21. Yüzyılda Distopyalar Neden Rağbet Görüyor (Olabilir)?

Elektronik ortamda “Çok Satan”, “En Fazla Yorum Alan” eserlerin sıralamalarında distopyalar daha fazla gözlemlenmeye başlandı. Peki bunun nedeni ne?

20.yüzyıl insanlığın en büyük imtihanlarını atlattığı bir yüzyıl oldu. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları neticesinde yüzbinlerce insan hayatını kaybetti, yaralandı ya da sosyo-ekonomik sebeplerden ötürü göç etmek durumunda kaldı.

İki kutuplu dünya sisteminde ideoloji odaklı sınırlar hem ekonomik hem de politik alanda çizildi. Bu sınırlar, insanların zihninde de yansımasını buldu. “Biz” ve “öteki” tanımlaması, zihinlerde neşvünema buldu. İdeolojik kutuplaş(tır)ma, fikir sahasında da yer aldı. Doğu ve Batı blokları içerisindeki entelijansiya, karşı tarafı eleştirmek ya da kendi sistemlerini övmek adına muhtelif eserler ortaya koydular. Hatta bu durum, Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından son’un ilan edilmesinde de görüldü.

Lakin 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren ve müteakiben kutuplaştırılmış dünya sistemi içerisinde bazı eserler, “öteki” tanımlamasını bloklar ekseninde değil, sistemin bütünü ekseninde kurguladılar ve bu kurgu çerçevesinde eleştirilerini yazınları içerisinde geliştirdiler. Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’sı, Katerine Burdekin’in ‘Swastika Geceleri’, George Orwell’in ‘1984’ü, Ray Bradbury’nin ‘Fahrenheit 451’i, Anthony Burgess’in ‘Otomatik Portakal’ı ve belki eklenebilecek diğer distopyalar insanlığın geldiği ya da gelmesi düşünülen/öngörülen aşamayı temelde aynı ve fakat muhtevada farklı perspektiflerden ele aldılar.

21.yüzyıla gelindiğinde bir önceki asra kıyasla çok farklı bir dünya ile karşılaşıldı. Ekonomik, sosyolojik ve psikolojik eksende bireyler ve toplumlar zaman-mekân bağlamında kendi dünyalarını yeniden inşa ettiler. Algılar ve söylemler yeniden şekillen(diril)di. Bu tablo içerisinde distopyalar da ilgi ile yerlerini aldılar. Elektronik ortamda “Çok Satan”, “En Fazla Yorum Alan” eserlerin sıralamalarında distopyalar daha fazla gözlemlenmeye başlandı. Bu bağlamdaki konuların daha fazla konuşulduğu ve çalışmalarda daha fazla yer aldığı müşahede edildi.

Sonuçta, akıllara şu sorunun gelmesi de kaçınılmaz oldu: bu yüzyılda distopyalar neden rağbet görüyor olabilir? Bu soruya muhtelif (ve birbiriyle bağlantılı) perspektiflerle yanıt aramamız mümkündür.

Bilindiği üzere, Berlin Duvarı’nın politik olduğu kadar simgesel bir anlamı da vardı. 1989’da duvarın yıkılması, zihinlerde de bir etkide bulundu. Artık iki kutuplu dünya sistemi sona ermişti. Siyah ve beyazın haricinde diğer renklerin de ifade ve kabulü dışlamacı üslup ve tavra maruz kalmayacak/kalmayabilecekti. Zihinlerdeki duvarlar da yıkılmıştı. Yeni gözlükler takılmış ve ülkeler ve dünya ve sistem bu gözlükler ile yeniden tahlil ve analiz edilmeye başlanmıştı. Elbette ki bunlar, yeni sürecin olumlu yanlarını oluşturabilirdi. Lakin küreselleşme süreci ile birlikte tek kutuplu sistem tartışmalarının da beraberinde gelmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin muzaffer olduğunun iddiası ve bu iddiayı destekleyecek sosyo-ekonomik argümanların mevcudiyeti yöneten-yönlendiren bir “güç” düşüncesi çerçevesinde 20. yüzyıl distopyalarında anlatılanların gerçek olup olmadığı düşüncesini akıllara getirmekte gecikmedi. “Tıpkı bugünkü dünyada yaşananlar gibi” mealindeki eleştiri cümleleri rağbetin dikkate şayan bir boyutunu teşkil edebilir. Şüphesiz, bilişim alanındaki gelişmeler de “haberdar olma” ve bilginin daha fazla alana yayılması açısından bağlantılı bir diğer boyutu oluşturabilir. Bunların yanı sıra postmodern bir dünyada yaşamaya başlayan ve gittikçe yalnızlaşan birey(ler)in distopya kahramanlarının halet-i ruhiyelerinde ve yaşadıkları dünyada kendilerinden ve kendi yaşamlarından bir şeyler bulabilmiş olmaları da karşımıza kuvvetli bir ihtimal olarak çıkmaktadır.

Tabii ki buradaki bir çelişki de göz ardı edilmemelidir. Bilindiği üzere, tüketim kültürü farklı isimler, markalar ve söylemler altında hâkim kültür konumundadır. Lakin bu hâkim kültür içerisinde, distopyalara yönelik rağbetin piyasa boyutu, çelişkili bir ‘araçsallaştırılma’ sorunsalını da ortaya koymaktadır. Zira eleştirinin yöneltildiği özne(ler), aynı zamanda varlığın devam ettirilmesini sağlayan etkin vasıtalara da dönüşebilmektedirler. Bu nedenle, aslında anlatılan dünyalar ile bugünün arasındaki bağlantı, belki de bir şeylerin insan doğası gereği değiş(e)mediğinin de bir göstergesi olabilir.

Samet Zenginoğlu
Latest posts by Samet Zenginoğlu (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

İçimizdeki başkalarından kurtuluş yolları: Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet

Read Next

Çocukların Kaleminden…

One Comment

  • bir kaç ütopya ve distopya okuyan birisi olarak nacizane fikrim şu yönde; her kitapta olduğu gibi bu kitaplarda da kendilerine kaçacak bir dünya arayan veya yaşadıkları dünyanın izdüşümü olan benzer dünyaları ve bu dünyalarda benzer acıları, deneyimleri bulan kişilerin kendilerini tatmin edebilmelerinin en güzel yolu bu kitaplar.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *