
O başka bir bakanı daha çok sevdi hep. Kendisi gibi başını hep aydınlığa ışığa çeviren”Günebakan”ı… Ki son yolculuğunda bile tabutunun üzerinde ona sevgiyle bakıyorlardı Günebakanlar..
Yollara bakan çocuk, başını cama yaslamış evin penceresinden yola doğru bakarak babasının işten dönüşünü beklemektedir. Bu bekleyişler hemen hemen her gün sürmektedir. Baba, eve döndüğünde çok kısa süreli kalmakta ve sonrasında yine gitmektedir. Baba “Maarif Müfettişi”dir günümüz adı ile “Milli Eğitim Müfettişi”. Göreve gereğince Anadolu’nun çeşitli yerlerine teftiş için gider ve günlerce evine dönmez. Oğlu da onu pencerelerde beklemeye devam eder.
”Çağın en güzel gözlü müfettişi” olan baba, daha sonra “Çağın en güzel gözlü Milli Eğitim Bakanı” olur. Pencereden yola bakan çocuğun adı Can Yücel, yoluna bakılan “bakan baba”nın adı da Hasan Ali Yücel’dir. Babasının dizlerinde büyüyemeyen ama yazdığı şiirlerin dizelerinde büyüyüp büyük bir şair olan Can Yücel bu günleri “Hayatta Ben En Çok Babamı sevdim” adlı şiirinin dizelerinde ölümsüzleştirir.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek ?
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici hep, hepp acele işi! ?
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağrırlar İstanbul’a,
Bi helallaşmak ister elbet, diğ mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim
Hasan Ali Yücel’in 7 yıl 5 ay yaptığı Milli Eğitim Bakanlığı döneminde bilindiği gibi devrim sayılacak birçok yeniliklere adını yazdırır.Köy Enstitülerinin kurulması, Devlet Konservatuarlarının kurulması, UNESCO’ya girilmesi, Yüksek Mühendis Okulu’nun İstanbul Teknik Üniversitesine dönüştürülmesi, Ankara Tıp Fakültesinin kurulması, Üniversite reformu, Dünya Klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi o dönem yapılan uygulamalardan yalnızca birkaç tanesidir.
Hasan Ali Yücel 1-2 Mayıs 1939’da yapılan 1.Türk Neşriyat Kongresi Ve Maarif Şurası’nda yaptığı konuşmada “Tercüme Seferberliği” ilan etmiştir. Buna bağlı olarak Nurullah Ataç’ın yönettiği bir daimi büro kurulur. Bu kurulda iki de Sabahattin bulunur. Birinin soyadı Eyüboğlu biri de Ali’dir. Büroya bağlı olarak da iki ayda bir çıkan “Tercüme Dergisi” yayınlanır. Dergi’de görevli olanlar arasında Orhan Veli’de vardır. Birçok klasik eserin çevirisini de o yapar.
Bir süre sonra iktidar değişir. Yeni iktidar özellikle tercüme hareketlerine karşı baskıya başlar. Bu baskının boyutu Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in istifasına kadar gider. Yerine Reşat Şemsettin Sirer gelir. O her iktidarın yaptığı gibi geldiği bakanlıkta bir sürü değişikliler yapar. Özellikle de Köy Enstitülerinde ve Tercüme Bürosunda. Yine her iktidar değişikliğinde olduğu gibi eski çalışanlara bezdirmeye yönelik baskılar başlar. Bunun sonucunda istifalar ardı ardına gelir. Sabahattin Eyüboğlu Tercüme dairesinden, Melih Cevdet Anday Neşriyat Müdürlüğünden ve Orhan Veli’de Tercüme Dergisinden istifa eder. Bu olayı Tercüme Bürosunda çalışan Necati Cumalı’nın eşi olan Berin Hanım şöyle anlatır;” Orhan, Tercüme Bürosuna geldi, Reşat Şemsettin’in önünde bir şişe şarabı yere çaldı ve ortalığı kokuya boğarak oradan ayrıldı, bir daha da gitmedi.” Orhan Veli istifa dilekçesini bu şekilde protesto ile vermeyi uygun bulur. Yani bakan, makan, makam ve mekân dinlemez. Tercüme Bürosunda kırdığı şarap şişesi Orhan Veli’nin hislerine tercüman olmuştur da diyebiliriz.
Orhan Veli Galatasaray Lisesinde bir dönem yatılı olarak eğitimini sürdürmüş daha sonra babası onu dördüncü sınıfın bitiminde okuldan almıştı. Onun okuldan ayrılışından yaklaşık 15 yıl kadar önce başka bir şair lisenin müdürüdür. Kendisi de Galatasaray Lisesi mezunu olan şair 20 Aralık 1908, 20 Şubat 1909 yılları arasında aynı lisenin müdürlüğünü yapmış ve dönemin Milli Eğitim Bakanı ile yaşadığı tartışma sonucunda istifa etmiştir. Dönemin Bakanı Bakanının adı Emrullah Efendi, Bakmayan şairin adı da Tevfik Fikret’dir. Emrullah Efendi bir genelge yayınlar. Genelge; kasten derslere gelmeyen öğretmenlerin maaşlarından kesinti yapılmasını içerir. Tevfik Fikret bu genelgeye uymaz. Bakan ile şair arasında sert tartışmalar yaşanır. Tevfik Fikret de bakana bakmaz ve görevinden istifa eder. Emrullah Efendi’nin istifa sonrası yeni müdür atama yazısında “bir şair yerine bir âlim “ diye yazması ortalığı iyice gerer. Bu durumu protesto etmek için bazı öğretmen ve öğrenci de okuldan ayrılırlar. Tevfik Fikret yalnızca istifa etmekle kalmaz okuldan da ayrılır.
Cemal Süreya Darphane Müdürü iken bazı taşların altına bakar ve oralarda yılanların solucanların olduğunu görür. Durumdan huylanan zamanın Maliye Bakanı Yılmaz Ergenokon darphaneyi teftişe gelir. Teftişten iki gün sonra Bakanlıktan bir yazı gelir: “Darphane’yi gezdim, pis buldum.” Cemal Süreya’da hemen bakana karşı bir mektup yazar. Mektupta yazdığı on maddelik yazının ilk maddesi aynen şöyledir:” evet o gün Darphane gerçekten çok pisti. Ama tarihinde ilk kez olarak ve bir iki saat…”
Tabi ki bu işin sonucu bellidir. Cemal Süreya görevden alınır. Cemal Süreya darphane’den ayrılırken titizlikle paçasını silkeler. Belki paçalarına altın zerresi bulaşmıştır diye.
Ne Orhan Veli ne Tevfik Fikret ne de Cemal Süreya gibi şairler bakanların gözyaşlarına bakmasa da Can Yücel bir bakanın hem de yeşil gözlü maarif bakanının gözlerine sevgiyle baktı her zaman. O başka bir bakanı daha çok sevdi hep. Kendisi gibi başını hep aydınlığa ışığa çeviren”Günebakan”ı… Ki son yolculuğunda bile tabutunun üzerinde ona sevgiyle bakıyorlardı Günebakanlar..
- Kendi Boşluğunun Ağırlığını Merak Eden Şiirler - 30 Kasım 2018
- Şi Sayılı Şiirler - 13 Mayıs 2018
- Ve Nihat Ziyalan - 28 Mart 2018