Adam Fawer: “Günümü Okurlar Aydınlatıyor!”

April Yayıncılık etiketiyle yayınlanan ‘OZ‘ romanının yazarı Adam Fawer, KitapEki.com yazarlarından İhsan Güngör’ün sorularını yanıtladı.

“Dünyada yaşananları düşününce, içinde kendini kaybedebileceğin bir roman bulmanın iyi olduğunu düşünüyorum.”

Olasılıksız, Empati ve OZ. Peki sizin favoriniz hangisi?

Bu bir anne babaya hangi çocuğunu daha çok seviyorsun diye sormak gibi. İki çocuk babası biri olarak söylemeliyim ki, bazen çocuklarımdan birine daha düşkün olduğum zamanlar oluyor ama ikisini de eşit seviyorum. Tüm romanlarım benim için farklı bir anlam ifade etse de, şu sıralar favorim OZ. Neden mi? Öncelikle, en yenisi o ve bu yüzden zihnimde hâlâ canlı. İkincisiyse, diğer kitaplarımdan farklı olarak, bu biraz daha gençlik kitabı, daha fantastik ve açıkçası daha eğlenceli. Daha kolay okunuyor ama bu biraz daha hayalperest bir roman. Dünyada yaşananları düşününce, içinde kendini kaybedebileceğin bir roman bulmanın iyi olduğunu düşünüyorum.

“Yeniden keşfetmeye hazırlan: OZ’u ya da kendini!” diyor kitapta. OZ muhakkak ki meydan okuyan bir roman. Bu fikir nasıl gelişti?

Stanford’ta bir yaratıcı yazım dersindeydik. Klasik bir peri masalını farklı karakterlerin gözünden yazmamız istemişti. Haliyle ben de OZ’u seçtim. Kendi versiyonumda, Oz Büyücüsü’ndeki uçan maymunlardan birinin gözünden yazmıştım olayları. Hikâyeyi sevdim ve hikâye beni takip etti. Empati’yi yazdıktan sonra, bu hikâyeye geri dönmeye karar verdim. Roman Manhattan’da geçsin istedim ve böylece bu romanın devamı olacak hikâyeye başladım. Sonra, bir ön hikâye gerektiğini fark ettim ve bunu 10 bin kelimelik bir geridönüşe sığdırmaya çalıştım. Bu on bin yirmi bin oldu, sonra kırk bin oldu, nihayetindeyse yüz bini buldu. Böylece o romanın ön bölümü, yani elinizdeki kitap ortaya çıktı.

Oz Büyücüsü sizin hayatınızda neyi ifade ediyor?

Sanırım büyücü benim için kırılganlığı ifade ediyor. Dışarıdan baktığında her şey çoğunlukla iyiymiş gibi. O çiftin mükemmel bir evliliği var. O şirket harika bir iş planına sahip. O ünlü muazzam bir hayata sahip. Herkes kendi evliliğinde, işinde, hayatında mükemmel görünüyor. Çünkü dışarıdan sadece yüzeyi görebilirsiniz. Dibe doğru kazdıkça, hiçbir şeyin görüldüğü gibi kusursuz olmadığını görürsünüz. Büyücüyle ilgili gerçek budur: algılanan mükemmeliyetin ardındaki kırılganlık, kusurlar ve insaniyet.

“Her şey hayatımı değiştiren bir haberi almamla başladı.”

Yazmaya nasıl başladığınızı anlatır mısınız?

O biraz uzun bir hikâye.

2001 yılıydı. İyi dostum Stephanie Williams hayatımı değiştirecek bir haber için beni yanına çağırdı. Kendisine göğüs kanseri teşhisi konmuştu. Üniversite arkadaşınızdan, hele bir de sadece otuz yaşındaysa, böyle bir haber duymayı pek beklemiyorsunuz.

Haber beni çok üzdü ve hayatı yeniden gözden geçirmeye sürükledi. Klişe duruyor, biliyorum, ama gerçek bu. Babam nefret ettiği bir işte yirmi yıl çalıştıktan sonra kansere yakalanarak öldüğünde henüz 49 yaşındaydı. Kaderim böyle olsun istemiyordum. Oyalanmayı bırakıp hayatımı olabildiğince dolu yaşamak için büyük bir istek duydum.

Çocukluğumu düşündüm. Normal bir çocukluk geçirmedim. Altı yaşındayken, iki gözümde de nadir bir korneal hastalık oluşmaya başlamıştı. Sonraki on yılı ameliyatlarla, hastanelerde geçirdim. Bu süreçte beni yalnız bırakmayan, Körler Derneği’nin verdiği sesli kitaplar oldu. Her gece karanlıkta yalnız kaldığımda, roman dinlemeye başladım.

Judy Blume’dan Isaac Asimov’a, Stephen King’ten Michael Crichton’a, Tom Clancy’ye, herkesi okudum. Bu yazarlar ve yüzlercesi, bana doktorların ve ailemin veremediğini verdi: bir kaçış. Yazarların diğer kahramanlarımı gölgelemesi uzun sürmedi. Diğer çocuklar gibi bir gün beysbol yıldızı ya da astronot olmak yerine, yazar olma hayali kurmaya başladım.

On altı yaşındayken, görme yetim normale dönünce okula tam zamanlı geri döndüm. Klasik okul rutinine arzuyla geri dönmek istiyordum çünkü herkes gibi olmak istiyordum. Üniversiteye gittim, sayılarla ilgilenen bir adam oldum, sonrasını biliyorsunuz.

Stephanie’yle konuştuktan sonra, işimi bırakıp çocukluk hayalim olan yazarlığın peşinde koşmaya karar verdim. Stephanie de bir yazar olmak istediğinden (ödüllü bir dergi yazarıydı), bir anlaşma yaptık. İkimiz de bir taslak bitirene kadar her gün birlikte yazacaktık. Ertesi gün, Stephanie’nin yaşadığı Brooklyn Heights’a gittim, şahsi bilgisayarlarımız kollarımızın altında Starbucks’a doğu yol aldık, fişi taktık ve başladık yazmaya.

O gün neredeyse iki saat yazdık. Sonraki gün de. Ve ondan sonraki gün de. O ilk ay, tek bir gün bile atlamadık sanıyorum. Sonrasında Stephanie tekrar hastalandı ve hastaneye kaldırılmak zorunda kaldı, ben yazmaya devam ettim. Stephanie tekrar iyileşince, yazmaya geri döndü.

İlk taslağımı bitirmem bir yıldan fazla sürdü, Sonrasındaysa, 2003’ün Ekim ayında, romanım OLASILIKSIZ’ın İngilizce haklarını HarperCollins satın aldı. Stephanie farklı bir yol seçti ve romanını yeni bir yayınevi kurmuş arkadaşının yayınevinden çıkardı. 21 Haziran 2004’te, diğer yüz kişiyle birlikte Stephanie’nin kitap lansmanına katıldık. Stephanie, hayatının en mutlu günü olduğunu söyledi.Ne yazık ki, iki hafta sonra, kansere karşı yürüttüğü savaşta yenik düştü. Çok kötü bir gündü, yine de ailesi de ben de, Stephanie’nin hayalini gerçekleştirdiğini bilmekle avutuyorduk kendimizi.

Stephanie bana sevdiğin işi yapmanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi, çünkü ne kadar zamanın kaldığını hiçbir zaman bilemiyorsun.

Bugünlerde favori yazarlarınız kimler?

Yaşlandıkla kendimi kurgudışına daha fazla kaptırıyorum. Michael Lewis’in ABD’deki mortgage krizini anlattığı “The Big Short”unu çok sevdim, Ayrıca, George Packer’ın ABD’deki sınıfın çöküşüne dair yazdığı “The Unwinding” kitabını da sevdim. Bir politika bağımlısı olarak, ABD’de ve global ekonomide yaşananları okumayı seviyorum. Kurgu tarafına gelecek olursak, utanarak söylüyorum ki “The Game of Thrones” serisine o kadar yıl televizyondan izledikten sonra henüz başlayabildim. Serinin ilk kitabına Mart ayında başladım ve Kindle verilerime göre serinin %19’unu tamamlamışım. George R. R. Martin’inki gibi bir dünya tasarımını hiçbir yerde okumamıştım.

Romanınızda Türkiyeli okurlara da teşekkür ediyorsunuz. Sosyal medyadan mesajlar ya da e-postalar alıyor musunuz?

Aslına bakarsanız çok fazla alıyorum. Hepsine cevap yazma fırsatım olmuyor ama cevap vermeye çalışıyorum. Günümü bir okurumdan gelen Twitter ya da Facebook mesajından daha iyi aydınlatan bir şey yok, özellikle Türkiye’dense. Beni dünyaya bağlı hissettiriyor ve bana dünyanın ne kadar küçük olduğunu hatırlatıyor. Twitter adresim, @AdamFawer’dan beni takip edebilirler. Pek tweet atmıyorum ama arada sırada benden bir şeyler duyabilirler.

  • Oz
  • Yazar: Adam Fawer
  • Çeviren: Algan Sezgintüredi
  • Türü: Roman
  • Basım Tarihi: Temmuz 2016
  • Sayfa Sayısı: 384 Sayfa
  • Yayınevi: April Yayıncılık
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Çocuklara Kitap ve Dondurma

Read Next

Uçmayı Öğrenir Gibi

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *