
Jaroslav Hašek’in Aslan Asker Şvayk‘ta kullandığı siyasal dili, halkın kaderci dilini aşarak, savaşın anlamsızlığını, orduların gereksizliğini dolayımsız bir şekilde anlatmayı başarmasını sağlamış.
Şvayk’ı elime almadan önce, romana dair bildiğim tek şey aslan asker nitelemesi idi. Ne daha önceden Brecht’in uyarlamasını okumuş, ne de herhangi bir tiyatrosunu izlemiştim. Kitaba dair ilk izlenimi Celal Üster’in önsözünden edindim. Kafka’nın çağdaşı Hašek’in yaşam öyküsünü okurken inanılmaz heyecanlandım. Prag meyhanelerinin masal anlatıcısı etkinlik alanını genişletmiş, tüm dünyaya bir peri masalı anlatmaya karar vermişti. Düzene karşı isyan eden bu fena çocuğun perisinin “ahmaklığın heyet raporuyla tescillenmiş”, ipe sapa gelmez hikâyeler anlatan, kıçıyla dağları deviren Şvayk olması kuşkusuz şaşırtıcı olmadı benim için. Ayrıca bu masal benzerlerinin aksine mutlu ama yanıltıcı bir dünyayı değil, insanlığın en büyük vahşetlerinden birinin yaşandığı Büyük Savaş’ın yarattığı yıkımla çirkinleşen bir dünyayı anlatıyordu.
Kitabın başarısının sırrı yaşanılan büyük trajediyi komik bir hikâyenin içinde anlatması. Savaş üzerine yazılanların bir kısmı savaşın yüceltilmesine dair arı, soru barındırmayan bir retoriği seçerken, bir kısmı ise kahramanlığı yücelten epik hikâyelerden oluşur. İki türün de ortak özelliği tüm vahşeti anlatırken ciddi bir ton taşımaları ve savaşı olumlamalarıdır. Dönemin savaş karşıtı yazılarının ciddi tonu ise insanların savaş üzerine düşünmelerini sağlama noktasında yetersiz olmuştur. Hašek, kurduğu dil –katıksız halk diliyle konuşturur karakterlerini- ve seçtiği biçimle kitabın başından sonuna kadar savaşı halkın hisleriyle açıklama gayretinde olduğu izlenimi yaratır. Lakin Hašek’in siyasal dili, halkın kaderci dilini aşarak, savaşın anlamsızlığını, orduların gereksizliğini dolayımsız bir şekilde anlatmayı başarmasını sağlamış. Peki, neden Hašek, komik bir hikâye anlatma gereği hissetmiş? İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri neden gülme malzemesi oluyor? Gülme ile ilgili tartışmaları hatırladıktan sonra bu soruların cevabını daha kolay verebiliriz.
Gülmenin Gücü ve Güçsüzlüğü
Komik olanın yıkıcılığından bahsedilir sürekli. Özellikle Bakhtin’ci komedi kavrayışı, bir çeşit özgürleşme pratiği olarak tanımlar gülmeyi. Gülme yaratıcılığın bileşenidir. Sahici gülme ciddiliği yadsımaz, onu kapsar. Bahktin’in cümleleriyle açıklamak gerekirse: “Gülme dogmatizmden, hoşgörüsüz ve korkutucu olandan arındırır; fanatiklik ve ukalalıktan, korku ve sindirmeden, öğreticilikten, toyluk ve yanılsamadan, tekil anlamdan, tekil düzeyden, duygusallıktan kurtarır.” Bakhtin özellikle Rönesans döneminde ortaya çıkan ve ortaçağın ikili dünyasını –ciddi kilise retoriği ve gülme ile kendini yansıtan karnaval yaşamının- gülme yönünde büken, dönüştürücü gülme eyleminin, dünyayı sorgulama ve değiştirmede büyük rolü olduğunu savunur.
Ama Rönesans döneminin sonuna doğru, aydınlanmacıların akılcılığının, gülmenin dönüştürücü niteliğini göz ardı etmesinden ve ciddiliği ön plana çıkarışından bahsedilir. Aydınlanmacılar ciddiyetin karşıtı olan gülmeyi aşağılama eğilimindedirler. Yeni bir dünya kurulurken soytarılık yapmak anlamsızdır. İktidarın tesis edileceği ve yayılacağı anda gülme bir lükse dönüşür. Dolayısıyla bu dönemde komedi aşağı türler arasında görülmektedir. “Sahici, zıt değerli ve evrensel gülme” yozlaştırılarak yok edilmek istenir. Gülme artık sadece alaycılığa indirgenir, dönüştürücü etkisi göz ardı edilerek evcilleştirilir. Akılcıların gülmenin yıkıcı karakterinin yeni doğmakta olan burjuva dünyasını sarmalayacağından korktukları düşünülebilir. Çünkü düşünsel evrende yaratılacak her türlü çatlak sonraki kuşaklarda başka bir dünya özleminin oluşmasına sebep verebilir. Çatlak oluşumunun otoriteyi nasıl sarsabileceği ve egemenlerin bunu engellemek için neler yapabileceğini anlamak için Eco’nun Gülün Adı romanına yeniden göz atabilirsiniz.
Tartışmayı başka bir boyuta taşıyalım. Güçlü olanın karşısında haddini bilmenin tetiklediği gülmeden bahsedelim mesela. Öğretmenin, komutanın, patronun, kocanın, veresiye alışveriş yapılan mahalle bakkalının kötü esprisine gülme zorunda kalan insanların durumunu düşünelim. İşte bu anlarda yenilişin, rızanın, ikna oluşun alanına girer gülme. Güldüğümüz anda içimizden küfretsek de Etiyopya atasözündeki gibi, alttan sessizce osursak da sonuç aynıdır. Bir kere gülmüş, iktidarın karşısında eğilmiş, “hey sen oradaki” diyen polise tepki vermiş, iktidarın alanına girmişizdir işte. Gülme bir onaylama, yaltaklanma, kendi pozisyonunu koruma arzusuna hizmet ettiği anda dönüştürücü gücünü yitirir.
Yıkıcı Bir Eylem Olarak Gülme
Hašek, Şvayk’ın başından geçenleri anlatmaya başladığında tüm bu tartışmalar üzerine kafa patlattı mı? Bilmiyorum. Ama yazarlık sezgileri onu bu araftan kurtarmayı başarmış. Çünkü Şvayk’ın gülüşü tüm bu tartışmaların dışında kalmayı başarıyor. Öyle ki, hem sahici ve dönüştürücü hem de iktidar karşısında eğilen bir gülüştür bu. Ama eğilişi yıkıcıdır. Efendisinin önünde eğilirken, eyleminin hakkını verecek denli yüksek sesle osurmayı ihmal etmez. Şvayk romanın başından sonuna kadar durmadan okuyucu güldüren maceralar yaşar. Kitabı okurken öyle bir noktaya geliriz ki, aslında olayların anlamsızlığına ya da Şvayk’ın otorite karşısındaki “saf” karşı duruşuna, onunla birlikte güldüğümüzü hissederiz. Artık okuyucu hikâyenin dışında değildir. Savaş sona ermiş ve Prag’ta Kupa meyhanesinde Şvayk’ın karşısına geçmiş, savaşta yaşanan saçmalıklara onunla birlikte gülmeye başlamıştır. Şvayk dikkatli bir şekilde yaptığı “ahmaklıkları” –kutsama ayinlerini rezil edişi, ordunun şifre sistemini çökertişi, Rus esirlerin arasına karışması, Teğmen Lukaş’ı yerin dibine batırışları- anlatırken, onun otorite karşısında duruşunu, savaşın anlamsızlığını savunuşunu anlamaya başlarız.
Hašek romanın en başında Şvayk karakterini hem toplumun göbeğinden seçmiş, hem de sıradan insanın sistem dışı kalma çabasını vurgulamış. Şvayk karakterinin sıradan bir ahmak olmadığını daha ilk satırlarda öğreniriz: O, sokak köpeklerini cins köpek niyetine pazarlayan, akşamları Prag meyhanelerinde ipe sapa gelmez, ucu bucağı olmayan öyküler anlatan bir halk bilgesidir. Birbiriyle bağlantısı olmayan, hayatın içinde oradan oraya sürüklenen bir maceraya düşer Şvayk. Lakin sürüklendiği her maceraya kendi yorumunu katarak, en kötü durumlardan bile sıyrılmayı başararak, yaşamını sürdürür. Gülme, Şvayk aracılığıyla yaşananları absürtleştirerek, militarizmin, bürokrasinin, egemen düzeninin saçmalılarını ortaya serer.
Max Brod Şvayk’ın bir gün Don Kişot ve Gargantua ile anılacağını söylemişti. Kafka’nın eserlerini gün ışığına çıkarırken ki sezgileri burada da işlemişe benziyor. Şvayk ustalarıyla omuz omuza tüm dünya halklarını güldürerek aydınlatmaya devam ediyor.
![]()
|
Okuma önerisi!![]() Doğuş Sarpkaya’nın incelemesi; “Kayıpların Ardından”
|
- “Yaz Rehavetinde” Okunabilecek 10 Ayrıntı Yayınları Kitabı - 26 Temmuz 2019
- Hayalete Dönüştürülen Ölülerin Romanı - 30 Nisan 2019
- Akıntıya Karşı Gazetecilik - 22 Şubat 2019