A. Camus’nün Felsefe-Edebiyat Anlayışı Üzerine

Camus, felsefe- edebiyat ilişkisi açısından çok önemli bir örnektir. Romanlarında yarattığı karakterler çok boyutludur, bunun kaynağı da yine kendi ürettiği felsefesidir.

Bir felsefi dizgeden (Aristo, Kant, Marks…) neden hala etkileniyoruz?
Felsefi dizgelerin ilişkileri çözme biçiminden etkileniyoruz. Bu dizgelerin mevcut kültürel yapıyla gerilimli ilişkileri var. Kültür belli bir yerden sonra bizi sınırlamaya başlıyor, işte gerilim de buradan doğuyor. Edebiyat imge, felsefe ise kavram üretiyor. Her ikisinde de mevcut kodları sökmek, eleştirel bir mesafeyle ilgili sınırları genişletme isteği söz konusudur. H. Hesse’de yalnızlık, F.Kafka’da bürokrasinin derinliği ve boyutları okuyucuyu şaşırtır. Özetlersek edebi karakterlere boyut katmada felsefe çok işimize yarar.

A.Camus’nün Sisypos Söyleni, P.Auster’in Cebidelik ve G.G.Marquez’in özyaşamöyküsel metinlerinde anlatılan kırılma anları çok önemlidir. Camus’nün temel derdi uyumsuzluk, intihar alternatiflerden sadece bir tanesi, aslında intiharı önemsemez. Olup biteni bir türlü tam olarak açıklayamıyoruz. Hala bilinmezlikler, belirsizlikler var. Dünya tam olarak tanıdık değil, kapasitemiz de yetersiz, kontrol edemiyoruz, o yüzden uyumsuzluk sürüyor. Bildiğimi sandığım bir dünyada yaşıyorum, ama bir türlü hakim olamıyorum. Anlamı ben üretiyorum, tanrıyı da ben üretiyorum. (Camus’nün varoluşçu felsefesi ateizme götürüyor.)  Camus’nün derdi durumu netleştirmektir.

Şimdi uyumsuzluğun getirdiği absürd duygusunun kaynaklarına bakalım:

1. Monotonluk: Sürekli bıkkınlığı getiriyor, uyumsuzluğu tetikliyor. Ne yapıyorum ben, sorusunu sorduruyor. Temel biyolojik, fizyolojik ihtiyaçlardan (yeme, içme, çiş ve kaka yapma…) kaynaklanan bir bıkkınlık değildir bu. Bunları belli saatlerde yapmak uyumsuzluğu tetikler.

2. Zaman: Zaman bir yandan sürekli geçip gidiyor, planlar sürekli ileriye, belirsiz bir tarihe atılıyor. Sonuçta zaman geçip gidiyor.

3. Doğaya yabancılaşmak: Taş olmanın ne olduğunu bilemeyiz, anlayamayız. Logos (bilgi) evrende var, bilme kapasitesi ise bende var. (Aristo) Nesnenin bana göründüğü kadarını bilebiliriz ( Fenomenoloji, Husserl) Şişenin kendiliğini, şişeliğini bilemem. (numenler, Leibniz)

4. Başkasının yabancılığı: Aşık olduğumuz erkeği ya da kadını bir süre sonra tanıyamaz hale geliriz. O değişiyor, ben değişiyorum, dünya değişiyor. Senkronize olamayabiliriz. “ Artık seni tanıyamıyorum, sevgilim.”

5. Ölümün varlığı: Hikâyenin sonudur. Absürdün içinde debelendiğini anlıyorsun. Ölümü deneyimleyemezsin. Trajik bir durum, yapabileceğin hiçbir şey yok.

Absürd duygusu dediğimizde ölüm, boşunalık, anlamsızlık, ne yapıyorum ben duygusu, bazı şeyleri bilemiyor oluşumuzu kastediyoruz. Absürd bilinci ise işte bu durumun adını koymak oluyor. Farkına varmak, yabancılaştırmak, işte Camus bu durumu çözümlemeye çalışmıştı. Yabancı ve Veba romanlarında bu durum çok açıktır.

Şimdi çözüme bakmaya çalışalım: İntihar çözüm değil, yapay bir çözümdür. Absürdü kabullenmeliyiz. Başkaldırmalıyız. Sanat ve özellikle edebiyat bunu gerçekleştirmek için çok uygun bir yöntemdir. Camus’ye göre ise “roman yazmak” gerekir. Bilinç-dünya ayrımı bu sayede aşılır. İkisinin arasındaki mesafeyi yarattığım kurgusal dünyayla aşabilirim. Çünkü o kurgusal dünyaya hâkimim. Üretime yönlendiriyor beni. Biri bitince yazmaya devam ederim, yeni kurgusal dünyalar üretirim. İnançlı insanlar bu durumu öbür dünyaya inanarak aşmaya çalışırlar. Uyumsuzluğu kabullenmeliyiz. Başkaldırmalı ve yazmalıyız. Camus, felsefe- edebiyat ilişkisi açısından çok önemli bir örnektir. Romanlarında yarattığı karakterler çok boyutludur, bunun kaynağı da yine kendi ürettiği felsefesidir.

Sonuçta, üretilen metinler üzerinden düşünecek olursak felsefi derinlik, boyut, metnin bir meselesinin, derdinin olması çok önemlidir. Sınırları zorlayan, mevcut olanı söken karakterler yaratmak çok önemlidir. Bu olmayınca ortaya yüzeysel metinler çıkar.

*Yazıya esin kaynağı olan fikirleri ve yaklaşımı için Kaan Özkan’a çok teşekkür ederim.

  • Sisifos Söyleni
  • Yazar: Albert Camus
  • Çeviri: Tahsin Yücel
  • Türü: Deneme
  • Baskı Yılı: 34. Baskı, 2016
  • Sayfa Sayısı: 160 Sayfa
  • Yayınevi: Can Yayınları

 

Serkan Parlak
Latest posts by Serkan Parlak (see all)
Vinkmag ad

Read Previous

Tarihin ODTÜ’yü takdimi

Read Next

İngiliz yazar ve sanat eleştirmeni John Berger hayatını kaybetti

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *