Ayrıntılar Öykünün Aurasıdır

Fadime Uslu’nun dördüncü öykü kitabı Yüzen Fazlalıklar geçtiğimiz günlerde Can Yayınları tarafından yayımlandı. Fadime Uslu, ilk kitabından bu yana oluşturduğu öykü çizgisinden şaşmadan hazırladığı yeni öykü dosyasında, yine gündelik olanın içindeki küçük ayrıntılara naif dokunuşlar yapıyor. Uslu öykülerini örerken ani fırtınalara, okuyucuyu şaşırtacak küçük oyunlara ihtiyacı duymuyor hiç. Kalemine ve kurduğu yapıya güvenen bir yazar olduğunu anlamak için bir öyküsünü bir iki sayfa okumak yeter bence. Fadime Uslu ile son kitabını konuşurken sadece çalışkan değil, öykücü sezgileri güçlü bir yazarla karşı karşıya olduğumu bilerek yönelttim sorularımı.

Yüzen Fazlalıklar’ı okurken, öykülerinde Büyük Kızlar Ağlamaz’dan bu yana değişmeyen bir şey olduğunu düşündüm: Öykü kurmanın hem kolay hem zor olduğunu hatırlatıyorsun sanki okuyucuya. Sence öykü yazmak sezgi işi mi yoksa yoğunlaşma mı?

Öykü yazmak da okumak da keşif işi; aklın ve yüreğinle, var olan bir şeyi bulup onu kendi yasasıyla ortaya çıkarma işi. Bütün keşifler sezgi, zaman, sabır ve titizlik istediği için yoğunlaşma da kaçınılmaz elbette.

Bir sanat eserinin çok kolay oluştuğunu düşünmemiz ya da hissetmemizin nedeni onun dünyasının içine kolaylıkla girebilmemizle ilgili bana kalırsa. Öykünün atmosferine dâhil olmuşsak; kişileriyle temas edebilmiş, hatta onlarda kendimizden bir şeyler bulabilmişsek; dahası bizi yaratma yönünden kışkırtmışsa o eser okurunun yüreğiyle buluşmuş demektir.

                  Yaz Korkuları’ndakine benzer bir şekilde Yüzen Fazlalıklar’da da kitabın başındaki ve sonundaki öyküleri epigraf olarak görmek mümkün. Tüm öyküleri çevreleyen genel bir fikrin peşinde olduğunu söyleyebilir miyiz bu epigraflarla?

Bir parantez açıp kapatıyorum bu kısa öykülerle. Bütünlükle ilgili estetik biçim kaygısı da diyebilirim. Aslına bakarsanız Yüzen Fazlalıklar’da kısalığı, kurgulama biçimi, zamanla arasındaki mesele, kendi süresini kullanma biçimi, ritmi, ahengiyle; epigrafa benzettiğiniz ve diğerleriyle, yani, birbirinden farklı ama bir biçimde birbirine bağlanan bu öykülerle, kendisi ve okuru için sabit ve değişken bir takımyıldızı yaratmaya çalıştım.

                  Yüzen Fazlalıklar’da birbirine bağlı kadın öyküleri ile açılıyor ve ilerliyor. Leyla, Belgin, Mari’nin öykülerini okurken bu yazdıklarının romana dönüşebileceği düştü aklıma? Roman yazma planın var mı?

Roman yazma planım yok. Öyküde ısrar edeceğimi şimdiden söyleyebilirim. Birbirinin içinden doğan, birbirine bağlanan ve ayna tutan bu öyküler teknik, biçem olarak özellikle böyle olsun diye yazılmadı; onlar kendilerini yazdırdılar bana. Birbirlerine hem sımsıkı bağlı hem de aynı oranda uzaklar. Günümüz insanının ilişkileri gibi.

                  Delilik, varoluş, anormallik, yaşlılık ve dahası insanın içinde sinsice ilerleyen sıradan kötülükler üzerine düşündürüyor son kitabın. Öyle bağıra bağıra da değil. Necdet’in alayında açığa çıkıyor mesela bu kötülük. Seni karanlık üzerine düşünmeye iten nedir?

Karanlığın içinde olmak. Aklın, içinde yaşadığımız dönemin koşullarına gösterdiği refleks delilik bence. En naif tepki. Bağırarak anlatmaya karşı da tepki. Görünmeyen ama davranışlarda ortaya çıkan kötülüğe karşı insanın onurlu duruşunu anlatmak, bütün meselem bu.

             Peki gerçekten çevremiz “yüzen fazlalıklar” ile mi dolu?

Öyle. Üstelik bu dünyadan elini eteğini çekmemişse herkesin kendine göre birden çok “yüzen fazlalığı” var bana göre.

                  Özellikle iç mekanlarda sinematografik bir atmosfer yaratmayı başarıyorsun. Öyküde kolay yakalanan bir şey değil bu. Leyla’nın doğum gününün kutlandığı restoran da Nedret’in evi de, Belgin’in yazlığı da gözümüzün önünde canlanıyor yazdıklarını okurken. Uzun betimlemeler kullanmayan biri olarak nasıl başarıyorsun bunu?

Dilin resmetme işlevini önemsiyorum. Resmetme derken sadece göze yönelik bir durumdan söz ettiğim anlaşılmasın. Görüntü yaratmak, bunu yaparken öteki duyuların çalışmasını sağlamak; görünenin ardındaki görünmeyeni yakalamak için ne gerekiyorsa onu yapmak; bunun için de asıl görev ayrıntılara düşüyor. Çünkü ayrıntılar öykünün aurasıdır. Atmosferi kurar. Öyküde atmosfer kurmak benim için her şeyin başında geliyor. Hikâyenin istediği bütün detaylarıyla kurulmuş bir atmosferde sözcüklerin de ötesine geçerek pek çok şeyin anlatılabileceğini; hatta anlatmadan her şeyin söylenebileceğini düşünüyorum.

                   Bir okur olarak yeni bir şey okuduğumda hem yazarın önceki eserleri ile ilişkisini hem de metni ve yazarı etkileyen ustaları açığa çıkarmaya çalışırım. Tüm kitaplarında izini sürdüğüm bir iki isim var ama senden duymayı çok isterim: Yazınına etki eden yazarlar kimler?

Bir okur olarak beni yazma yönünde heveslendiren, cesaret veren, doğrudan söylemeseler de eserleriyle nasıl yazılacağı konusunda bana rehberlik eden ülkemiz ve dünya edebiyatından çok sayıda usta kalem, sinemacı, ressam var. Bu sanatçıların pek çoğu hayatta değil; eserleri ve hayat duruşlarıyla kime, nasıl ilham olduklarını bilmiyorlar dolayısıyla. Öyküde az söz söyleyerek çok şey anlatma, derinlik, çeşitlilik, yoğunluk ve içtenlik konusunda kalemimi etkilediğini düşündüğüm yazarlar şunlar; Cemil Kavukçu, Mehmet Günsür, John Cheever, Ingeborg Bachman, Anton Tabucchi, Alice Munro. Bergman, Tarkovski, Fellini gibi yönetmenleri de eklemeliyim bu listeye.

                  Önümüzdeki günlerdeki projelerin neler?

Öykü yazmaya, incelemeye devam edeceğim. Bir süredir roman yazarı Emrah Polat’la roman ve öykü atölyesi yürütüyoruz, önümüzdeki günlerde öyküye dair paylaşmalarla ilgili farklı bir çalışma yapmayı daha planlıyorum.

  • Yüzen Fazlalıklar
  • Yazar: Fadime Uslu
  • Türü: Öykü
  • Basım Tarihi: Temmuz 2016
  • Sayfa Sayısı: 96 Sayfa
  • Yayınevi: Can Yayınları

 

Doğuş Sarpkaya
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Cehennemde Cinayet

Read Next

Kitap Doktoru

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *