Louis Aragon‘un elinden çıkmış olan Paris Köylüsü‘nü sadece dilin lezzetini tatmak için de okuyabilirsiniz.
Sürrealist akımın öncü metinlerinden ve Louis Aragon’un sürrealist düzyazıları arasında en önemlilerinden biri olarak gösterilen “Paris Köylüsü”, 1924 yılında yazılmaya başlamış, önce tefrika edilmiş, ardından yaklaşık 90 yıl önce, 1926 yılında yayımlanmıştı.
Daha çok şair kimliği ile tanıdığımız Louis Aragon 1897 yılında Paris’te doğdu. Yüzyılın isyancı ruhunu taşıyordu. Yirmili yaşların başında Dadaist akımı benimsedi. Breton ve Soupault ile tanışmasının ardından, birlikte 1922 yılında Littérature dergisini kurdular. Dergi bir kaç yıl içinde Sürrealizmin amiral gemisi olacaktı. Aragon “Paris Köylüsü”nü yazmaya başladığında Breton da “Sürrealist Manifesto”yu kaleme alıyordu. Edebiyatta devrimi amaçlayan Sürrealizm anlayışı çok geçmeden Aragon’u siyasi devrim anlayışına yöneltti. 1930’lu yıllardan itibaren Fransız Komünist Partisi ve Direniş cephesini destekleyen Aragon, buna paralel olarak toplumcu bir edebiyat anlayışını benimsedi ve Parti’nin yayın organı olan L’Humanité gazetesinde çalışmaya başladı. Bunu sırasıyla Commune (1933-1939), Ce soir (1937-1953), Les Lettres françaises (1953-1972) gibi gazete ve dergiler izledi. 24 Aralık 1982 tarihinde Paris’te ölen Aragon hiç şüphe yok ki çağımızın en büyük şairleriden birisidir.
Yeni bir çağ başlıyor
Anlatı-roman olarak adlandırılan “Paris Köylüsü” öncelikle -o zaman dek- alışılageldik roman anlayışını alt-üst etmiştir ki bu tam da Gerçeküstücü anlayış gereğidir. Kitabın satış rakamları hayal kırıklığı yaratmakla birlikte yarattığı etki -Walter Benjamin’in “Pasajlar”ına esin kaynağı olacak kadar- derin ve kalıcı oldu.
Kitap dört bölümden oluşuyor. İlk bölümde, Sürrealist ressam André Masson’a ithaf edilen “Bir Modern Mitolojiye Önsöz” başlıklı metinde, Aragon bu kitabın arkasındaki düşünsel temelleri, varoluş duygusunun büyüleyiciliğini yakalama niyetini ortaya koymuş. Ardından gelen “Opera Pasajı” ve “Buttes-Chaumont’da Tabiat Duygusu” adlı bölümlerde anlatıcının sürrealist gözlüklerle yaptığı Paris gezilerinin izlenimleri yer alıyor.
“Opera Pasajı”nda pasajların, pasajlardaki küçük dükkanların Paris’i yönetenlerce büyük inşaat şirketlerine peşkeş çekilmesine karşı şiddetli bir savunma olarak da okunabilir. Bu pasajlarda tarihin ve gündelik hayatın izini süren Aragon, sıradanla muhteşemin karşıtlığını ortaya koymak için -panoların resimleri, menüler, ilanlar, broşürler, sözleşmeler, esnaflarla röportajlar gibi- kolaj malzemeler kullanmış, pasajlardaki canlılığı anlatısına taşımıştır. Kimler yok ki hayatında; kitapçısı, kafesi, pulcusu, restoranları, terzisi, kuaförü, atölyeleri, şarap imalatçısı, ortopedisti, masajcısı ile Paris’in ruhu burada canlanmıştır.
Hikayesi, kahramanları ve sonu olmayan bir romanı özetlemek beyhude bir çaba. Bunun yerine kitabın çevirmeni Ayberk Erkay, “Yolculuğa Başlamadan Evvel, Paris Köylüsü’ne Dair” adlı giriş yazısından, metnin anlamını çok iyi yakalayan bir alıntı yapmak daha anlamlı olur; “Aragon’un Köylüsü, Paris’e ithal edilmiş bir yaşam planı uyarınca, bizzat insan tarafından inşa edilmiş olan yepyeni bir insan dünyasının parçalarında, bulvarlarda, sokaklarda, kaldırımlarda, pasajlarda bir işaret fişeği gibi dolaştı, restoranların, kafelerin, dükkânların vitrinlerinde, kesintisiz bir akışa teslim olmuş fanilere görünmeyen sihirleri gördü, gördüklerini kayıt altına aldı, henüz çocukluğunu yaşayan bir zihin yumağının, bir kanaat kalabalığının, şehirle bütünleşmiş yeni bir türün hazlarının, arzularının ve sefilliklerinin izlerini parklarda, ormanlarda sürdü, aynı yolculukta hem bir zihin, hem bir şehir haritası çıkardı, modernin başkenti Paris’in ve modern zihninin dolambaçlarına daldı. “Paris Köylüsü” bu yolculuğun kaydından doğan, zihnin ve düşün üretici gücü kadar kuvvetli, kemerli kapıları moderne açılan pasajların dünyası kadar zengin bir şiirsellikle somutlaştı.”
Sürrealizm
Sürrealizmin ortaya çıktığı yıllarda Türk edebiyatının uğraştığı meseleler çok farklıydı. Keşfedilmesi çok sonradır. Keşfedildiğinde ise yaşayan bir akım değil edebiyat tarihinin parlak bir sayfasıydı. Kısacası -özellikle- günümüz okuyucusu için yabancı bir konu. Bu nedenle metni daha iyi anlayabilmek açısından -bilinçaltının sanata yansıtılmasını öne çıkaran- sürrealist akıma kısa bir parantez açmak gerekir:
Fransız şair ve psikolog Andre Broton’un başlattığı sürrealizm, 1924′te Birinci Sürrealist Manifesto ile ilan edildi. Dönemin bir çok önemli şair, yazar, ressam ve yönetmeni -Andre Breton, Paul Eluard, Louis Aragon, Philippe Soupault, Plerre Reverdy, Antonin Artaud, Robert Desnos, Georges Bataille, Rene Crevel, Rene Char, Salvador Dali, Rene Magritte, Georgio de Chirico, Andre Masson, Joan Miro, Man Ray, Paul Klee, Pablo Picasso, Luis Buñuel gibi isimler- Andre Breton’un manifestosu altında birleştiler. Özetle şöyle diyordu Breton; “Gerçeküstücülük, ister söz, ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkarmak için başvurulan, içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu, aklın denetimi olmaksızın (rüyada olduğu gibi) her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır”.
“Bir Modern Mitolojiye Önsöz” başlıklı giriş yazısında Aragon’un arayışı da bu yöndedir; “Düşünmeme biçim veren sayısız dolambaç, kâinattan edindiğim herhangi bir kavramı, öncelikle onu soyut bir imtihana tabi tutarak teyit etmeye mecbur bıraktı beni. Aşılandı benliğime bu analiz zihniyeti, bu zihniyet, bu ihtiyaç. Uykusundan uyanmaya çabalayan bir insan misali, bu zihinsel alışkanlıktan kendimi kurtarmaya çalışmak, basitlikle, doğallıkla, sırf gördüğüm ve dokunduğumun tecrübesiyle düşünmek, bana ıstıraplı bir çabaya mal oluyor. Halbuki akla borçlu olunan bilgi, duyuların bahşettiği bilgiyle mukayese edilebilir mi hiç? Şüphesiz, ilkini kılavuz belleyip, İkincisini hor görecek kadar budala olan insanların oluşturduğu kalabalık, duyularla elde edilenler bütününün günden güne niçin gözden düştüğünü izah ediyor. En akil olanlarınızın, bana ışığın bir titreşimden ibaret olduğunu öğretecekleri, dalga boylarını hesap edip, kâğıda dökecekleri yahut muhakemelerinden can bulan meyveleri önüme koyacakları gün elbet gelecek fakat o gün dahi, o akil belledikleriniz, ışığın içinde asıl kıymet arz edenin ne olduğunu öğrenmemi, gözlerimin onun sayesinde bana neler öğrettiğini anlamamı, beni bir körden neyin ayırdığını, nelerin, aklın değil, mucizelerin nesnesi olduğunu fark etmemi sağlamaktan âciz kalacaklar.”
Bilinçaltını ortaya çıkarmak için akılcı düşüncenin altını oymayı öne koyan, görünür gerçeklerle, mantıksal açıdan tutarlı ve sağduyulu anlatılarla alay eden Sürrealizm akımının manifest yapıtlarından biri olmasına rağmen, “Paris Köylüsü” sürrealistler tarafından genel olarak anlatı yapısı dışında tutulan malzemelerle doludur. Hatta anlamın kurulmasında dükkan işaretlerini, gazete kupürlerini ve belediye yazışmalarını kullanmıştır Aragon. Elbette bu kolaj verili gerçeği kesintiye uğratmak ya da ters yüz etmek, böylelikle hakikate ulaşmak amacıyla yapılmıştır. Tam da bu nedenle Aragon “Paris Köylüsü”nü Sürrealist Gerçekçilik olarak nitelendirecektir. Aragon’un asıl ortaya koyduğu ise toplumsal dilin şiirsel hale gelebileceği gibi şiirsel dilin de topluma yararlı kılınması gerektiğidir.
Bütün bu tarihi ve edebi meseleleri bir tarafa bıraktığımızda “Paris Köylüsü”nün değeri azalmıyor. Büyük bir şairin elinden çıkmış bu şiirsel nesiri sadece dilin lezzetini tatmak için de okuyabilirsiniz.
|
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017
FACEBOOK YORUMLARI