New Orleans’lı Yaratıcı Filozof Ignatus J. Reilly

Olayların ironik anlatılış biçiminden anlarız ki yazar da Alıklar Birliği’nde Ignatus gibi pek çok kurumun, kişinin, ilişkinin çürümüşlüğünü ortaya koymak ister.

“Bu dünyada gerçek bir dahi varsa, bunu anlamak kolaydır, çünkü bütün alıklar ona karşı birlik oluştururlar.”
Jonathan Swift, Çeşitli Konular, Ahlak ve Oyalama Üzerine Düşünceler

Ignatus J. Reilly, Fortuna’nın çarkının insanlara yüz çevirdiği, ruha adanmış olanların satışa sunulduğu naylon bir dünyaya doğduğu için dölyatağının sıcaklığını hissettiği odasına kapanmak ister, ordan çıkmaya bir türlü içi elvermez.  Ona göre “Ortaçağ sisteminin çökmesiyle Kaos, Cinnet ve Zevksizlik tanrılarının saygınlığı” artmıştır. Oysa annesi onu sürekli işleyen başka bir çarkın bir dişlisi olmaya zorlar, para kazanması gereklidir Ignatus’un.

Bu dev cüsseli, kıl yumağına dönmüş biçare, Felsefenin Tesellisi’ni elinden bırakmaz. “Ah zavallı insan, mutluluğu hep dışında aradı.” diyen Boethius’a sarılır. Romalı filozofun peşi sıra sırtını “dış”a tamamen döner. Alıklarla dolu olan dünyayı küçümser, nefret ettiği bu dünyanın el uzatışlarını ne bedeni ne ruhu sindirir; her karşılaşmada panikler, midesi ve bağırsakları öfkenin gazıyla dolar, patlayacak gibi olur. İçi çürümüş, dışı parlatılmış dünyaya meydan okurcasına bedenini kendi haline terkeder. Yağlıdır, kemiklerinin taşıyamayacağı ölçüde etlidir, kirlidir, bakımsızdır; ortalıkta, hiç çıkarmadığı yeşil avcı kasketi ve bol, buruşuk pantolonuyla arzı endam eder.

Bir de hayali okur kitlesi vardır Ignatus’un, avaz avaz haykıran annesinden ve her şeyden kaçabildiğinde güncesine yazdıklarıyla daha bir samimileşiriz onunla.  Şu satırlar onun hissettiklerini belki de çok iyi anlatacaktır:

Dünya bir gün beni gülünç bir cezaya çarptıracak: Beni klimalı bir zindana kapatıp floresan lambaların altında, ses geçirmez duvarların arasında, o küçük kauçuk kalpleriyle bağlandıkları her şeyi küçümsememin bedelini ödeteceklerinden eminim.” (J. K. Toole, Alıklar Birliği, Kırmızı Kedi Yay, sayfa 253)

İnsanların kalpleri gibi her şey plastiktendir, bir ara çalışma mutluluğuna (!) eriştiği Levy Pantolonlarının sahibi Bay Levy’nin konutunda oturduğu sarı, plastik divan gibi; Freud özentisiBayan Levy’nin kabarık, naylonumsu bukleleri gibi…

Burjuva değerlerine özenenleri, orta sınıfın yaşantı biçimini hedefleyenleri de topa tutar Ignatus. Zencilerin çalışma koşullarını, aldıkları maaşı korkunç bulduğu halde eleştirdiği sistemin etkin bir üyesi olma hayallerini yadırgar. Oysa caz müziği bestelemek, yeni danslar türetmek gibi yararları şeyler değil midir onların yapması gerekenler.

Kayıp Cennet şiiriyle tanınan John Milton’a da hayrandır Ignatus. Vazgeçilmezi Boethius gibi Miltonda hapsedilmiştir. Ignatus da kendisini odasına hapsetmiş görünür fakat onun odası karanlık bir evin, en kuytu köşesindedir; panoptikon bir hapishanenin orta yerindeki gözetleme kulesinden gözlerine kör edici bir ışık tutulmaz.

Kapatılmak Ignatus’un korkusudur, özellikle de akıl hastanesine. Zihninin ele geçirileceği yerdir orası; akıl hastanesini -annesinin aşırı ölçüsüzlüğü ile onu iteklediği dünyaya uyum sağlaması adına-  kendi dünyasından, hayat felsefesinden vazgeçmesine; daralmasına, büzülmesine neden olacak yer olarak görür. Oysa, bütün bir kapatılma sürecinin arkeolojisini irdeleyen Michel Foucault’un dediği gibi, deliliğin gündelik yaşamın bir parçası sayıldığı, kaçıklarla çılgınların ellerini kollarını sallayarak dolaştıkları Orta Çağ’ı yaşamıştır insanlık.

Cinsellik de korkularından birisidir Ignatus’un, onunla savaş halindedir. Arzu duyduğu kız arkadaşını düşman ilan eder. Oysa bütün o çılgın ayaklanma lideri olma hayalleri, Myrna Minkoff’u hem alt etme hem de ona kendini beğendirme isteğinden kaynaklanır. İşçileri, eğlence düşkünlerini ayaklandırmak ister. Yirminci yüzyıl Don Kişot’u olarak, elinde plastikten bir kılıç da olsa, her seferinde yenilgiye uğrar;  Romalı Boethius’un sözünü ettiği Fortuna onun yüzüne gülmez, şansının döneceği dönem bir türlü gelmez.

Annesiyle de göbek bağını koparamamıştır Ignatus; yeni, gerçek bir ilişki için öncelikle bu bağı koparması gerekir. Neye uğradığını bilemeden ona hamile kalan annesi de bu bağın bir ucundan tutmuş, bırakmamaktadır. Yirmi bir yıl sonra yeni bir ilişkiye başladığında ancak Ignatus’u salıverir, hatta Ignatus’un korkulu rüyasına doğru itekler onu. Onunla aynı düzlemde buluşması olanaksız görünen zavallı Irene Reilly çekilince ancak Myrna görünür sahnede. Bir anlamda da olaylar “tatlı”ya bağlanır; Myrna perdeyi kapatan rolünü üstlenir. Seneca’yı hatırlarsak “Hala hayatta olduğumuza göre umut da hala var demektir.” Ama Ignatus bu, yine arka koltuktadır, mesafesini korur.

Olayların ironik anlatılış biçiminden anlarız ki yazar da Ignatus gibi pek çok kurumun, kişinin, ilişkinin çürümüşlüğünü ortaya koymak ister. Sermayeyi, polis teşkilatını, aile kurumunu ince ince eleştirir. Anne ile göbek bağını koparamayan Ignatus’un yanında, babayla çatışmanın temsili olarak Bay Levy’i karşımızdadır. İktidar hırsı aile de dahil her yerdedir, ilişkileri belirleyen çıkarlar vardır. Farklı sınıflardan insanların yaşam biçimleri gözümüzün önüne serilir.  

Felsefi, etik paradoksları ve mizahıyla Alıklar Birliği’ni sevmemek olanaksız görünüyor bana. Yazarın on altı yaşındayken yazdığı Neon Işıklı İncil adlı bir kitabı varmış, o kitabı da annesinin gayretleriyle basılmış sanırım, onu da okumak isterim. Keşke o kadar genç yaşta veda etmeseydi.

Alıklar Birliği
Yazar:
John Kennedy Toole
Çeviri: Püren Özgören
Türü: Roman
Baskı Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 420 Sayfa
Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi

Nalan Arman
Vinkmag ad

Read Previous

Harry Hole serisinin ilk 10 kitabı tamamlandı

Read Next

Sular Ne Güzelse Öyle Okumak

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *