AHMET ÜMİT KİTAPLARINDA YENİ KAPAK TASARIMLARI

Türkiye’nin en çok okunan yazarlarından biri olan polisiye yazarı Ahmet Ümit tüm kitaplarıyla artık Yapı Kredi Yayınları bünyesinde yer alıyor.

Aşkımız Eski Bir Roman isimli kitabı okurlarla henüz yeni buluşmuştu. Ahmet Ümit’in sevenleri İstanbul Kitap Fuarı’nda kitaplarını imzalatma fırsatı da bulacak. Daha önceden farklı yayınevleri tarafından basılmış olan kitapları da Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanacak. Defalarca kez baskıya giren ve yüzbinlerce kişi tarafından okunan tüm kitapları yepyeni kapak tasarımlarıyla İstanbul Kitap Fuarı’nda okurlarla buluşacak. İşte Ahmet Ümit kitaplarının yeni kapak tasarımları.

1. İSTANBUL HATIRASI

Yedi tepeli şehre çökmüş kasvet yüklü bir bulut, son nefesini vermiş yedi kurban…

Tarihî yarımadada işlenen sıra dışı bir cinayet, Başkomser Nevzat’ı harekete geçirir. Katil, avcuna antika bir sikke bıraktığı kurbanın cesedi üzerinden çözülmesini istediği bazı mesajlar vermiştir. Aynı cinayet ritüelinin parçası olmuş kurbanlar peşi sıra gelir; tüm kurbanların elinde bir sikke vardır ve her biri şehrin parlak dönemlerinde yaşamış bir imparatorunun döneminden kalma tarihi bir yapının önüne bırakılmıştır. Kurbanların ortak özelliği, İstanbul’a olan ihanetleridir. Peki katilin özelliği nedir?

Şehrimizle birlikte yitirdiklerimize, birbirimize bakıyorduk.

Byzantion, Konstantinapol ve İstanbul… Sahipleri, sakinleri değişse de, yeni isimler edinip farklı karakterlere bürünse de değişmeyen bir şey var tarihi yarımadada; eskimeyen güzelliği. Ahmet Ümit İstanbul Hatırası’nda artık tehdit altında olan bu güzelliği merkeze alıyor ve yüksek gerilimli polisiyesiyle okuru hipnotize ederken aktardığı tarihi bilgilerle İstanbulluluk bilincini de canlandırmaya çalışıyor.

Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul… Sisler içinde deniz… Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet’in minareleriydi görülen, Ayasofya’nın kubbesi, Topkapı Sarayı’nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi… Büyülü bir bulut gibi… Bir masal imgesi gibi… Yeni kurulmuş bir kent gibi… Taze bir başlangıç gibi… Genç, umutlu, güzel…

2. BAB-I ESRAR

Senin olanı sana getirdim.

İngiltere’de yaşayan, İngiliz bir anne ve Türk bir babanın çocuğu Karen Kimya’nın yolu bir iş seyahati sebebiyle Konya’ya düşer. Hem işinde hem de özel hayatında çözmesi gereken dünyevi sorunlarıyla boğuşan Karen, Konya’da uhrevi gizemlerin de ortasında bulur kendini. Bir ırmak gibi akan doğrusal zamandan tüm zamanların iç içe geçtiği bir okyanusa yuvarlanan Karen’in elinden büyük bir derviş tutar. Bu derviş Şems-i Tebrizi’dir.

“Taşta kan vardı. İnsanların yüreklerinde nefret, dolunayda derin bir sükûnet…”

Bab-ı Esrar’da Ahmet Ümit’ten beklenen alışılagelmiş polisiye yazım etkisini yitirmiyorsa da bilinçli bir kararla bir adım geriye çekiliyor ve roman sırlarla dolu mistik bir dünyaya açılıyor. Din ile aşk, inanç ile sevda arasındaki ilişkiyi bambaşka bir açıdan gözlerimizin önüne seren Bab-ı EsrarAhmet Ümit eserlerinin içinde farklı bir noktada duran parlak, derin bir roman.

Çoğu zaman mesele, Tanrı’nın ne olduğu değil, bizim onda ne gördüğümüzdür. Sevgi dolu olanlar merhameti görür, zalim olanlar şiddeti. Zeki olanlar aklı görür, aptal olanlar kör inancı, âlimler bilimi görür, cahiller mucizeyi.

3. SİS VE GECE

Amansız bir yalnızlaşma ve yabancılaşma

İstihbarat teşkilatının mesleğine aşkla bağlı elemanı Sedat’ın hayatı üst üste gelen musibetlerle altüst olmuştur. Babası gibi sevdiği amiri Yıldırım’ın öldürülmesinin şokunu atlatamadan kendisi de suikasta uğrar. Tüm bunların üstüne yegâne yaşama sevinci olan Mine’nin kaybolmasıyla hayatı tam bir cehenneme döner ancak pes etmez, sevgilisinin peşine düşer.

Faili meçhul cinayetlerin parçaladığı yaşamlar

Sis ve Gece olgun bir yazardan izler taşıyan üslubuyla şaşırtıcı bir ilk roman. Ahmet Ümit’e parlak bir kariyerin kapısını açan roman uzun vadede yazarın imzasına dönüşecek olan tüm temaları barındırıyor; arka sokaklarda kaybolan yaşamlar, azınlıklar, mezar taşlarının silinen yazıları gibi hayatımızdan sessiz ve çaresizce çıkan “ötekiler.”

 Bırak artık şu oyunu Sedat. Lütfen kendine gel. Farkında mısın bilmem, teşkilat çalkalanıyor. Dünyadaki bütün dengeler değişti. Artık ne Sovyetler var, ne komünizm tehlikesi. Ama ülkemizin üzerindeki oyunlar bitmedi. Topraklarımızı bölmek, devletimizi güçsüz kılmak istiyorlar.

4. KAVİM

Can alarak sağlanan adalet, ölümü yüceltmekten başka bir işe yaramaz. 

Ritüelleri olan, Hıristiyan mistisizminden beslenen bir seri katil cinayet masasını teyakkuza geçirir. İlk cinayetin olay mahalli, alışılmışın hayli dışındadır: Göğsüne saplanmış sapı haç şeklinde bir bıçakla yerde yatan bir kurban… Hemen yanı başında açık bırakılmış, bazı satırları kurbanın kanıyla çizilmiş bir Kutsal Kitap… Katil hiç vakit kaybetmeden seri katile evrilirken Başkomser Nevzat belki de daha önce hiç karşılaşmadığı kadar çetrefilli ve karmaşık bir işin içine dalar.

Ölüleri bekletmek olmaz. 

Titiz bir araştırmanın ardından ustalıkla yazılmış, heyecan yüklü bir roman. Ahmet Ümit bu romanında bugünün Türkiye’sini daha iyi anlamak için hem Anadolu’nun geçmişine hem de yakın tarihimize bakmaya çağırıyor okurunu. Bu toprakların kültür mozayiğini Süryaniler, Nusayriler, Rumlar, Türkler, Kürtler üzerinden yeniden hatırlatıyor, devletin derinliklerinde kurulmuş hatalı mekanizmalar yüzünden ödenen bedelleri bir kere daha tartışmaya açıyor.

“Haklısın Evgenia” diyorum,
“Bu ülke çok acımasız, bu topraklar çok sert, bu toprakların insanı çok hoyrat… Ama burası bizim ülkemiz Evgenia, burası bizim toprağımız, bizim vatanımız. Biz burasıyız Evgenia…”

5. PATASANA

Fırat’ın ışıltısına gizlenmiş karanlık sırlar

Fırat kıyısında kazı yapan arkeologlar Hititler döneminden kalma bazı tabletler bulur. Saray yazmanı Patasana’nın yaklaşık üç bin yıl önce yazdığı bu tabletler Anadolu medeniyetleri üzerine önemli sırların açığa çıkmasını sağlayacaktır. Zor koşullar altında, sabırla çalışan arkeologlar kazı yapılan bölgede art arda işlenen cinayetler yüzünden baskı altında kalınca tabletlerin tamamının gün ışığına çıkması tehlike altına girer.

Coğrafya kaderdir

Ahmet Ümit Patasana’da Anadolu’nun belleğini kazıyor. İki farklı zamanda iki farklı koldan ilerleyen roman ortaya çıkardığı binlerce yıllık Anadolu resmiyle günümüz Türkiyesi’ni oluşturan şartları daha iyi anlamamıza imkân tanıyor.

İyi ile kötüyü, güzel ile çirkini, sevgili ile düşmanı ayırt edemeyen bu cahili bağışla. Sensiz yaşamının çorak bir çöle döndüğünü fark edemeyen bu aymazı bağışla. Bağışlanmayacak kadar açgözlü, hırslı, vefasız olan bu kaba adamı bağışla.

6. SULTANI ÖLDÜRMEK

Şah damarından da yakında bir katil.

Amerika’da yaşayan başarılı tarih profesörü Nüzhet, Fatih döneminde işlendiğini düşündüğü, tarihe bakışı değiştirebilecek büyük bir siyasi cinayeti aydınlatma gayesiyle döndüğü İstanbul’da sapında Fatih Sultan Mehmet’in tuğrası bulunan mektup açacağıyla öldürülür. Nüzhet’in eski sevgilisi, psikojenik füg hastası Müştak’ın katilin bizzat kendisi olabileceğine dair ciddi şüpheleri vardır.

Babalarını öldürmeyen çocuklar hiçbir zaman büyüyemezler

Sultanı Öldürmek, günümüzde geçen ve postmodern bir anlatıdan izler taşıyan diliyle hayli sürükleyici, zengin bir roman. Ahmet Ümit bu sefer Osmanlı’nın artık bir imparatorluğa dönüştüğü, zaferlerle birlikte daha cazip gelen iktidarı elde etmek için ihanet ve entrikaların yaygınlaştığı bir dönemi hikâyesine fon olarak seçiyor. Geçmişin ve günümüzün katilleri kurguda iç içe geçiyor.

Biri sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız ama sizi itham eden kişi bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?”

7. OLMAYAN ÜLKE

Bir varmış bir yokmuş, yeryüzünde varlık çokmuş…

Akıl Ülkesi’nin Padişah’ıyla Hayal Ülkesi’nin Büyücü Kral’ının koca dünyayı paylaşamayarak tutuştukları savaş geride kalır. Fakat huzur ve mutluluk tüm canlılar için halen bir hayaldir. Öfke, korku ve en çok da sevgi yoksunluğu savaşların sonsuza dek süreceğinin habercisidir. İşte bu ümitsizlik devrinde iki isyankâr çıkar ortaya. Padişahın kızı ve kralın oğlu el ele verir, hamuruna sevgilerini kattıkları bir dünya kurmaya koyulurlar.

İyilik, doğruluk ve güzellik, onların varoluş nedeniymiş…

Masal Masal İçinde’yle aynı çizgide ilerleyen Olmayan Ülke, nesilden nesile, kulaktan kulağa anlatılarak zenginleşmiş ve nihayet Ahmet Ümit’in kaleminde can bulmuş, yediden yetmişe herkesin severek okuyabileceği bir ütopya tasviri.

Büyücüler ay tozundan yaratıldıkları için topraktan gelen insanları küçümsermiş. İnsanlar da büyücülerin kendilerinden daha yetenekli olmasını çekemez, onları uğursuz sayarmış. Böylece bu iki zeki varlık karşılıklı hep düşmanlık besler, birbiriyle hep savaşırmış.

8. MASAL MASAL İÇİNDE

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynar iken eski hamam içinde, bir varmış bir yokmuş…

Şapkacı’nın büyük bahtsızlığından nefsine karşı girdiği mücadeleyi kaybeden Müezzin’e, ancak gözlerini kaybettiğinde hatasını görebilen Köradam’dan bilge babasının mirasıyla hayata yeniden tutunan Kuyumcu’ya… Hatalar, pişmanlıklar, keder ve elemle örülü masallar ders çıkarmasını bilene huzurun sırrını vaat ediyor, çiğ süt emmiş insanı kendi hatalarında pişmeye çağırıyor.

Aydınlık bir göğü, parıltılı bir denizi, verimli toprakları olan güzel mi güzel bir ülke varmış…

Masal Masal İçinde hep aşikâr olduğumuz Doğu’ya has masal geleneğinin tüm karakteristik öğelerini –kokusunu, rengini, tadını– Batı’nın çok katmanlı kurgu anlayışıyla bir araya getiriyor ve ortaya yerelden beslenen fakat evrensel olarak da kabul görür standartları başarıyla yakalamış bir roman çıkıyor.

Ahmet Ümit aile yadigârı masallarını taşıdığı çıkınını büyük bir cömertlikle seriyor okurlarının huzuruna.

Oldukça iyi bir anlatıcı olan annemin düş dünyasını katarak zenginleştirdiği masalları büyük bir keyifle yazıya döktüğümü belirtmeden geçemeyeceğim.

9. KIRLANGIÇ ÇIĞLIĞI

Cinayet işlemek bizi insan değil, katil yapar. Bu duygudan haz almak ilkelliktir. Körebe lakaplı seri katil, 2012 yılında işlediği on iki cinayetin ardından kayıplara karışmıştır.

Kurbanlarını çocuk tacizcileri arasından seçen Körebe, yeniden öldürmeye başlar. Adalete duyulan güvenin yerini linç kültürünün aldığı bir devirde gizli bir kahraman olarak görülmesi onu çok büyük bir tehdide dönüştürür. Nitekim adalet, bireylerin kendi yöntemleriyle kirletemeyecekleri kadar kıymetlidir.

Benliğimizin farkına vardığımız an, acının pençesinde kıvrandığımız andır.

Kırlangıç Çığlığı dolambaçlı kurgusu ve yüksek temposuyla tipik bir Ahmet Ümit romanı olsa da toplumsal sorunlara karşı gösterdiği hassasiyet ve tepkiselliğiyle yazarın eserleri arasında özel bir yer edinmeyi başarıyor. Kırlangıç Çığlığı, ışık hızıyla değişen gündeme direniyor; fark etmemiz ve değiştirmek için eyleme geçmemiz gereken, kanayan yaralarımızı haykırıyor.

Her an uyanmaya hazır o muhteşem dürtüyü bastırmak, insanlığın en masum haline, en saf doğasına dönmemek için yıllarca ihanet ettim kendime. Kendimle birlikte bütün dünyayı da kandırdım. Neredeyse başaracaktım ama bırakmadılar, benim adıma onlar öldürmeye başladılar.

İşte bu yüzden geri döndüm…

 10. SOKAĞIN ZULASI

Sokağın Zulası, Ahmet Ümit’in şiir dilinde okunuşudur.

Gün gelir anımsar bizi bu sokaklar.
Dar kaldırımların gölgelerimizi özleyeceği tutar.
Ağaçların gövdelerindeki o eski yara depreşir.
Lambaların ölgün ışıkları biraz daha kederlenir.

Bir kız yürür yanı başımda
Seke seke bulutların üzerinden.
Bir serçelerde vardır bu telaş,
Bir de onun küçük ellerinde,
Bizim işimiz deniz mavisi çakıp,
karanlık yakmak.

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

29. AKBANK CAZ FESTİVALİ ÜNİVERSİTELERDE: KAMPÜSTE CAZ

Read Next

YARINA DA KALSIN! İSTANBUL YAZILARI

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *