
“Kemal Varol, toplumsal meseleleri, unutulmaya yüz tutmuş değerleri tekrar hatırlatırken; su gibi akan kurgularıyla, pürüzsüz diliyle, okurda bıraktığı derin hislerle bu toprakların insanlarına anlatacağım daha çok şeyi var diyor adeta. Bu toprakların acılarında yetişen insanların anlattığı hikâyeler, bu toprakların asıl meseleleridir. Kemal Varol bunu her seferinde büyük bir ustalıkla başarıyor.”
Baba-oğul ilişkisi -çok olmasa da- edebiyatımızda son zamanlarda kendine daha sık yer bulan temalardan. Son iki-üç yıldır bu konuda iki yetkin, güçlü kitap yazım dünyasına merhaba dedi. Bunlardan ilki Hasan Ali Toptaş’ın “Kuşlar Yasına Gider” kitabı bir diğeri de kısa süre önce piyasaya çıkan Kemal Varol’un “Âşıklar Bayramı” kitabıdır. Kitabın sayfalarında ilerledikçe Kemal Varol’un Hasan Ali Toptaş’ın kitabına selam yolladığını da görüyoruz. Kitabı elime alınca aklıma Hasan Ali Toptaş’ın şu cümlesi düştü: “Babalar alnımıza yazılan yalnızlıklardır.” Zira kitap, baba-oğul ilişkisinin işlendiği bir kitap okuyacağımızı bize söylüyordu.
Kemal Varol’a en uygun sıfat nedir diye düşündüm bir hayli. Daha önceki kitaplarını okumamı da göz önünde bulundurarak ona; “Anadolu Anlatıcısı” dedim kendi kendime. Her kitabında Anadolu insanı kokar; Anadolu’nun taşı, toprağı, sokakları, dağları, âşıkları, kızları, oğlanları, nehirleri, hayvanları, meseleleri onun kitaplarında can bulur, tekrar tekrar. Nerede unutulmuş, unutulmaya meyilli bir konu, bir insan, bir değer varsa Kemal Varol hemen el atar: “Ey Anadolu! Sen aslında busun, sen aslından buydun, sen aslında bu olmalısın; senin bu acın, bu sevinci, bu toprağın bu gökyüzün var. Kendini unutma!” der adeta. Bunun yanında Kemal Varol’a “Masal Anlatıcı” demek yerinde bir sıfat olmuş olur. Onun romanlarında hep masalsı bir hava hakimdir.
“Kime ne söylesem canım efendim!
Hasanım Ali, Hüseyin’im Ali, Hevesim Ali
Kendini unutan insan, neyi Unutmaz ki!”
Bu dizeleri hatırlayanınız olur elbet. Kemal Varol’un bir diğer “Ucunda Ölüm Var” kitabından. Heves Ali, Âşıklar Bayramı’nda karşımızda. Ana karakterlerden, baba olandır Heves Ali. Yukarıda roman baba-oğul ilişkisini anlatan bir kitap olduğunu belirtmiştik. Heves Ali, âşıktır. Elinde üç telli sazıyla, memleket memleket gezer. Türkü söyler, âşıklarla buluşur, her yerde bir tanıdığı vardır Heves Ali’nin. Heves Ali sevilir halk arasında, kadınlar arasında, âşıklar arasında… Belki de bu sevdadır onu oğlundan uzaklaştıran. Yusuf, kırk yaşında bir avukattır. Heves Ali onu bırakıp gittiğinde, Yusuf henüz on beş yaşındadır. Yusuf, hocası sayesinde okur. Okul hayatı siyasi olaylarla geçer; takip edilir, sorguya çekilir, işkence görür. O zaman Aylın’a âşık olur ve hiç unutmaz. Her zaman Aylın ile yaşar, başka kadınlarla olsa da.
Yusuf, bir gece öksürük duymaya başlar ve kapısında birinin olduğunu anlar. O öksürük Yusuf’un hayatını değiştirdiğini söyleyebiliriz. Birkaç defa kapıyı açıp açmama tereddütten sonra en sonunda kapıyı açar ve karşısında yirmi beş yıl önce onu terk eden babasını görür. Heves Ali hastadır, yorgundur, pişmandır; Heves Ali, ölüyordur. Neden geldiğini söylemez Yusuf’a ama nereye gideceğini söyler. Kars’a gitmek ister, Âşıklar Bayramı’na…
İşte yolculukla beraber, kitap da asıl bundan sonra başlar. Baba-oğul yoldadır. Anadolu’dadır. Âşıklar Bayramı’na yetişmek için yola koyulurlar. Yusuf babasına kızgındır ama yine de gönlü onu yalnız göndermeye elvermez bir türlü. Babasına karşı yeniktir; “Yine de her oğul gibi, ne kadar direnirsem direneyim daha en başından babama yeniktim.” (s. 21)
Yusuf, kendisiyle de kavgalıdır. Babasını kendisine bile anlatamaz. Kabullenmekten zorlanır bazı şeyleri. “Kendime bile anlatamadığım, kim olduğunu bir türlü kavrayamadığım, ruhunda hangi fırtınaların koptuğunu bilmediğim, hiçbir paye biçmediğim, en ufak bir mertebe yakıştıramadığım, ömrünü bir bağlama peşinden oradan oraya sürüp duran bir babayı başkalarına serinkanlılıkla nasıl anlatacaktım ki!”(s. 48), “…bir babanın kendisiyle değil, hatırasıyla kavga etmek her zaman daha kolaydı, belki de daha zor, kim bilir.” (s. 49)
Her şeye rağmen yol arkadaşı olurlar, baba ve oğul. Çok konuşmazlar yol boyunca. Heves Ali yol boyunca ardında bıraktığı kadınları ziyaret eder. Âşıklarla beraber türküler söyler tekrar. Gittiği her yerde saygı görür, el üstünde tutulur. Baba-oğul yolculuğunda Anadolu’nun dağları, köyleri, ıssız yolları, soğuğu, yağmuru, ovaları da bu sessizlikte onlarla beraber bir görünür bir kaybolur. Onlar yol aldıkça Heves Ali’nin hastalığı da yol alır. Heves Ali gün gün erir Yusuf’un gözleri önünde. Yol üstünde çeşitli yerlerde konaklanır, çeşitli hastanelerin acil servislerinde tedaviler görür. Heves Ali aşık olduğu kadınlara uğrarken Yusuf da on beş yıl önce bıraktığı Aylın’e ulaşmaya çalışır. Babasının şu sözü hallerini çok güzel açıklar ; “Göz elli kişide kalp bir kişi kalır”(s. 176). Kendisine ulaşmaya çalışır ama beyhude. Ne Aylın’dan haber alır gönderdiği mektuplar sonucunda ne de babasında bir umut belirtisi görür. Gün geçtikçe her ikisini de kaybedeceğini anlar. Şimdi tek hedefi babasının son dileği olan Âşıklar Bayramı’na onu yetiştirmek. Ve son nasihatini gerçekleştirmek… Heves Ali, Yusuf için tamamlanmamış bir kelime olarakta kalır. “Baba dediğin tamamlanmamış bir kelimedir zaten” (s. 226)
Kemal Varol, toplumsal meseleleri, unutulmaya yüz tutmuş değerleri tekrar hatırlatırken; su gibi akan kurgularıyla, pürüzsüz diliyle, okurda bıraktığı derin hislerle bu toprakların insanlarına anlatacağım daha çok şey var diyor adeta. Bu toprakların acılarında yetişen insanların anlattığı hikâyeler, bu toprakların asıl meseleleridir. Kemal Varol bunu her seferinde büyük bir ustalıkla başarıyor.
Ve Heves Ali’nin şu sözleri ile bitirelim yazıyı: “insan öldüğü yaşta kalırmış. Yani kaç yaşında ölürsen geride kalanlar seni hep o yaşta hatırlarmış. Zannedersem, insan birinden ayrılınca da aynı yaşta kalıyormuş” (s. 174)
![]()
|
- Musa’nın Uykusu - 9 Ağustos 2019
- Varoluşun İçsesi: Nefaset Lokantası - 30 Temmuz 2019
- Yürümenin Felsefesi - 6 Temmuz 2019