Orhan Pamuk’un son romanı Kırmızı Saçlı Kadın bu hafta okuyucusu ile buluştu…
Orhan Pamuk Nobel Edebiyat ödülünü alalı on yıl oldu. Bir yanda, şunun için verdiler, böyle aldı, bu kötü edebiyata rağmen nasıl, ne sıkıcı kitaplar yazıyor, batılı okura yazıyor diye Orhan Pamuk’u (ve Nobel’i) eleştirenler, öte yanda da Pamuk’a toz kondurmayanlar arasında Orhan Pamuk hızla üretmeye devam etti… Daha geçen yıl yayınladığı Kafamda Bir Tuhaflık romanının hemen ardından da şimdi Kırmızı Saçlı Kadın geldi…
Satmakta olmasa da okunmakta bu kadar zorlandığı iddia edilen bir yazarın bu denli üretken olması bu eleştirilere de bir cevap sanki. Pamuk, yazmayı seviyor; iş olarak yazsaydı yabancılaşır üretkenliğini kaybederdi bunca yıl sonra ama o hızlanıyor; çarpıcı, olağanüstü kurgular ve kahramanlardansa sıradanı yazmaya, çekici gelmeyen, merak uyandırmayan, hiç tükenmeyecekmiş gibi yaşanan hayatlarıyla sınırlarının dışına taşmaya çalışmayan karakterlerinin tekdüzeliğinden üretiyor romanlarını ve bu bana çok şaşırtıcı geliyor. Sokaktaki insanı yazıyor ama sokaktaki insana yazmıyor, yanından geçenin kim olduğunu önemsemeyen kentli orta sınıfa mı yazıyor, onun önünden geçeni, yüzüne bakmadığını, merak etmediğini yazıyor… Kurtulmak istediği, olmamaya çalıştığı, aslı gibi olduğunu, inkâr ettiğini yazıyor. Sıradanın marjinalliği mi desem buna? Çünkü Türkçe roman sayıca çoğalırken hep aynı şeyi yapıyor, giderek marjinali sıradanlaştırıyor, uçları genelliyor, bu haliyle de yine okunmuyor, okunanlar istisna oluyor!
Kırmızı Saçlı Kadın’da da kentli orta sınıfımızın merak etmeye değer bulmadığı sıradan bir lise öğrencisinin marjinal öyküsünü mü okuyacağım şimdi? Niye? Orhan Pamuk yazdığı için mi? Hayır tabi ki çünkü Orhan Pamuk kendi bildiği, yaptığı şeyi yapmaktan çekinmiyor; evet sıradan insanlardır mevzubahis olan, ama marjinalleştirmez sıradanı Pamuk, hatta daha da sıradanlaştırır! Buradaki (tam burada!) hepimiz gibi ve onun romanlarında her zaman olduğu gibi doğu-batı ikilemi arasında sıkışarak daha da sıradanlaşır kahramanlar. Öyle değil mi? Sen ne kadar sıra dışı olabilirsin ki bu coğrafyada! Üst belirleyen –Pamuk’a göre- doğu batı arasında sıkışmışlık, tam da iki aradalık bir deredelik, yerini bulamamak ve bilememektir. Orada olamamak, burada duramamak. Aidiyet hissinin ve güven duygusunun kazanılamaması… Bu kuvvet –doğu batı gerilimi- karşısında sen bir hiçsin! Oysaki ikisi de aynı şeydir, birbirinin yansısı hangisinin gerçeklik olduğu belirsizleşen bir oyundayızdır. Tanrı’nın aynalara dönüştüğü, aslında iki parçanın bir bütünü oluşturmaktan çok birbirinin bizatihi aynısı olma halidir anlatılan: Babanı öldürmeden de, oğlunu öldürmeden de erişkin sayılamazsın!
Oysa ben hâlâ Kara Kitap yüzünden okuyorum!
80’lerde –geriye kavramından başka bir şey bırakmayan küfür romanlarının estiği dönemde, Cevdet Bey ve Oğulları, kısmen de olsa Sessiz Ev ve tartışmasız Beyaz Kale ile klasik romanı –abartılı bir ifade olmayacak- Türkiye’de yeniden canlandıran Orhan Pamuk, yıl 1990’a geldiğinde Kara Kitap ile başka bir tarza kavuşuyordu: Post-modern roman!
Yeniydi ve çekiciydi; âşık olmuştuk, ezberlemiştik; siyaset kavgaya çağırıyordu, giriyorduk! Toplumsal hareketlilik artıyor, sol yükseliyordu, mücadele ediyorduk, ancak siyasi referanslar nasıl ki 60’ların TİP’i, Atılım’ı ile 70’lerin öğrenci hareketi ve devrimciliği ise kültürel referanslar da daha çok o döneme ait kalmıştı özellikle de edebiyatta… Nazım’ı kapatıp çekici Kara Kitap’ı açtığımız, Kara Kitap’ı kapatıp Nazım’a döndüğümüz gecelerin sonunda bir daha o lezzeti alamadık Orhan Pamuk’tan. İlkinin çekiciliği yoktu, yeniliği, şaşırtıcılığı kalmamıştı belki bundan, belki de gerçekten olmamıştı Yeni Hayat ama Benim Adım Kırmızı ve Kar da mı olmamıştı?
Bizim bildiğimiz doğu batı çelişkisi üst belirleyen olamazdı, sınıf mücadelesi açıklayabilirdi bir toplumu ve elbette ki bireyi… Biz bu yüzden post-modern edebiyattan zevk alamıyorduk. Kara Kitap’la ortaya çıkan o ilk heyecan, ilk aşk Kara Kitap’la sınırlı kalmıştı…
- Kırmızı Saçlı Kadın
- Yazan: Orhan Pamuk
- Yayınevi: YKY
- Sayfa Sayısı: 204
- Baskı Yılı: 2016
- Aysel Sağır: “Toplumsal hafızanın kör kuyularına atıldılar” - 15 Nisan 2018
- Din ile Bilim arasında Dan Brown ve Başlangıç - 5 Aralık 2017
- Kaan Arslanoğlu’na Açık Mektup - 2 Mart 2017
FACEBOOK YORUMLARI