Uyanmak istediğiniz kötü bir rüya, bir kabus gibi kurgulanmış “Kayıp Hasta”. Kabusların arkasında herşeyi kontrol eden bir güç saklı.
Mehmet Açar, çok uzun bir aranın ardından yayımladığı yeni romanı “Kayıp Hasta“da belleğini yitirmiş bir adamın acı ve çaresizlik içinde gerçeği arayışını anlatıyor. Önceki romanlarında ve hikayelerinde üzerinde durduğu meseleleri farklı ve ilgi çekici bir hikaye içinde tartışmış Açar. Gelecek zamanda ve bilinmeyen bir mekanda geçen “Kayıp Hasta” zengin metaforlar ve üstü açık/kapalı göndermeler ile günümüze bağlanan çarpıcı bir kara ütopya örneği.
1963 doğumlu Mehmet Açar Galatasaray Lisesi’nin ardından, Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. 1989’dan itibaren çeşitli dergilerde çalışmaya başladı. Film eleştirmeni olarak tanınan Açar edebiyat hayatına hikaye yazarak başladı. Hayalet Gemi dergisinde çıkan hikâyelerini 1998’de “Anarşik Rehavet” adlı kitapta topladı. 2000 yılında yayımlanan ilk romanı “Siyah Hatıralar Denizi”ni -2005 yılında- “Hayatın Anlamı ya da Akhisarlı Hasan Tütün’ün Maceraları”, 2009’da “Çok Uzaklarda Bir Yaz” izlemişti.
Burdan Çıkış Yok!…
Roman kahramanı Ali Z. gözlerini açtığında kendisini bir hastahanede bulur. Ne üzerinde kimlik belgesi, cüzdan, para, mobil telefon, anahtar ya da başka herhangi bir şey ne de hafızasında buraya neden ve nasıl geldiğine dair bir kayıt vardır. Hastahaneden ayrılmak için yaptığı girişimler ise sonuçsuz kalacaktır. Çünkü burası devletin özel bir önem atfettiği, Sistem adı verilen yapay bir zeka tarafından yönetilen “akıllı” bir hastahanedir.
Belki akıllı ama gerek coğrafik konumu gerek mimarisiyle ürkütücü bir yer… Ali Z. şöyle aktaracaktır izlenimlerini; “yaklaşık 45 derece eğimle, kayalık zemin üzerinden vadinin ortasındaki nehre doğru inen hastane, asma ve ara katlar, eklenti binalar, geçitler ve tünellerle iç içe geçen yeni inşaatlarla hem enine hem boyuna büyümeyi sürdüren, kaç metrekare olduğunu kimsenin bilmediği çok büyük ve yekpare bir bina (…) İlk bakışta farklı mimari anlayışları temsil eden, sırt sırta, omuz omuza vermiş bitişik binaların sıralandığı bir maket gibi dursa da dikkatli bakınca her şeyin tek bir binadan oluştuğu görülüyordu (…) Düzensiz, karmaşık ve mimari açıdan eklektik ya da uyumsuz görünse de bütün yapı, ortak amaç taşıyan mantıklı, işlevsel bir sürekliliği temsil ediyordu. Her şeyin iç içe olduğu bir tür “şehir-bina” gibiydi.”
Mimarisiyle birlikte hastahanenin tarihi de aydınlanmaya başlar: Yıllar önce, Büyük Savaş’tan hemen sonra, “Toplum hasta, onu bir an önce iyileştirmeliyiz” fikrinden hareketle hastahaneyi kuran bilim insanları doğruyu bulmak adına yanlıştan yola çıkmaya ve önce akıl hastalarını gözlemlemeye karar vermişler. Hafıza ve uyku üzerine özel birimler kurulmuş ama Hastahanenin -devlet açısından- en gözde bölümü Şuur Dışı Araştırmaları Enstitüsü olmuş. Hafıza sorunları yaşayan Ali Z.’nin yolu da bu bölümlerde hizmet veren tuhaf doktorlarla kesişecek ve hayatı bir nebze olsun gün yüzüne çıkacaktır. Otuz yaşında, anne ve babasını beş yaşındayken kaybetmiş, bir çocuk yurdunda büyümüş, sosyoloji eğitimi almış, metin yazarlığı yapan, bekar ve yalnız biridir. Ne var ki hayatının son sekiz yılına ait hafıza kayıtları şaibelidir. Kim olduğunu, burada neden bulunduğunu öğrenmek için attığı her adım gerçeği biraz daha karartacak, Ali Z.’yi kabuslarla dolu bir dünyaya savuracaktır;
“Bir rüyadaysam tam olarak ne zaman ve nerede uyumuştum? Uyandığımda kendimi nerede bulacaktım? Nerede yaşıyor, nasıl bir evde oturuyordum? İşim neydi? Bir işim, bir ailem ya da sevgilim var mıydı? Üniversiteden mezun olmuş muydum? Sahi bütün hayatıma dair ne hatırlıyordum ben? Rüyamda bir hastanedeyim, diye düşündüm. Kış Bahçesi’nde beni bekleyen birini arıyorum. Yalnızdım, yürüyor ve hatırlamaya çalışıyordum. O an sadece bedenim ve şuurum vardı. Hafızam bölük pörçük birkaç rüyadan ibaretti. Sadece var olduğumu ve rüya gördüğümü biliyordum. Öte yandan hafızamın boşluğu ve yalnızlık, beni giderek daha da korkutuyor“…
Bellek Oyunları
Mehmet Açar’ın ilk romanı “Siyah Hatıralar Denizi”i de bilimkurgu türünde yazılmış karanlık bir gelecek tasarımıydı. Ancak biçim kaygıları daha çok öne çıkıyordu. “Kayıp Hasta”daki hastahaneyi andıran ürkütücü bir otelinin labirentlerde kendisini ve hayatı yeniden keşfeden bir gizli servis ajanının çırpınışını anlatan Açar Kafkaesk bir atmosfer yaratmıştı. Ardından gelen romanlarında hayal, hakikat ve bellek meselelerini güncel hikayelerle işledi. “Hayatın Anlamı”nın kahramanı uyku ile uyanıklık arasında gidip gelen, kimi zaman düşlerle gerçeği birbirine karıştıran bir adamdı. “Çok Uzak Bir Yaz”da geçmişinden bulup çıkardığı hayat parçalarını birleştirmeye, anlamaya, anlamlandırma ve hesaplaşmaya çalışan anlatıcı, olayları kronolojik bir sıraya dizmek istese de, sıra sıklıkla bozuluyor ve araya hafızada uçuşan anılar, olaylar, insanlar, düşünce ve duygular girip çıkıyordu. “Kayıp Hasta”da -sanki- bu üç romanı temize çekmiş ve tek bir hikaye içinde toplamış. Önceki romanlarını -özellikle “Siyah Hatıralar Denizi”ni- severek okumuştum. Ancak “Kayıp Hasta” hikayesi, temaları, temaları taşıyan metaforları, dili ve ironik anlatımıyla hepsinden daha sağlam bir roman.
Uyanmak istediğiniz kötü bir rüya, bir kabus gibi kurgulanmış “Kayıp Hasta”. Kabusların arkasında herşeyi kontrol eden bir güç saklı. Buradan siyasi alana bir kapı açılıyor. Romanı siyasete tercüme etmek haksızlık olur. Ancak hastahane/devlet aklını dillendiren aşağıdaki alıntılar gerek hikaye gerek güncellik açısından dikkate değer;
“İnsan sadece din değil, çocukluğundan itibaren kabul edeceği genel hakikatler olmadan, hatta bu hakikatler kendisine dayatılmadan rahat edemez. Sınıfsal, kültürel, dini ve etnik farklılıkların yaratacağı tüm sorunların ilacı vatanseverlik ve milliyetçiliktir.” (…) “Devlet için amaç yurttaşlara bir hakikat sunmaktır, bunu da ancak asıl hakikati bilerek yapabilir. Devletin duruma göre hakikati şekillendirmesi ve değiştirmesi gerekebilir. Bu hastanenin asıl amacı devlete hizmettir. Devletin, hakikati şekillendirmesi için“…
Hastahane elbette bir metafor. Devletin ya da devletin bekası için kurulmuş kurum ve kuruluşların, derin teşkilatların ve ideolojik aygıtların işlevini sergiliyor. Ali Z. öncelikle kendi başına bir roman karakteri. Ama aynı zamanda devletin resmi tarih yazımı, medya, eğitim, vb. yoluyla belleğini çarpıttığı, her sabah yeni ve sahte bir bellekle uyanan toplumun durumun/aczini yansıtıyor. Bütün hatırladıkları bir iki sayfayı geçmeyen Ali Z. de sahte anı yüklemesi nedeniyle bütün hayatı bir rüya gibi yaşıyor. Bu nedenle geçmişi her düşündüğünde hep aynı -derinlikten- yoksun hatıralar geliyor aklına. Tıpkı günümüz insanın gibi Ali Z.’nin hafızası da klişelerle dolu kötü ve sığ bir filmden farksız! Çünkü gerçek değil!..
Bütün bunları gerçek hayatla, insanın/toplumun şaşkınlığı ve teslimiyeti ile ilişkilendirmek –hele ki Türkiye’deki gelişmeler göz önüne getirildiğinde– hiç zor değil elbette. Aslında bu konuda yazılmış pek çok inceleme yazısı hatta akademik tez bulmak da mümkün. Mehmet Açar, bellek oyunlarının deneği haline gelmiş bir bireyin dramını kurmaca dünyaya taşıyarak hem daha görünür kılmış hem daha insani bir boyut kazandırmış. Güncel siyasi meselelere evrensel bir boyut katması, özelde Türkiye’yi genelde devlet kurumunu tartışmaya açması, “tarihsiz/hafızasız bırakılan insanların/halkların” iradelerini nasıl yitirdiğini göstermesi önemli. Ancak “Kayıp Hasta” sosyal ve siyasi meseleleri doğrudan değil varoluş koordinatları karışmış, kendi hayatını yön verme iradesini yitirmiş, aşk algısı bile kurgulanmış, sonuçta aşkla cinsel arzuyu karıştıran, kısacası devletin labirentlerinde kaybolan bir adam üzerinden anlatıyor. Karanlık tonları oyunlarla renklendirmiş. İronik dilinin, başka romanlara ve filmlere yapılan göndermelerin, Kafkaesk atmosferin, saçma hayatın ardındaki hakikati ortaya çıkaran metaforların büyük bir okuma keyfi verdiğini söyleyebilirim.
Ali Z.’nin akıl ve vicdan sahibi herkesin duygularını yansıtan çığlığı ile bitiriyorum; “Hafızasız bir bilinç, acı ve çaresizliğin ta kendisiydi. Gerçeklik nefes alamadığım boğucu bir gaz gibi kuşatıyordu etrafımı.”
|
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017
FACEBOOK YORUMLARI