edebiyat eserlerinin biçim ve biçeminin diyalektik olarak incelenmesinin olanaklarını sonuna kadar zorlayan bir düşünsel mirasın yaratılmasında büyük rol oynadı. Karnavaldan Romana, Bahtin’in fikirlerini boydan boya kat eden önemli bir derleme. Edebiyat üzerine derinleşmek isteyen her okurun kesinlikle okuması gereken dev bir eser aynı zamanda.
- “Yaz Rehavetinde” Okunabilecek 10 Ayrıntı Yayınları Kitabı - 26 Temmuz 2019
- Hayalete Dönüştürülen Ölülerin Romanı - 30 Nisan 2019
- Akıntıya Karşı Gazetecilik - 22 Şubat 2019
FACEBOOK YORUMLARI