Tufan Türenç, 60 yıla varan gazetecilik deneyiminden süzdükleriyle nelerin yapılmaması gerektiğini apaçık anlatıyor.
Vefa ile ihanetin, dostlukla düşmanlığın, övme ile yermenin, mertlik ile kalleşliğin, yüze gülmekle sırttan hançerlemenin, dostlukla iftiranın güzellikle çirkinliğin iç içe geçtiği, Babıâli, yani “Bizim Yokuş”, yani bizlerin haber kaynağı, yani basının merkezini Tufan Türenç bu cümle ile tanımlıyor. Gazetecinin dirençli ve kararlı ol(a)maması durumunda, bu kargaşa içinde yok olup gideceğini de ekliyor hemen arkasına…
Bir tür tiryakilik…
Gazetecilik zor bir meslek, zaten hepimiz de biliyoruz ki sevilmeden yapılabilecek bir iş değil… Ne gecesi belli ne gündüzü… hatta bir program yapma fırsatı bile bulamazsınız, gazeteciyseniz. Türenç, buna bir de gazetecilerin başka işler yapamayacaklarını, yapabilenlerin çok az olduğunu, neredeyse tümünün işlerini -hele de ticaretse- yüzlerine gözlerine bulaştırdıklarını söylüyor.
Kendisinin gazeteciliğe başladığı ve en yoğun çalıştığı dönemde yaşadıklarını, bir gazeteci duyarlılığıyla, anlatıyor. Aradan geçen yıllarla, ülkede “demokrasi” kalmayınca her şey gibi gazeteciliğin de sonunun geldiğini ilan ediyor.
Mutfakta kalan…
Biz okurlar, sadece gazeteyi ve yazılanları görüp okuyoruz, ancak haber yazılırken, yazıldıktan sonra yazı işlerinde nelerle karşılaşıyor bilemiyoruz. İşte, Tufan Türenç, “Babıâli’nin Öteki Yüzü” adını verdiği anılarında bu karşılaştıklarını anlatıyor.
Kendisinin de ustası olan Abdi İpekçi’ye duyduğu saygıyı hiç yüksünmeden ve gizlemeden yineleyen Türenç, onun nasıl bir gazeteci olduğunu, basına ve gazetelere getirdiği ilke ve kuralları, sendikalı olmak için yaptıklarına da yer veriyor, ayrıntılarıyla…
Birçoklarına göre Nâzım Hikmet’in kaçırılması, Mahir Çayan ile Hüseyin Cevahir’in Sibel Erkan’ı rehin alması, Bayar’ın, İnönü’nün, Demirel ve Ecevit’in konuşmaları çok önem taşıyabilir, ama bunlardan önce gazeteciliğin etik ve ilkeli kuralları öne çıkarılmalı…
Günümüz gazetecisi…
Türenç de, ister istemez, çalıştığı gazetelerin etkisi altında kalmış… O dönemde, şehir şakisi veya anarşist denmesine rağmen terörist tanımını kullanıyor. Öyle ki, “solcularla ülkücüler” diyor, o çok satan gazetelerin diliyle… Bir küçümseme siz de seziyor musunuz?
Örtülü ödeneklerin, günümüzde, nerelere, nasıl ve niye kullanıldığının bilinmediğini, oysa hepsinin teker teker belgeli olması gerektiğini vurguluyor. Medyanın, doğrudan iktidarın denetimine geçmesiyle birlikte basın özgürlüğünün tümüyle rafa kalktığını, ülkede demokrasinin işlemediğini söylüyor açıkça.
Anıların belirleyiciliği…
Resmi tarih birçok şeyi gizler ve/veya saptırır… Anılar ise bazı gerçekleri gün yüzüne çıkarır. İsteriz ve bekleriz ki, bu gerçekler çok geç olmadan bilinsin. İnsanlar da ona göre belirlesin duruşunu.
Tufan Türenç, Orhan Tokatlı’nın “Kırmızı Plakalar –Türkiye’nin Özal’lı Yılları” kitabında, partisinin genel kurulunda suikasta uğrayan Başbakan Özal’ın kurşunla değil de, kırılan cam bardağın parmağını kesmesiyle yaralandığı bilgisini paylaşıyor. Tokatlı da, Türenç de bu anlamda gerçekleri sıralamış oluyorlar. Bu çok önemli.
Güncel dil…
Kitabın künyesinde, Türenç’in doğum tarihinin 1955 olarak gözükmesi ile hayretler içinde okudum ilk sayfaları… 1960’lı yılların sonu ile 1970’li yılların başında siyasal ve sosyal olayları bir gazeteci gözüyle anlatıyor; doğal olarak 15-16 yaşında birinin bu denli önemli ve güç işlerde görevlendirilemeyeceğini düşünüyorsunuz. Neyse ki internet yetişti imdadıma da, şaşkınlığım geçti. Yazı işlerinde çalıştığı dönemde “düşmüş” denilerek çıkarılan imzalar gibi, bu kez de dizgi hatasına kurban gitmiş yazar.
Kitabın “Ve sonra” ana başlıklı bölümünde geçmişle bugünü, bu günle yarını karşılaştıran Türenç, -mektedir, -maktadır gibi artık geçmişte kalmış bir dil kullanıyor. Çok ilgimi çekti, niye eski bir dil kullanmayı seçmiş? Çok çarpıcı, alabildiğine sakin ve okuru merakla sayfaları yutarcasına okutturan yazar, bu son kısımda -yorulduğundan mıdır yoksa- baştan beri gösterdiği titizliği bırakıvermiş elinden.
Tufan Türenç, 60 yıla varan gazetecilik deneyiminden süzdükleriyle nelerin yapılmaması gerektiğini apaçık anlatıyor. Özellikle de iktidarlara yamanmaya çalışan (bu arada, unutmadan, jurnalciliği ve şantajlarıyla bilinen “Baba Tahir”, önemli bir figür basınımız için… özellikle genç gazeteciler iyi tanımalı bu tür gazetecileri) “yandaş medya” ile demokrasinin işlerliğinin sağlanamayacağını yazıyor.
|
- Hayata bir de bu “pencere”den bak!… - 9 Nisan 2020
- BİTMEYEN AŞK: İSTANBUL - 7 Aralık 2019
- Türkiye’nin Çilingir Sofrası: Rakı Gastronomisi - 3 Aralık 2019
FACEBOOK YORUMLARI