Barış Tuna; “Cennet aileyi, kış ise cinsel istismar ve şiddeti simgeliyor.”

“Çocuklukta yaşananlar tüm hayatımızı belirler demek biraz indirgemeci olur, ancak çocuklukta yaşanan arızaların kolay tamir edilemediği de aşikâr. Aslında amacım aile ilişkilerinin nasıl travmatik sonuçları olduğunu dört farklı karakter aracılığıyla göstermekti.”

Yıllarca süren bir emek var “Cennete Uzun Bir Kış”ın yazılışında. Barış Tuna, özenle, hissederek tüm detayları tekrar tekrar gözden geçirerek kaleme almış romanını.

Yazar şu sıralar yeni kitap hazırlığında… Yeni kitap okurla buluşmadan “Cennete Uzun Bir Kış” üzerine tüm detayları kendisinden dinlemek istedik. Sonuçta ortaya keyifli bir söyleşi ortaya çıktı.

Öncellikle ikinci roman için neden bu kadar beklediniz?

Hızlı yazabilen biri değilim, sürekli düzeltmeler yapan memnuniyetsiz bir yazarım. Bu romana başladığımda bir yandan da doktora yapıyordum, aynı anda tez ve roman yazmak pek akıl işi değil. Sürekli taşınıyordum, bu süre içinde üç kıta değiştirdim, ama en talihsiz olay bilgisayarımın çalınması oldu. Romanın son bölümünü kaybettim, bir daha aynısını yazamayacağım kaygısıyla bir yıl romana hiç dokunmadım. Kısaca, 13 yıl kesintisiz olarak çalışmadım, iki üç defa zorunlu aralar verdim. Bir de işin yayınevleri ve editörler boyutu var ki, buna hiç girmeyelim. Romanı bitirmek daha zorlu bir serüvenin başlangıcı olacağından mahsus tamamlamadım.

Barış Tuna

Bu romanın temel fikri nasıl şekillendi? Zaman içinde nasıl demlendi?

Böyle bir roman yazma fikri 1998’de Kanada’dayken oluştu. Doktoradan bir arkadaşım, Noel arifesinde hastanelik olacak şekilde alerjik reaksiyonlar göstermeye başlamıştı. Meğer her Noel öncesinde babasıyla görüşeceği zaman hastalanıyormuş. Sebebini öğrendiğimde çok sarsılmıştım ama bu konuda bir roman yazma fikri hemen o an belirmemişti. İnsanların dramlarına roman malzemesi olarak bakmayı kendime yakıştıramam. Sonra benzer birçok vaka ile karşılaşınca bu konuyu işlemem elzem olmuştu.

Roman bir atmosfer oluşturmaktır, sert bir konuydu ve buna uygun sert bir atmosfer oluşturmak istedim. Genelde gelen yorumlar da romanın çok sert olduğu yönünde.

Romanın ilginç bir adı var. Neden Cennette Uzun Bir Kış?

Cennet aileyi, kış ise cinsel istismar ve şiddeti simgeliyor. Aile denen “cenneti” anlatmaya çalıştım, aile kurumunun çürümüşlüğünü, ikiyüzlülüğünü, aile içinde yaşanan fiziksel ve duygusal şiddeti, bu vesileyle de yaşadığımız toplumun riyakârlığını.

Aile içi cinsel istismar toplumumuzun kanayan yarası. Bu konuyu bu kadar içten ve saygın nasıl anlattınız?

Duygu sömürüsüne çok açık bir konu olduğu için hayli titiz davrandım. Bu konuyu seçtikten sonra cinsel istismar konusunda yazılmış romanlara göz attım. Bu konudaki roman ve filmlerin çoğu mağduriyete odaklanmıştı ve okurdan/izleyiciden merhamet talep ediyordu. En son isteyeceğim şey karakterlerime acınması olacağından, romanın hemen başında Aslı’yı rastgele adamlarla seviştirerek ve toplumun değer yargılarından uzak bir karakter olarak resmederek kahramanıma acınmasının önüne geçmeyi hedefledim.

Doğrudan istismarı anlatmak yerine Aslı’nın aşk ve iş hayatındaki istismardan kaynaklı olabilecek hüsranlarına odaklandım. İstismarı sadece alttan alta hissettirdim, böylesine tüyler ürpertici bir olayı tüm detayıyla vermek okur için de ıstırap verici olabilirdi, bunu tercih etmedim. Hem de yazar olarak bu istismara katkıda bulunmak istemedim.

Barış Tuna

Romanın başında Aslı kendi sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel çevresinden olmayan erkeklerle, Meral ise sadece evli erkeklerle birlikte oluyor. Kadın kahramanlarınızı özellikle mi böyle topluma ters düşecek şekilde oluşturdunuz?

Karakterlerimle okurun özdeşlik kurmasını istemediğim doğru. Aslı’nın sevgilisi romanda onun yedi yıl boyunca babasının cinsel istismarına sahip olduğu burjuva yaşam biçimini kaybetmemek için katlandığını ima eder. Aslı’nın tek gecelik ilişkilerinin gerçek olup olmadığı konusunda okuru muallâkta bıraktım. Aslı burjuva hayatından vazgeçemediği için babasının istismarını kabullenmekten ötürü duyduğu suçluluğu daha sonrasında yoksullaşarak ve tiksindiği adamlarla yatarak (ya da yattığını hayal ederek) bastırmaya çalışan mazoşist bir kadın.  Annesinin deyimiyle “tahsilse tahsil, yabancı dilse yabancı dil, güzellikse güzellik, her şeye” sahip, burjuva bir aileden geliyor, ama annesinin unuttuğu bir detay var; o evde yaşanan büyük günah. Yakın akrabalarının cinsel istismarına uğrayan Meral ise örme kazak giymekten, otobüslerde annesinin kucağında yolculuk etmekten, düğünlerde çeyrek altın takamamaktan, kısacası yoksulluğundan utanan, varoştan gelen biri. Tüm farklılıklarına rağmen ortak bir özellikleri var; ikisi de erkeklerle ilişkilerinde kendilerini cezalandırmayı tercih ediyorlar ve her ikisi de toplumca kabul görmeyen bir hayat sürüyor. Okurun bu iki mağdur kadını bağrına basmasını istemedim ama onların mağduriyetlerini de tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermekten geri durmadım.

Bir yandan yeraltı edebiyatı yaparken diğer yandan çok seçkin bir “üst” dil kullanmışsınız. Bu biraz tezat olmamış mı? Tabi bence romana çok özel bir duygu vermiş, bunu özel olarak seçtiğinizi düşünüyorum.

Aslına bakılırsa benim yeraltı edebiyatıyla hiç aram yok. Beslenme kaynaklarım Dostoyevski, Proust, Joyce gibi büyük yazarlar. Uzun cümleleri, betimlemeleri, kiminin küçümsediği ağdalı anlatımı seviyorum. Bazısı çok sade anlatımı ve kısa cümleleri seviyor olabilir, onların okumaktan zevk alacağı bir yazar değilim. Uzun cümlelerimden rahatsızlığını dile getirenler oldu, oysa hem editör hem de düzeltmen nedeniyle cümlelerim epey kırpıldı, çok daha uzun cümlelerim vardı.

Natüralizme kayan gerçekçi bir anlatımım olduğu söyleniyor ki doğrudur; hatta yazdıklarımı acımasız gerçekçi bulanlar var. Hikâyelerini iyi ve özenli bir Türkçeyle anlatmaya çalışan, her şeyden önce dili iyi kullanmaya çalışan, okurda edebi bir haz uyandırmayı kendisine düstur edinmiş bir yazarım. Size yeraltı edebiyatı hissi veren sanırım karakterlerimin marjinal yaşantısı ve yer yer sokak ağzını kullanışım oldu.

Barış Tuna

Evet karakterler sorunlu, hatta marjinal tipler, ama o kadar sahici anlatmışsınız ki bu hissedilmiyor.

Karakterlerimin hiçbiri kimliği ile barışık değil. Meral ne Aleviliğini ne de yoksul ailesini kabulleniyor. Aslı burjuva alışkanlıklarını sürdürebilmek için onursuz bir hayat sürdüğü için kendisini affedemiyor, Umut Sünni dindar babasından nefret ediyor. Romanımdaki karakterler erken yaşta masumiyetlerini yitirmişler, tıpkı Türkiye toplumu gibi. Ben Türkiye’yi masumiyetini yitirmiş bir çocuğa benzetiyorum. Masumiyetini yitirmiş bu çocuk aynı zamanda aşağılık kompleksinden mustarip. Benim karakterlerim de farklı nedenlerle de olsa yoğun bir aşağılık kompleksi içindeler ve çıktıkları kabuğu beğenmiyorlar. Batılı olmayan ülkelerin modernleşmesinde ortak olan bu yoğun aşağılık kompleksini farklı toplumsal sınıflardan gelen karakterler aracılığıyla vermeyi hedefledim.

Karakter yaratmak konusunda oldukça başarılısınız. Karakterleri yaratırken nasıl bir yol izliyorsunuz?

Teşekkürler, bana en uzak gelen karakteri bile karikatürize etmeden anlatmaya çalışıyorum. İyi bir gözlem sanırım yeterli oluyor. Romanda olumsuz bir işlev görmesi için yarattığınız karakteri bile sevmeniz ve anlamanız gerekiyor, yoksa sizin karakterinizle yaşadığınız yabancılaşma okura anında sirayet ediyor.

Dört ana karakteriniz var Aslı, Meral, Umut ve Serhat, hepsinin çocukluklarıyla ilgili sorunları var. Sizce geçmiş ya da çocukluk gelecek ilişkileri nasıl etkiler? 

Çocuklukta yaşananlar tüm hayatımızı belirler demek biraz indirgemeci olur, ancak çocuklukta yaşanan arızaların kolay tamir edilemediği de aşikâr. Aslında amacım aile ilişkilerinin nasıl travmatik sonuçları olduğunu dört farklı karakter aracılığıyla göstermekti. Aslı’nın sevgilisiyle bir türlü yoluna girmeyen ilişkisinin temelinde babasıyla yaşadığı trajedi var. Aynı yoksul mahallede büyümüş olan Meral, Umut ve Serhat’ın ortak sorunu yoksulluk ve çaresizlikleri. Ama yoksullukla mücadeleleri bambaşka seyrediyor, hayatı kabullenme veya direnme biçimleri çok farklı. Karakterlerin birinde eksik bıraktığımı diğerinde tamamladım, ayrıca bazı temaları her karakter için yeniden ele aldım bunun okur için tekrar gibi gelmesi pahasına.

Barış Tuna

Romanda Serhat karakteri çok sert bir mizaca sahip. Onun hedefleri ve engelleri neler?

Romanın en gizemli, sırlarla dolu karakteri Serhat. Aslı, Meral ve Umut ile kurduğu çok özel bağlar nedeniyle romanın kesişim noktası. Bir tek onun bilmiyoruz hayattaki hedeflerini. Pek konuşmayan, sessiz, hatta dilsiz biri. Serhat hayatı olduğu gibi kabul edenlerden, hayatla didişmeyen biri. Çok yakışıklı olması ona önemli avantajlar sunmuş, ama o da tıpkı Aslı gibi güzelliği nedeniyle ağır bedeller ödemiş. Serhat’ın geçmişten getirdiği günahları var, en önemli engeli bu sırları olsa gerek. Gençliğin ve güzelliğin fetişleştirildiği bir dünyada Serhat ve Aslı aracılığıyla güzelliğin taşıdığı risklere dikkat çekmek istedim.

Romanın geneline yayılmış karamsar bir hava var. Karamsar biri misiniz?

Gerçekçi biriyim demeyi tercih ederim. İyimser olmak için bir neden var mı? Yoksullar ve çoğu işçi devrim yerine TOKİ denen beton yığınından daire alma hayali kuruyor, din hâlâ en kullanışlı siyasi araç, listeyi o kadar uzatabilirim ki sohbetimizin tadı kaçar. Ben 80’ler ve 90’lar cehennemini anlatmak istemiştim ama bunları yazarken 2000lerin daha umutsuz olacağını öngörememişim. Evrim teorisinin tartışıldığı (daha doğrusu tartışılmasının engellendiği) bugünlerde insanlığın birçok konuda geriye gittiğini görmek insanlığa duyduğum zaten pek az olan güveni yerle bir ediyor. 2017’de din hâlâ siyasette belirleyici olabiliyor, dünyanın gelişmiş coğrafyalarında bile otoriter liderler yönetime gelebiliyor, din ve mezhep çatışmaları yaşanabiliyorsa iyimserlik biraz “kerizlik” olur. Ancak iyimser tarafım şu anki yaşadığımız “cehennemin” geçici olduğuna inanıyor, umarım uğradığımız tahribatın üstesinden gelmek on yıllarımızı almaz.

Kitabın tamamında aşk duygusu hâkim.  Romandaki aşk nasıl bir aşk sizce? Günümüzdeki aşkı nasıl görüyorsunuz?

Romanın merkezine Aslı’nın aşk acısını yerleştirdim. Aşktan çok aşksızlığı ve aşk acısını anlatmak istedim. Romandaki aşkı Aslı’dan bir alıntı ile aktarmam daha yerinde olur. “Aşk kendime koyduğum bir mesafeye dönüşmüştü, sevgim arttıkça mesafeler de katlanıyordu. Görüş mesafemden çıkmıştım artık. Küçülmem gurursuzluğumdan çok seçilemeyecek kadar kendimden uzaklaşmamdandı. En kötüsü ise bunu önemsemememdi. Senin mesafen daha yaralayıcı gelmişti.” Ayrıca romanın son bölümü aşk manifestosu olarak okunabilir. Tabi henüz sosyal medyanın ve arkadaşlık sitelerinin yaygınlaşmamış olduğu 90’lı yıllar için geçerli olsa gerek bu tarif. Şimdilerde aşk da bireyin narsizminin hizmetine sunulmuş durumda. Bakınız Serdar Ortaç şarkıları. Aşk için acı çekmenin yerini aşkı sosyal medyada nasıl bir şov malzemesine dönüştürürüm almış durumda.

Romanla ilgili memnuniyetsizlikleriniz var mı?

Romana en çok yöneltilen eleştiri kitabın kapağına oldu. Ben de kitabın kapağını hiç beğenmedim, hatta bu yüzden yayınevi ile tartıştık ve yollarımızı ayırdık. Yayınevi konusunda şansım yaver gitmedi. Eğer yayıneviniz büyük yayın kuruluşlarına ilan vermiyorsa kitabınızın bu mecralarda görünmesi neredeyse imkânsız. Geçen gün bir öykü yazarıyla yapılan röportajı okudum. Günümüz yazarlarına ve kitaplarını pazarlarken düştükleri onur kırıcı duruma dair çoğuna katıldığım eleştirilerde bulunuyordu. Sonra bu yazarı googleladım. Meğer eşi benim de severek okuduğum çok ünlü bir öykücüymüş ve her ikisinin kitapları da Türkiye’nin en büyük yayınevlerinden birinden çıkıyormuş. İnsan arkasına böyle büyük bir yayınevini alınca başkalarını ayıplamak, ilkelerden, yazarın onurundan dem vurmak kolay oluyor. Amacım öncelikle iyi yazmak, ancak her alanda olduğu gibi edebiyatta da ünlü olmak iyi olmanın önüne geçti.

Barış Tuna

Bir röportajınızda üniversitelerden uzaklaştırıldığınızı söylemişsiniz. Hayatınızı nasıl idame ettiriyorsunuz?

Şu anda üniversiteler beni istemiyor, ben de onları. Mevcut koşullarda üniversitelerde yer almayı içime sindirmekte zorlanabilirim. Üniversiteler öylesine ucube kurumlara dönüştü ki üniversiteden atılmak artık bir itibarsızlaşmaya neden olmuyor aksine üniversitede kalanlar için ciddi bir itibarsızlaşma söz konusu. Türk akademisi her zaman resmi ideolojinin yeniden üretildiği itaat merkezleri oldu, bu bakımdan benim açımdan hiçbir zaman değer atfedilebilecek kurumlar olmadı. Şimdiki yeni-muhafazakâr resmi ideoloji nedeniyle üniversitelerin bozulduğunu söylemek hatalı olur. Belki ihbarcı, jurnalci akademisyen ve öğrenci sayısı çok arttı ve liyakat tamamen rafa kalktı ama eski düzene de övgüler düzecek değilim.

Hayatımı nasıl idame ettirdiğime gelince, hiçbir kalifikasyon gerektirmeyen, hatta ilkokul diploması bile gerektirmeyen işler de yaptım bu süre içinde. Bunu yüksünerek söylemiyorum. Benim gibi 40 yaşını aşmış bir insanın bu saatten sonra farklı alanlarda iş bulması çok zor. Üç dil biliyorum, iyi ve iddialı okullarda öğrenim gördüm, ama öngörüsüz ailem beni İmam Hatip’e göndermeyi akıl edemedi J. Son dönemde KHK ile atılan ve bir nevi ölüme terk edilen akademisyenlerin de benzer zor bir süreçten geçeceklerini öngörmek zor değil. İnsanlar aç kalınca önce inançlarını yermiş. Hem aç hem ilkeli kalabilmek herhalde dünyanın en zor işi olsa gerek. Açken hem ilkelerinizden ödün veriyorsunuz hem de yasal ve meşru yollardan sapabiliyorsunuz, tıpkı romandaki Meral ve Serhat karakteri gibi. Yoksullar bazen romantize edilerek anlatılır, oysa kötülük ve illegallik yoksullukla kol kola dolaşır. Gelecek umudunu yitirmiş yığınlar var artık Türkiye’de. AKP iktidarı Gezi’den hiç ders almamış görünüyor (güvenlik tedbirleri ve baskıyı artırmanın dışında). Eğer nüfusun önemli bir kısmı gelecek perspektifini kaybetmişse o zaman baskı da bir yerde işlemez hale gelir. Sürekli döven, cezalandıran, çocukları arasında ayrımcılık, kayırmacılık yapan bir baba düşünün. Bu baba aynı zamanda deli gibi sevilmek, tapınılmak ve sadakat istiyor. Şu anda böyle bir Türkiye’de yaşıyoruz ve ben bu Türkiye’ye hiçbir aidiyet hissetmiyorum.

Okuyucudan gelen tepkiler nasıl, neler söylüyorlar?

Karakter analizlerim beğeniliyor, kadın okurlar ise nasıl kadınları bu kadar içerden anlattığımı soruyor. Kimi romanı çok sert bulduğunu, kimi konudan çekindiğini ama korktuğu gibi rahatsız edici bir şekilde yazılmadığını söylüyor. Genel olarak uzun cümlelerime rağmen akıcı ve edebi bulunuyor roman. Çoğunlukla da romandaki karakter analizleri ve gözlemler beğeniliyor. En çok duyduğum söz ise çok cesur ve sert bir roman olduğu.

Türkiye’deki farklı kimlikleri içermeye çalışsa da siyaseten doğrucu bir metin değil Cennette Uzun Bir Kış, bu da bazı okur için şoke edici olabiliyor. Zaten Doğulu toplumlara özgü alınganlık ve aşağılık kompleksinden mustarip bir toplumuz, sanki bazı kimlikleri aşağıladığım gibi bir alınganlık yaratmış kimi okurda yazdıklarım, ama genel olarak olumlu tepkiler alıyorum.

Peki yeni roman var mı?

Evet yeni bir roman var, hatta bitti sayılır. Tabii daha epey bir düzeltme yapacağım. Cennette Uzun Bir Kış’a göre daha eğlenceli, bol diyaloglu ama yine karamsar bir roman. Bir yandan da hayatta kalabilmek için senaryo çalışmalarım var, biri özgün diğeri bir roman uyarlaması. Yapımcılarla ve kanallarla görüşüyoruz ancak bu sektörde de muazzam bir kartel var, bu karteli aşabilirsek pek yakında dizi senaryolarımız ekranlarda olabilecek. Ama elbette asıl arzum sadece roman yazarak hayatımı sürdürmek.

  • Cennette Uzun Bir Kış
  • Yazar: Barış Tuna
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 2016
  • Sayfa Sayısı: 524 Sayfa
  • Yayınevi: Okuyan Us Yayınları
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Okurken elinizden bırakamayacağınız 6 spor kitabı

Read Next

Ünlü Kitaplar Hakkında İlginç Gerçekler

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *