
Kitabın başında okuduğumuz kâbus dönüşümün nasıl olacağının işareti gibi. Fakat Saliha’nın, “Gözlerimi kapayıp yeniden evimizde uyanmayı bekliyorum,” demesi gibi kitabın sonu da açık uçlu olarak -kâbustan mutlu bir rüyaya uyanıp uyanmamak okurun hayal gücüne- bırakılmış.
2010’ların başında otuzlarını süren pek çok yazar peş peşe ilk öykü kitaplarını çıkarttı. Bunun bir kuşak olup olamayacağını zaman gösterecek ama en azından güçlü bir dalga olduğu muhakkak. Ki bu dalga öykünün üzerindeki ataleti attığı gibi günümüzde ülkenin en çok satan olmasa da en çok konuşulan türünün öykü olmasını da sağladı. Önemli öykü ödüllerinin kitabın olmasına değil ismin olgunlaşmasına verilmesi yönündeki ön kabulü de kıran bu yazarların hemen hemen tamamı ilk kitaplarıyla (ya da hemen peşi sıra çıkarttıklarıyla) taltif edildiler. Neslihan Önderoğlu da ilk kitabı İçeri Girmez Miydiniz? ile 2013 Haldun Taner Öykü Ödülü’ne layık görülen bir isim. Ardından gene güçlü kitaplar olan Mevsim Normalleri ile Filler ve Balıklar geldi. Bu iki öykü kitabının arasında gençlik romanı olan Bana Sesini Bırak ile daha uzun bir metne imza atan yazar son olarak gene bir romanla, Ay Dolandı ile karşımızda.
Güçlü, cesur, çalışkan ve çok iyi bir kalem olduğunu düşündüğüm Önderoğlu’nun tüm öykü kitaplarını okuduğum halde ilk kez Ay Dolandı ile uzun soluklu metinleriyle tanışma fırsatını buldum. Günışığı Yayınları’nın genç / yetişkinlere seslenen alt markası ON8 Kitap etiketiyle çıkan roman, liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi kazanamamış Saliha ve ailesinin kentsel dönüşümle dönüşen düzenlerini anlatıyor. Kitabın başında okuduğumuz kâbus da bu dönüşümün nasıl olacağının işareti gibi. Fakat Saliha’nın, “Gözlerimi kapayıp yeniden evimizde uyanmayı bekliyorum,” demesi gibi kitabın sonu da açık uçlu olarak -kâbustan mutlu bir rüyaya uyanıp uyanmamak okurun hayal gücüne- bırakılmış.
İstanbul’un düz yerlerine zenginler yerleşirken dağları tepeleri fakirlere bırakılmıştı. İş bulma ve yeni bir yaşam kurma umuduyla göçen insanlar bu tepelere gecekondularını yaparak yuva bildiler. Fakat kent büyüyüp obezleştikçe düzlükler varsıllara yetmez oldu ve gözler artık merkeze gelmiş olan tepelere dikilmeye başladı. Kentsel dönüşüm adı altında insanlar evlerinden çıkartıldı, elleriyle diktikleri ağaçlar dozerlerin altında kaldı, mahalleler yıkıldı, komşuluk ilişkileri hilti darbeleriyle kopartıldı. Roman kentsel dönüşümün eşiğindeki bir mahallede geçiyor. Saliha, geçici işlerde çalışıp kurs parası biriktirerek üniversiteli olmanın hayalini kuruyor. Erdal, sürekli yanında yöresinde dolaştığı bu kıza aşık, en çok da cesaretine ve dik başlılığına. Erdal’ın ablası Güldal, Saliha’nın amcası Ahmet’le evli. Sünni – Alevi karşıtlığı bile aşklarına engel olamamış ama zamanla Ahmet’in sofulaşması, bir kaplumbağa gibi kabuğuna çekilmesi aralarındaki ateşi söndürmüş. Saliha’nın babası böbrek naklinden sonra annesi tarafından yarım adam olarak kabul edilerek hasta yatağına taşınan bir suskun. Annesi ise kuru kızının aksine etli butlu altınlı, günlü, dedikodulu bir kadın. Aile çevresi dışında; Sünger Bob kostümünün küçücük deliğinden görüp âşık olduğu yengeç burger satıcısı -daha doğrusu Obsesif Kompülsif Bozukluk yaşayan, hayatın olgunlaştırdığı tıp öğrencisi Miran- ve onun hayat dolu ev arkadaşı İletişim’de okuyan Bünyamin var.
Kitap bir yanıyla naif bir aşk hikâyesini anlatırken arka planda akan olaylar ve konuşmalarla; Alevilik – Sünnilik çatışmasına, boşaltılan köylere ve Kürt meselesine, vahşi kentsel dönüşüme, iş hayatındaki taşeronlaşmaya ince ince parmak basıyor. Konuyla ilgili iddialı laflar etmiyor, en sızlayan yaralarımıza dokunuyor, yaramızı hatırlatıyor ama tedaviyi okura bırakıyor.
“Bir ölüyle başa çıkmak kolaydır kızım,” dedi. “Yas tutar, yavaş yavaş iyileşirsin. Ama bir kayıpla, olmayan bir mezarla yaşayamaz insan. Çöreklenmiş bir yılanın arada bir başını kaldırıp içinin en derinini sokmasına benzer. O yılanı öldüremezsin.”
Yazar, ben ve o anlatıcıyı birlikte kullanmış. Kahramanların ismiyle açılan bölümlerde kişiler teker teker söz alıyor, herkes kendi ağzından hikâyesini anlatıyor, diğer bölümlerdeyse tanrı anlatıcı aralardaki boşlukları tamamlıyor. Ay Dolandı Erdal’ın Saliha’ya tutkusu, Saliha’nın Miran’a aşkını merkeze alan ama taşrasında toplumsal pek çok olguyu anlatan bir roman. Ana kahramanlarının genç olmasından sebeple gençlik romanı olarak tanımlamamız doğru olmaz. Başta gençler olmak üzere her yaştan insana hitap eden bir kitap.
“Ayın parlak ışığını tutam tutam gölgelerin kapattığı günler, koca bir yün yumağının ayın içinde yuvarlanıp dolandığını, bazı yerlerde ipliğin takılıp dolaştığını, o yüzden böyle düğümlü göründüğünü hayal ederdi. O zaman, babasının elini tutup camın önüne götürürdü.
“Baba bak, ay dolandı,” derdi.
Babası da onun gibi, bir müddet gözünü aya verip seyreder. Saliha’nın ayın gece boyu bir ufuktan öbür ufka, gökyüzünde dolanmasını söylediğini sanır; “Dolanır dolanır, geri gelir kızım,” diye onu teselli ederdi.”
Açık uçlu sonuyla roman, kahramanlarının dolanıp dolanıp geri mi geleceğini yoksa dolandığı yün yumağının içinde mi kalacağını okura bırakıp sabah olunca kaybolan ay gibi yavaşça gökyüzünden çekiliyor.
![]()
|
- KÜÇÜK ANATOLA’YI KURTARMAK - 2 Aralık 2019
- Hişt! Hişt! Hayal Kursana Dostum - 25 Mart 2019
- Jules’ün Bağladıkları - 17 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI