Kafasının dikine gitme olarak nitelendirilse de sevdiği müzik aşkına her tür cefayı çekebilecek tutkunların anlatıldığı Yoldan Çıkan Simalar, şahsen tanımak isteyeceğiniz güzel insanları getiriyor karşınıza…
80’li yılların tam ortası… Yerli plaklar kıymete binmemiş henüz; şimdi uğruna 500 liralar 1000 liralar dökülen Erkin Koray’lardan Barış Manço’lardan 10 tane götürseniz yerine bir Deep Purple plağını zor alırdınız. İnternet yok, dergi, kitap ya da televizyon da yok; biz punk’ı öğrendiğimizde İngiltere’de çoktan bitmişti.
Şehrin rockerleri Beyazıt Meydanı’nda toplanıyor Pazar günleri, kurulan eskici tezgahlarını didiklemek, sevdiği toplulukların plaklarını bulmak maksadıyla. İşler maksadını aşınca kendiliğinden kurulmuş Hayali Olağan Şüpheliler Derneği.
Müzik dinleme formatlarının neredeyse her türünü görme ve kullanma şansı yakalamış bir nesildenim ben. Çocukluğumda babam, dolaplı/mobilyalı radyo/plakçalarda – ki kitaplarımla birlikte en değerli eşyalarımdandır şu an- müzik dinletirdi bize. Barış Manço’nun Dağlar Dağlar 45’liğini o büfe kılıklı alette bol bol dinlemişimdir mesela. Ortaokul, lisede kaset ve walkman kullandım okula otobüsle gidiş gelişlerimde. Param çok kısıtlı olduğundan genelde orijinal kaset alamadığım için başkalarından kopyalama kasetlerle doldururdum çantamı. Bir de radyo başına çöreklenip – ki o dönem Kent FM vardı benim zevkime uygun – yakaladığım şarkıları çektiğim karışık kasetlerim vardı. Bu kasetlere çektiğim şarkıların başında ya da sonunda, bazen her iki tarafında radyo dji, içimden ses etmesin diye sürekli dilesem de illaki birkaç laf eder, şarkıyı rezil ederdi. Ama hastası olduğum şarkıları üst üste dinleyebilmek için bu rezillikleri duymazdan gelirdim mecburen. Üniversitede cd ve discmane terfi ettim. Sonrasında zaten mp3 formatıyla tanıştık.
Akmar Pasajı’nın gün ışığına Kont Drakula muamelesi yapan, havayı sarılı kırmızılı mavili renk yelpazesinden koparmış oksijensiz karanlığına ayak bastığında, yaşamının bundan sonraki en iri zaman dilimini burada geçireceğini muhtemelen kendisi de bilmiyordu.
Bu uzun dehliz belki de müziksiz dünyada aradığı huzuru bulamayan bu yıpranmış ruh için mutluluk merheminin reçetesi, gizli sevgi hazinesinin haritası, hiç olmadı dışarıdaki dünyanın bıktırıcı düzeninin sivri dişlerinden kaçışın en iyi yoluydu. Bir roker için kafayı sokabilecek en uygun kurtarılmış bölgeydi Akmar Pasajı.
Sevdiğim müzikleri bu şekilde dinlemeye çalışırken bir de mekanları keşfetmeye başlamıştım ergenlik ve gençliğimde. Üniversitede Taksim, Beyoğlu çevresine terfi etmeden önce tabi ki Kadıköy vardı hayatımda. Kadıköy denince de akla gelen ilk yer Akmar Pasajı’ydı. Ortaokulda iken üst katında bulunan sahafları keşfetmiştik önce arkadaşımla. Saatler geçirip de vaktin farkına varmıyorduk o birbirinden güzel eski kitapları karıştırırken. Uzun koridor şeklindeki pasajda dolaşırken aşağıdan gelen müzik sesleri ile içimiz kıpır kıpır olurdu da bir türlü inemezdik. Babamın “Akmar Pasajı’nda bir kafe var, oraya gitsenize, size göre müzikler çalınıyor orada” tavsiyesini (ilginç bir biriydi benim babam kabul ediyorum) dinleyip cesaret etmiştik aşağı kata inmeye.
İkinci neden de tabii ki büyüleyici cazibesiyle Narmanlı Han idi. Alis’in Harikalar Diyarı’na girişi kadar etkileyici uzunca bir kemerin altından geçtiğinizde sizi koca bir avlu ve ucundaki Beyoğlu 2.Noteri karşılardı; bir de sayamayacağınız kadar çok kedi. Sağda üç basamakla tırmanılan çay ocağı ve yanındaki tuvalet ise bizi aradıklarımızı bulacağımız hedefe yönlendirirdi.
Neden bu kadar uzun uzun anlattım ergenliğimin ve gençliğimin müzikle birlikte geçirdiği evreleri derseniz, İletişim Yayınları’ndan çıkmış olan Yoldan Çıkmış Simalar kitabını okurken hep o günleri hatırladım ondan. Benden daha büyük olup, rock müzik ile ilgili plaktı, kasetti, cdydi, dergiydi vs. malzemelerin daha sınırlı sayıda ve zorlukla elde edildiği zamanlarda müzik aşkı ile yanıp tutuşan bir takım hayalperesti anlatıyor bu kitap. Hayalperest, çünkü istisnasız hepsinin dünyasının merkezinde müzik var ve sevdikleri, merak ettikleri şarkılara ulaşabilmek uğruna her zorluğu yaşayabilecek denli bu dünyadan kopuklar.
Neredeyse (hem insan hem nesne olarak) tüm malzemenin toplandığı ve paylaşıldığı ortak havuzda, yiyeceğin içeceğin kimin tarafından ödendiğinin sorulmadığı bir komünde, sanki kapitalizm içinde sosyalizmde yaşıyorduk.
Herkes plağını, kasetini, kitabını, ıvır kıvırını, derdini, neşesini ona getirir, işine yarayanı götürür, bıraktıklarıyla başkalarının derdine deva olurdu.
Kitaptaki 35 bölümde birer kişi anlatılıyor ama onlarla birlikte plakların, kasetlerin, dergilerin, fanzinlerin, afişlerin çoğunlukla ikinci ellerinin satıldığı, takas edildiği, dinlendiği ve bunlar üzerine coşkuyla sohbet edebildiği mekanlar, ortamlar da konu ediliyor. Beyazıt Meydanı’ndaki tezgâhlar, Akmar Pasajı, Narmanlı Han, Bakırköy gibi yerlerde buluşuyormuş müdavimler ve bin bir türlü müzikal macera yaşıyormuş. Hepsi de öğrendiklerini anlatacak, dinletecek kadar paylaşımcı, konu müzik olduğunda zaman zaman komünal, ortak bir yaşam sürebilen, artık örneklerine çok zor rastlanabilecek kişiler bunlar. Bir dönemin yeraltı kahramanlarının hikâyelerini okuyorsunuz yani bu kitapta.
Bir kuşağa plakları, kült kitapları ve fanzinleri sevdirmişti Deniz. Olmayan bir örgütün merkez hücresi, hayali bir derneğin lokaliydi adeta. Bir dönem tüm alt kültür ürünleri buradan gidiyordu meraklısına dense yalan olmaz. Kültür işlerini bir hayır gibi görüyor, edindiği kitapları, ansiklopedileri fotokopi ile çoğaltıyor, sadece maliyetini alarak isteyenlere dağıtıyordu.
Gökhan Akçura, kitabın yazarı Murat Beşer için “gerçek vakanüvis” diye yazmış kitabın arka kapağınki nota göre. Osmanlı Devleti’nde zamanın olaylarını tespit etmek ve yazmakla görevli devlet tarihçisi anlamına gelen vakanüvis kelimesi gerçekten çok uygun düşmüş doğrusu. Müzik, özellikle de rock müzik aşıklarının hayatlarını anlatırken iyi, güzel huylarının yanı sıra tuhaf, bazen sinir bozucu denebilecek davranışlarını da ekliyor ama bunları öylesine naif bir şekilde yazıyor ki, anlatılan kişiyi her halükarda mazur görebiliyorsunuz. Bütün defolarının ve muhteşemliklerinin oldukları halleriyle anlatıldığı bu kişilerin hayatlarını biraz da masal gibi okuyorsunuz yazarın ara ara kendisini de kattığı samimi cümlelerinde. Her bölümün başında Aptulika takma adlı karikatürist Abdülkadir Elçioğlu’nun yaptığı çizimler de karakterleri gözünüzün önünde canlandırmanıza ve daha bir zevkle okumanıza yardımcı oluyor.
İfadeci gitar soloları, müziğin içindeki en değerli anlardı Apaçi Ayhan için. Sololar esnasında konuşulmaz, hapşırılmaz, öksürülmez; zinhar soloyu gölgeleyecek sesli bir hareket yapılamazdı. O kutsal anda masum görülebilecek yegâne eylem, olsa olsa filtresiz bir sigarayı tellendirmek olabilirdi.
Son olarak Yoldan Çıkmış Simalar’ın ilk kahramanı olan ve birkaç gün önce vefat etmiş olan Apaçi Ayhan’ı anarak bu güzelim kitabı almanızı ve okumanızı öneriyorum.
- Yoldan Çıkmış Simalar
- Yazar: Murat Beşer
- Çizimler: Aptulika
- Türü: Müzik
- Baskı Yılı: Kasım 2016
- Sayfa Sayısı: 279 sayfa
- Yayınevi: İletişim Yayınları
- EĞİTİM HAKKIMIZ SÖKE SÖKE ALIRIZ - 6 Haziran 2022
- Zeka mı? O da ne? - 3 Ağustos 2018
- Taşkafa; İdil ve inatçı dedesi… - 20 Nisan 2018
FACEBOOK YORUMLARI