Roman boyunca Aylak Adam bir kadını aramaktadır. Bir gün isminin Güler olduğunu tesadüfen duyduğu kadının peşine takılır. Onun için bulmak önemli değildir, hayatın anlamını aramaktır.
Nurhan Altınakar
Yusuf Atılgan, 1. Dünya Savaşı’nın bitmesinden 3 yıl sonra, Cumhuriyet’in ilan edilmesine 2 yıl kalmışken, 27 Haziran 1921’de Manisa’da doğdu.
Onun hayatına ve Türkiye’deki yaşamına girmeden önce, yaşayıp vefat ettiği 1989 yılına kadar, genel olarak, edebiyat alanında dünyada var olan, o dönemin düşünce akımlarına kısaca bakacak olursak; fütürizm (gelecekçilik, 1876-1944) ve egzistansiyalizmin (varoluşçuluk, 1889-1977) baskın olduğunu görüyoruz. Bu döneme yine damgasını vuran, özellikle resim sanatında kendini gösteren, empresyonizm (izlenimcilik) ve ona tepki olarak doğan ekspresyonizmden (dışavurumculuk -ki Kafka önemli temsilcilerinden biridir-), bahsetmemek olmaz fakat, akımlara dalıp okuru sıkmakta istemiyoruz. Realizm (gerçekçilik) ve Naturalizm (Darwinci doğa anlayışı, gerçeğin çirkin yönlerinin de anlatılması) ise Türkiye’de toplumcu gerçekçilerin etkilendikleri akımlardır.
Yusuf Atılgan’ın ise, bu akımlardan değil, daha çok fütürizm ve egzistansiyalizmden etkilendiğini düşünüyorum. Dönemin Türkiye koşullarını anlatırken bahsedeceğiz. Bu arada örneğin ekspresyonizm, 1910-1930 yılları arasında gelişmiştir ancak hemen hiç bir akımın “yok olduğundan” bahsetmek te mümkün değildir ve bileşkeler, çakışmalar bulunmaktadır. Ya da herhangi bir yazarın/sanatçının ağırlıklı olarak hangi akımdan beslendiğinden bahsedebiliriz, ancak yaşamı süresince tarihsel bir sürüklenişle akım değiştiren sanatçılar olduğuna göre (örneğin Kafka – varoluşçudur aynı zamanda) akım konusu tam da hareket halindeki “toplumsal formasyon”la ilgilidir.
Flâneur (Avare Gezinen) Tiplemesi
Dünya edebiyatında bir de Flâneur (Flanör) tiplemesi vardır. Fransızca bir tabir ve kalabalıklar içinde yalnız dolaşan adam anlamına gelir. Flâneur’ün en belirgin özelliği çevresini izlemek ve gözlem yapmaktır. Bu gözlem kesinlikle boş bir bakma değildir, Flâneur gezip bakınırken aynı zamanda düşünür ve düşünce üretir. Flâneur’ü avareden ayıran şey tam da budur. Dünya edebiyatında, Flâneur tipinin bir çok örneği bulunmaktadır. Bunlardan en belirgini Edgar Allen Poe’nun Kalabalığın Adamı adlı anlatısıdır. Yine Dostoyevski nin Beyaz Geceler’inde kullandığı iki metafor (kaplumbağa ve salyangoz) bu tiplemeye iyi bir örnektir. Onların evi sokaklardır. Aylak Adam C. de tam bir Flâneur aslında.
Hayatı ve Eserleri
Yusuf Atılgan, 27 Haziran 1921’de Manisa’da doğdu. İlk ve ortaokulu Manisa’da okudu. Lise 2’den sonra askeri öğrenciliğe geçti ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okudu. Burada ilginç tanışıklıklar yaşadı. Edebiyat öğretmeni Behice Boran’dı. Ahmet Hamdi Tanpınar da Edebiyat Fakültesi’ndeydi o dönem. TKP’li Mihri Belli’yle tanışmış; Vedat Türkali’yle, Şefik Hüsnü’yle arkadaşlık etmiştir.
Beşiktaş’ta yaşıyordu ve oradaki kahveye gidiyor, santranç oynuyor ve arkadaşlıklar kuruyordu. Romanlarındakinin aksine son derece sosyal bir kişilikti. Karşılıklı etkilenmeler oluyordu. Şefik Hüsnü, Turgut’u Yusuf Atılgan’dan esinlenerek yazdığını bizzat kendisi söylemiştir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden esinlenip, “Saatlerin Tıkırtısı” diye bir öykü yazılıyor bu etkileşimlerle. Çok iyi bir donanım elde etmeye müsait bir ortamda yaşamıştır. Halide Edip Adıvar bile derslerine girmiştir. Bu edebiyat kokulu yaşam içinde, Vedat Türkali’yle beraber TKP’ye girmiş. İkisi birlikte yargılanmış ve 10 ay kadar hapis yatmışlardır.
Bu süreçte yaşanan olumsuzluklar mıdır bilinmez Üniversite Mezuniyetinden sonra birden köyüne dönmüş ve 30 seneye yakın Manisa’nın Hacırahmanlı Köyü’nde çiftçilik yaparak yaşamını sürdürmüştür. Yavaş yazan bir yazardır ve 3üncü romanını eşi bastırmıştır. 3 tane romanı mevcuttur.
Romanları:
1959’da, kentli yabancılaşması denilen Aylak Adam’ı,
1973’te, kasabalı yabancılaşması denilen Anayurt Oteli’ni,
1989’da, köylü yabancılaşması denilen Canistan’ı yazmıştır.
Albert Camus’yü okuduğu bilinmektedir ve Camus’nün Yabancı romanının Aylak Adam’la büyük benzerlikler gösterdiği söylenmektedir.
Jack Kerouac’ın Amerikan Beat kuşağını anlatan Yolda (On The Road) romanıyla da (küskün oğul) benzeşimler göstermektedir (M. Çulhaoğlu).
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını, Aylak Adam’dan, onun “Tutamak Sorunu Bölümü”nden esinlenerek yazdığı, hatta romanı O’na yolladığı, ancak bir şekilde umduğu ilgiyi bulamadığı söylenmektedir. Ancak oğlu Mehmet Atılgan, bir röpörtajında beğendiğini söylüyor.
Kimi toplumcu gerçekçiler tarafından, Aylak Adam’ın ithal bir tip ve hayatta var olmayan bir kişilik olduğu söylenerek eleştiriler de almıştır. Aşırı bireyci tutumu olan bu karakter beğenilmemiştir. Kimi çevreler de yaşlı Yusuf Atılgan’ın (30 yıl köyde yaşadıktan sonra), genç Yusuf Atılgan’dan daha soğuk olduğunu, sol çevrelerden uzak durduğunu söylemekte ve bu kolay ürkmüşlüğü eleştirmektedirler.
Kadir Has Üniversitesi 2012’yi Flaneur (Flaör- yani Fransızcası, Kentin İçinde Boş Gezen Aylak) edebiyatıına adayarak eşi ve oğluyla Yusuf Atılgan’ı konuşmuştur.
Öykü Kitapları:
Evdeki (1955)- Nevzat Çorum takma adıyla (aslında bu kayıbiraderidir),
Kümesin Ötesi (1955)- Ziya Atılgan takma adıyla,
Bodur Minareden Öte (1960) kendi adıyla öykü kitabı dır.
Bir adet çocuk romanı, Ekmek Elden Su Memeden (1981) bulunmaktadır.
Ölümünden sonra tüm öyküleri toplanarak Eylemci (1992) öykü kitabı yayımlanmıştır.
İlk 2 öyküyü kayınbiraderinin zorlamasıyla Tercüman Gazetesi’nin öykü yarışmasına göndermiştir. 800 öykü içinden; İlk öykü birinci, ikinci öykü dokuzuncu olmuş, adres olmadığı için yazarlara (!) ulaşılamamış, Tercüman Gazetesi bir ilanla çağrılama yapmış, Yusuf Atılgan buna da yanıt vermemiştir.
2 evlilik yapmıştır. İlk eşi Sebahat Hanım’la köyde yaşıyordu. Ayrıldıktan sonra ikinci eşi Serpil Gence ile ilginç bir hikayeleri vardır. 1958’de Aylak Adam’ı Yunus Nadi Edebiyat Ödüllerine gönderiyor. Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü birinci, Aylak Adam ikinci seçiliyor. 1959’da roman piyasaya çıktıktan sonra bir okur, Serpil Gence, romanı okumuş ve B.’nin kendisi olduğunu düşünmüştür. Mektuplaşmaya başlarlar. Tam 14 yıl mektuplaştıktan sonra, 1976’da evlenip İstanbul’a yerleşmişlerdir. Bu evlilikten Mehmet Atılgan adında bir oğlu bulunmaktadır. Mehmet 10 yaşındayken, son romanı Canistan’ı çalıştığı sırada 9 Ekim 1989’da vefat etmiştir.
Roman Karakterleri ve Konusu
Aylak Adam C., romanın ana karakteridir. İstanbul’da geçmektedir. C. İşsiz, mirasyedi ve kendi tabiriyle aylak bir adamdır. Arkadaşları Kemal, Sami, Sadık’la zaman zaman resim atölyesinde buluşmaktadır. Roman bir dayak travmasıyla başlar 40’lı 60’lı sayfalara kadar, sizi sinir edecek şekilde erkek karakteri mi yoksa ayrıldığı B. kadın karakterini mi anlattığını karıştırdığınız bir halde devam eder. Başa dönmeyen okur sayılıdır! Okurla oynamak ister bir halde yazar Yusuf Atılgan. 70’li sayfalardan sonra olaylar ve kişiler biraz daha netleşir bir bakmışsınız bitirmişsiniz.
Roman boyunca Aylak Adam bir kadını aramaktadır. Bir gün isminin Güler olduğunu tesadüfen duyduğu kadının peşine takılır. Birkaç gün takipten sonra Güler’i B. olduğundan şüpheleneceğimiz bir kadın arkadaşına mektup yazarken buluruz. Yazar burada gizemini korumaya devam ederek, hayatına giren kadınları serpiştirir adeta hikayesine. Güler, B. , Laura, teyzesine benzettiği “orospu” şaşı kadın, sık sık burnunu çekiyor diye ismi bile anılmayan kadın, mühendisin büyük kızı Semra, sen yerine siz demeye 3 gün dayanan Ayşe, gene Güler, gene Ayşe, hep aramakta, inancını kaybetmemekte ama bulamamaktadır. Zaten bulmak önemli değildir, hayatın anlamını aramaktır.
Teyzesi Zehra aslında hayatının kadınıdır. Kayıp bir sevdası vardır. B. Karakteri. “Bulma telaşıyla başlayıp, arama telaşıyla son bulan bir roman” diyor, eleştirmen Didem Soydan.
Varoluşçuluğun etkileri kadar fütürizmin etkilerini de görüyoruz kanımca. Hep bir geçmiş ve şimdi hiç önemli değil, aslolan gelecek. Güzel olacak olan da gelecekmiş gibi bir bunalım var. Bunalımlı ve mutsuz haliyle varoluşçuluğu, kendini çözümleme kaygısındaki, topluma yabancılaşmış insanı görüyoruz C. de.
Romanın kurgusu da kasıtlı olarak ters. Normalde karakterler hakkındaki çocukluk yılları vs bilgileri romanın başında verilmeye başlanır. Oysa, Yusuf Atılgan, sisli bir sabahın yavaş yavaş aydınlanması gibi 170’li sayfalardan sonra bazı şeyleri net olarak anlatıyor. Örneğin, C. karakterinin elini kulağına götürmesinden bahsediyor ama nedenini söylemiyor. Nihayet romanın sonlarına doğru öğreniyoruz ki, babası, bir gün onu ceza amaçlı kulaklarından kavrayıp yukarı kaldırmış ve bu nedenle kulağı yırtılmıştır.
Eleştirmen Emel Aksaç, yazarın bu romanda da özellikle Anayurt Oteli’nde de okuru bilmece çözmek zorunda bıraktığını söylüyor. 200 sayfalık kitabın 131. sayfasına kadar, Aylak Adam diye anıyor, 131. sayfada, Ayşe ondan C. diye bahsediyor günlüğüne, mühendisin kızı Semra’nın C.’den hoşlandığını keşfetmesini anlatıyor, böylece öğreniyoruz nihayet adını…
Aylaklık Felsefesi’ni ise detaycı incelemelerle çok güzel anlatmış. Bunlardan birkaçı:
– Köprü altında oturup, yukarıdan geçen arabaların, köprünün ek yerinde çıkardıkları “trak” sesinden arabanın hızını anlamaya çalışması,
– Sinemadan çıkmış insanın tasfirinde, “10 dakikada ölen kısa ömürlü yaratık” tanımı,
– Gösteriş ve züppelik üzerine tespitler (baston, küçük şapka- 132)
– Sürekli insanları gözleyip onlar hakkında çıkarsamada bulunması ve kendi kendisiyle onlar hakkında bahse girmesi,
Arayışın romanı, son olarak yeni birini takip etmeye karar vermişken, ona yetişemeyişle son bulur.
Kaynaklar:
- Yusuf Atılgan – Aylak Adam
- Jean Paul Sartre – Varoluşçuluk – (1946)
- Metin Çulhaoğlu – İdeolojiler Alanı ve Türkiye Örneği
- Emin Özdemir – Türk ve Dünya Edebiyatı (Makale)
- Emel Akşaç – Kadim Teknolojiler video kaydı
- Engin Topuz – Aylak Adam video kaydı
- Enez Özen – Fütürizm Nedir? Bilim sayı: 143
- Baturay Gül – Flaneur – Kalabalıkların İçindeki Yabancı (Tarihli Sanat Sayfası)
|
- AYLAKLIĞIN FELSEFESİ: AYLAK ADAM - 24 Kasım 2019
- İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN MI KAZANIR, MELEK Mİ? - 24 Ekim 2019
FACEBOOK YORUMLARI
One Comment
[…] temsil ettiği “aylak” karakter özellikle Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ıyla benzerlik taşımakla beraber davranış biçimi açısından rahatlıkla “kötüyü” […]