Kitap anneanneleriyle yaşayan genç ikizlerin, İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında ve komünizmin ilk zamanlarında küçük bir Macar kasabasında geçiyor.
Büyük Defter / Kanıt / Üçüncü Yalan. Bu kitabı bitirince tarih biliminin veya tarih kitaplarının ne işe yaradığını düşündüm uzun uzun. Bu cümleyi biraz daha açmalıyım; Bugünlerde savaşın dibinde, terörün içinde ve neredeyse iç savaş çıkacak korkusuyla yaşarken ve bir de üzerine bu kitabı okumuşken bugüne kadar okuduğumuz resmi tarih kitapları ne işe yaradı gerçekten? Şimdi düşünüyorum da bu ardımızdan gelecek kuşaklar yani şimdi yaşayanlar çoktan ölmüşken şimdilerde içinden geçtiğimiz yakın tarihlerini şöyle okuyacaklar: Irak Savaşı, 20 Mart 2003’te Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık önderliğinde oluşturulmuş Çokuluslu Koalisyon Kuvvetlerinin bir askeri harekâtla Irak’a girmesiyle başlamıştır” “Türkiye’de 15 temmuz 2016’da askerî darbe girişimi oldu” veya “Türkiye’de ve dünyada 2016 da tırmanan terör.” İçimden kocaman bir “hıh!” diyorum, evet aynen böyle olacak. Birkaç fotoğraf da koyacaklar savaşa veya teröre dair. Tarih bilgisi olarak okunacak nesiler boyunca. Oysa alın elinize bir savaş fotoğrafını. Nerede, kimin savaşı ve hangi tarihte çekilmiş önemli değil. Fotoğrafı büyütün daha da büyütün sadece bir insanın gözünü görecek kadar büyütün. Savaştaki tek bir insanın gözünü… İşte gerçek orada… O çaresiz korkmuş şaşkın endişeli üzgün öfkeli ve belki de ölmek üzere olan o gözde gerçek… Bakın bakın biraz daha yakından bakın. İşte tarihe sadece rakam olarak geçen o isimsiz insanların savaşın dehşetiyle büyüyen gözleri. Gerçek orada… Resmi tarihin soğuk ve sevimsiz kronolojik bilgisi insan olmaya dair hiçbir şey katmıyor insanlığa. Oysa bilimsel literatüre göre gerçek ve resmi tarih ilimi “çeşitli vak’alar, sürprizler ve maceralarla dolu toplumların hayatlarında hak veya bâtılın, doğru veya yanlışın asıl zeminini gösteren pek kıymetli bir ilimdir. Tarih bilgisi, insana sebep ve neticeleri iyi tahlil ederek geleceğe emin adımlarla ilerleme basîreti kazandırır.”(1) Bilimsel bir makaleden aynen aktardığım bu büyük cümleyi okuyunca içimden yine bir “hıh!” diyorum: Öyle olsaydı dünyanın kuruluşundan beri devam eden savaşlar hala şiddetlenerek sürer gider miydi? Savaşlar hep yeniden yeniden başlatılır mıydı? Düşünmeye devam ediyorum: Oysa diyorum, dünyanın bütün insanları savaşı bütün çıplaklığı ile anlatan, savaşta ölmenin bile geriye kalmaktan çok daha iyi olduğunu vurgulayan, savaştaki insanların insanlık ötesine taşmış ölümden beter trajik yaşamlarını anlatan Agota Kristof’un Büyük Defter Kanıt Üçüncü Yalan kitabını okusalardı akademik tarih bilgisinden çok daha fazlasını bilirlerdi tarihe dair, insanlığa dair, hayata dair. Kim bilir belki de savaş çığırtkanlarının sesi soluğu giderek kesilirdi.
Kitap anneanneleriyle yaşayan genç ikizlerin, İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında ve komünizmin ilk zamanlarında küçük bir Macar kasabasında geçiyor. İnsanlıktan çıkmış insanların kaderleri ile mücadelesi ve inanılmaz tüyler ürpertici olaylar dizisi. Savaşın nasıl bir ahlaksızlık olduğunu insanlığınızdan utanarak okuyorsunuz. Savaş suçlusu olarak idam edilmiş ama savaş sonrası itibarı teslim edilmiş bir adamın karısının gözü yaşlı yakarışları:
“Bugün bir mektup aldım. Resmi bir mektup. Onlar yazmışlar: “kocanız suçsuzdu.onu yanlışlıkla öldürdük. Yanlışlıkla çok sayıda insan öldürdük ama şimdi her şey düzeldi. Özür diliyor ve böyle yanlışlıkların bir daha tekrarlanmayacağını bildiriyoruz. Onlar öldürüyor onlar özür diliyor. Ama Thomas öldü. Thomas’ı canlandırabilirler mi onlar saçlarımın bir gecede ağardığı, aklımı kaçırdığım o geceyi silebilirler mi onlar?” sayfa 198
Bazı kitaplar günlerce aklınızdan çıkmaz. Kitap okunmuş bitmiştir ama siz hala gördüklerinizi veya duyduklarınızı dönüp dönüp bu okuduğunuz kitapla ilişkilendirirsiniz. İşte kitap zihnimde dönüp dururken tesadüfen rastladığım bir tv programını buraya yazacağım simdi. Kitap Kokusu isimli bir program NETTV’de. Kitaplarla ilgili olduğu için programı seyretmeye koyuldum. Programcı, tarihçi yazar Mustafa Armağan ile sohbet ediyor. Konu, Mustafa Bey’in çok beğendiğini belirttiği Murat Metinsoy isimli bir yazara ait “İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye: isimli bir kitaba geldi ve Mustafa Armağan kulaklarıma inanamadığım bir yorum yaptı. O kadar inanamadım ki sonra açıp internetten tekrar dinledim.(2) Evet, sözünü ettiği kitaptan alıntı yaparak aynen şöyle söylüyordu: “Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmiş milletlerden daha fazla ekonomik, psikolojik ve siyasi sıkıntılar yaşamıştır, sefil olmuştur.” Tek parti döneminin bu politikasını değersizleştiriyor ve küçümsüyordu. Tarihin kronolojik okunması ve insansız bir olay gibi algılanması belki böyle tuhaf fikirler oluşturabilir. Ama ne yazık ki tarih ve savaşta insanlar vardır. Ruhları ile canları ile ve göz bebekleri ile.
İyi ki tarih biliminin bu toptancı bakışına muhalif olan, Mustafa Armağan ve kitabından alıntı yaptığı Murat Metinsoy gibi düşünmeyen, insan odaklı düşünen ve savaşın vahşetini haykıran sanatçılar ve yazarlar var. Büyük Defter / Kanıt / Üçüncü Yalan isimli bu kült kitabın bir bölümü savaş karşıtı başka bir Macar yönetmen Janos Szasz tarafından Not Defteri’ (Le Grand Cahier)(3) ismiyle sinemaya aktarılmış. Müthiş bir film. Kitabı okuduktan sonra mutlaka seyretmenizi öneriyorum.
yazıda kullandığım kaynaklar
- http://web.deu.edu.tr/befdergi/19.pdf neden tarih öğreniyoruz?
- http://www.tvnet.com.tr/kitap-kokusu/kitap-kokusu-2122951
- http://www.hdizlefilmi.net/buyuk-defter-izle.html/5
|
- YOKSULLUĞUN DERİN HALİ: AÇLIK - 18 Mart 2021
- Mahcubiyet ve Haysiyet - 7 Kasım 2020
- Martin Eden’i Okumak veya Okumamak - 22 Ağustos 2020
FACEBOOK YORUMLARI
2 Comments
Feride Cihan’in bu tanıtımı ile ;şu icinden gectigimiz donemde odukca ilgi cekici bir roman olmal..Tanıttıginz icin tesekkurler..
Resmi tarihi iyi hırpalayan bir yazı… F. Cihan Göktan’ın üslubu, insanda sözünü ettiği kitabı hemen okuma isteği uyandırıyor. Teşekkürler…