
Başkomiser Galip karakterinin yazarı Çağatay Yaşmut’la Oğlak Yayınları’ndan basılan son kitabı Başkomiser Galip Hikâyeleri-Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Başkomiser Galip karakterinin; sırlarını ortaya dökmeyen, ketum, eli ağır, gerektiğinde yumruklarını kullanmaktan çekinmeyen, maço özelliklerini bilenler, yaratıcısı için “acaba?” diye düşünebilirler. Şahsen ben o duygularla tedirgin gittim sohbete. Sohbet devam ederken anladım ki Çağatay Yaşmut, beşinci kitabı yayımlanmış, Türkiye polisiye yazarları arasında önemli yeri olan bir yazara göre son derece mütevazı, sıcak ve samimi bir insan. Sorularıma da aynı samimiyetle yanıt verdi.
Romanlarını okuyup sevdiyseniz, hikâyelerini daha çok seveceksiniz. Polisiye roman okuru olarak kitapta yer alan yedi hikâyesini de çok sevdim açıkçası.
Sizlere de iyi okumalar diliyorum.
2008 yılında başlayan Başkomiser Galip maceralarınızı dört romanın üzerine beşinci kitapta öykü türüne yönelerek “taçlandırdınız”. Süreye bakıldığında henüz dokuz yıldır yazan, en azından yazdıkları kamuyla paylaşılan genç bir yazarsınız. Kendinizi bu anlamda nerede konumlandırıyorsunuz?
Buna ben cevap veremem. Nerede konumlandığımı okura bırakmak isterim. Onlar nerede görüyorlarsa oradayımdır. Dokuz yılda beş kitabımın yayımlanması özellikle planladığım bir şey değildi. Her yıl bir roman yazmayı hedeflerken, Kadıköy Cinayetleri’nden sonra beş yıl gibi uzun bir süre ara vermek zorunda kaldım. Ama bunun bir nedeni vardı: O sıralar, felsefede yüksek lisans eğitimi almaya başlamıştım. Düşünsel dünyaya girmek hem heyecan verici hem de çok yorucuydu. Ağır felsefi metinleri çözmek tüm vaktimi alıyordu. Bu yüzden, edebiyata ve yazmaya çok vakit ayıramadım. Yüksek lisans eğitimi bitince yeniden sahalara döndüm.
Polisiye edebiyatımızda genellikle özel dedektif tiplerine rastlıyoruz. Galip ise bildiğimiz dümdüz bir polis. Yüceltilmemiş bir insan. Elindeki kitapla uyuyakalan, tarihe hâkim, kültüre hâkim hale getirilip ülke polisinden ayrıksı gözüken, siyasi analizleri ya da cümleleri facebook duvarlarında paylaşılan yapay bir model değil. Bildiğimiz polis işte. İşini iyi yapıyor. Pek kimseye eyvallahı yok. Siz bildiğim kadarıyla asayişe, polise uzak bir yaşamdan geldiniz, yazar oldunuz. Buna rağmen nasıl bu kadar doğru doğdu Başkomiser Galip?
Çoğu yazar yarattığı kahramanlarında kendinden de bir şeyler katar. Yazar donanımlı bir kişi olduğu için, doğal olarak bu donanım kahramanına da sirayet eder. Ben bunun tam tersini yaparak, bende olmayan her şeyi Galip’e yansıttım. Mesela, benim elimden kitap düşmez. Her şeyi merak ederim, araştırırım. Bilginin ne kadar değerli olduğunu önemserim. Hâlbuki Galip’in birkaç polisiyenin dışında eline kitap almışlığı yoktur. Hiçbir şeyi merak etmez. Bilgiyle arası iyi değildir. Ben düzenli olarak sinemaya ve tiyatroya giderim. Galip bunların yanından bile geçmez. Ben şiddetten uzak dururum, kimseyle ağız dalaşına bile girmem. Galip bu işlere çok meraklıdır. Ben günde birkaç tane sigara içerim. Galip bir buçuk paketi yutar. Tüm bu olumsuz özellikler, karakteri sıradanlaştırıp sahici durmasını sağlıyor. Galip’le tek ortak yanımız; işimizin en iyisini yapmaya çalışmamız ve ne olursa olsun, hiçbir zaman o adalet duygusunu yitirmeyişimizdir. Yazdıklarıma ister şehir polisiyesi, ister semt polisiyesi, ister sokak polisiyesi diyelim; ben sıradan insanların sıradan şiddet hikâyelerini anlatıyorum. Benimkisi herkesin başımıza gelebilecek öyküler. Bunu yaparken de, muamma ve gizem katmayı ihmal etmiyorum. Sıradan insanların sıradan hikâyelerini ancak sıradan bir polis çözer.

Kimi yazarlar kahramanlarını ilk kitapta enine boyuna anlatır. Okuyucu açısından serinin diğer kitaplarında çok sürprizli bir durum yaşanmaz. Elbette her yazarın tarzı farklıdır. Farklı tarzları birbirinin önüne koymadan sormak istiyorum. Galip’le tanıştığımız ilk romanınız Beyoğlu Çıkmazı’nda onun hakkında çok bilgiye sahip değildik. Geçmişi, depresif hallerinin nedenleri, maçoluğunun temeli gibi. Galip’i; “şimdi geçmişine dönelim” sedyesine yatıracak mısınız yeni maceralarda?
Yukarıdaki anlattığım gibi, Galip sıradan bir insan. Pek derinliği yok. Geçmişinden gizemli sırlar getirmiyor. Söylediğiniz gibi; biraz maço, biraz depresif, düz bir adam. Eğer kahramanın geçmişini didiklersem, anlatmak istediğim asıl hikâyenin heyecanının kaçmasına neden olabilirim. Bu isteyeceğim en son şeydir. Hâlbuki ben her romanda karakterlerimin yeni bir özelliğini ortaya çıkararak okura göstermeyi yeğliyorum. Geçmiş geçmişte kalmıştır, fazla eşelemenin bir anlamı yoktur. Sonuçta, ben karakter analizleri anlatan psikolojik roman yazmıyorum.
Beyoğlu Çıkmazı, Şarkılar Susunca, Beni Yavaş Öldür ve Kadıköy Cinayetleri romanlarınızın adları. Kadıköy Cinayetleri ile 2012 yılında Dünya Kitap Altın Sayfa Polisiye Roman Ödülü’nü aldınız. Kendi payıma konuşayım; yıllardır ağzımın suyu aka aka okuduğum, bitmesin diye araya başka kitaplar sokuşturduğum kimi yazarların kitaplarından bazılarını, daha fazla seviyorum. Biz okurların bu konuda eli çok rahat. Yazarların bu konuda yaklaşımını ise çok merak ediyorum. Yazdıklarınız arasında şunu ondan daha fazla seviyorum dediğiniz romanınız var mı? Neden?
İlk kitabımdan bu yana hayata bakışım, olan bitene verdiğim tepkiler ve meselelerle hesaplaşmam değişti. Ama bir yandan da, önümde daha çok uzun bir yolum olduğunun farkındayım. Yazmak sonsuz bir deniz ve insan kendini sürekli geliştirmek zorunda olan eksik bir varlık. Her bir sonraki yazacağım roman bir öncekine göre ustalık eserimdir, diyebiliriz. Bütün romanlarımı çok seviyorum. Her birinin yaratım süreci ayrı bir keyifti. Hepsinin kurgusu birbirinden ilginçti. Ama Kadıköy Cinayetleri ve Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü? kitaplarım için ustalık eserlerim diyebilirim.
Karakterler yaratıldıktan sonra yazarın elinden kurtuluyor mu? Sizin birbirinden rol çalan, kendi yolunu bulan karakterleriniz var mı?
Kurtulmaz olur mu? Özellikle, aynı karakterin seri romanlarını yazıyorsanız, bir süre sonra karakteri yönetmek zorlaşıyor. Onlar da bizler gibi ete kemiğe bürünüyorlar, nefes alıyorlar, adeta yaşıyorlar, olan bitenlere karşı tepkiler veriyorlar, yazardan bağımsız olarak kendi kişiliklerini oluşturuyorlar. Bir nevi; yazarın kaleminden kurtuluyorlar. Yeri geliyor, yazarla ters düşüyorlar, çatışıyorlar. Mesela, Galip’in maçoluğundan dolayı zaman zaman ona çok kızıp bir sonraki romanda burnunu sürterek onunla hesaplaştığım çok olmuştur.
Nasıl yazar oldunuz? Çok mu okuyordunuz? Çocukken kitap kurdu muydunuz? Polisiye roman ve öykü yazmak biraz matematik işi çoğu kişiye göre. Sayılarla içli dışlı olmanızın polisiye yazmakta bir avantajı olmuş mudur?
Her zaman kitap kurduydum J ama çok yazmıyordum. Ta ki, 2001 ekonomik krizine kadar. İşten ayrılmam, yazmayı ciddi ciddi düşünmeme vesile oldu. Birkaç Yaratıcı Yazarlık Atölyesine devam ettikten sonra bu işin üstesinden geleceğimi fark ettim ve bir roman dosyası hazırlayarak hayalimdeki yayınevi olan Oğlak yayınlarına götürdüm. O günden beri de Oğlak yayınlarındayım. Evet, bir zamanlar sayılarla içli dışlıydım. Üniversitede Ekonometri okudum. Uzun yıllar bankacılık yaptım. Yazarken direkt sayıları kullanmasanız bile, kurguda sayısal zekânın faydası elbette oluyordur. Ama bir şeyleri iyi, detaylı ve doyurucu anlatabilmek için sayısal zekânın yanında sosyal bilimlere karşı ilginizin olması ve çevrenizde olan bitenleri de takip etmeniz gerekiyor.
Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü? Yeni kitabınız. Başkomiser Galip bir romanla değil maceralarının yer aldığı sekiz ayrı öyküyle gelmiş. Polisiye edebiyatımızda özellikle son dönem yazarlarımızı düşünürsek çok sık rastlanmayan bir örnek polisiye öykü. Nasıl çıktı öykü yazma işi?
Uzun zamandan beri yeni romanım üzerinde çalışırken, belki biraz da sıkıldığım için, romana biraz ara verip 221B dergisine, yine başkahramanı Galip olan polisiye öyküler yazmaya başladım. Fakat öykülere kendimi öyle kaptırdım ki, üzerinde çalıştığım romanı unutup peş peşe yedi uzun öykü yazdım. Böylece, hem romanla arama bir mesafe koyarak yazdıklarımı başka bir gözle kontrol etme şansı buldum, hem de öykü yazmanın o güzel tadını almış oldum. Yalnız, şunu da belirtmek isterim: 221B dergisinde yayımlanan öyküler, derginin sayfa sınırlamasından dolayı, kitaptakilerin çok kısa halidir.
Her ne kadar politik polisiye yazmıyor gibi görünseniz de hayatın büyük bölümü gibi eserleriniz de politik. Kentsel dönüşüm bir Kadıköylü olarak öykülerinize de sirayet etmiş. Sağlık alanında yaşanan insanı merkezden uzaklaştıran kar hırsı, dinin kişisel hayata ve toplumsala etkisi ona keza. Slogan atmıyor, iri cümleler kurmuyor ama önemli konulara parmak basıyorsunuz. Güncelin dönüşümünden, siyasetin hızlı değişen gündeminden hiçbirimiz kaçamıyoruz neticede. Yıllar sonra ülke daha normal ve yaşanabilir bir ülke olduğunda sizin roman ve öykülerinizi okuyanlar neler öğrenecekler eserlerinizden?
Cinayeti öğrenmemelerini tercih ederim. J Ben insanlara bir şeyler öğretmek için yazmıyorum. Sadece, içimden geldiği gibi yazıyorum. Bunu yaparken de, heyecanlı bir kurgu içinde, hem eğlendirmeyi hem de kafama takılan bazı meseleler varsa, onlara biraz dokunmayı seviyorum. Dünyaya verecek büyük mesajlarım yok. Bir gün olursa, mutlaka söylerim. Bu yüzden, okuyanların ileride kitaplarımdan ne öğreneceklerini bilmiyorum. İllaki, öğrenecek bir şeyler bulunur. Hiçbir şey bulamasalar bile, heyecanlı bir polisiye hikâye okumuş olurlar. Bunu garanti ediyorum. Ama şu da bir gerçek ki; bu coğrafyada olup bitenlerin, bizleri toplumsal meselelere karşı daha duyarlı yaptığını söylemeliyim. Yine de, düşüncelerimi didaktik bir biçimde okura yansıtmayı sevmiyorum. Sadece, olan biteni gözler önüne seriyorum. Yorumu okura bırakıyorum. Bir yazarının olayları kendince yorumlayıp bir teşhis koymak ve çözümler üretmek gibi bir görevi olduğuna inanmıyorum. Ben bir siyaset uzmanı, bir sosyolog, bir psikolog ya da bir araştırmacı yazar değilim. Sadece çevresini iyi takip eden duyarlı bir yazarım.
Siz en çok kimleri okumaktan zevk alıyorsunuz?
Elimden geldiğince bütün yerli polisiyeleri okumaya gayret ediyorum. Hepsi ayrı bir keyif veriyor. Her birinin tadı başka. Yabancılardan ise; Lawrence Block, Donna Leon, Petros Markaris, Simenon, Peter Robinson, Mankell, Sue Grafton, Jeremiah Healy, Mario Simmel ve tabi ki Agatha Christie okumaktan keyif aldığım yazarlar.
Şu romanı, karakteri keşke ben yazmış olsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
Üzgünüm ama bir karakter ismi telaffuz ederek Galip’i üzmek istemem. Ama Lawrence Block kadar üretken bir yazar olmak isterdim.
Biraz da gelecek planlarınızdan bahsedelim. Galip’le devam edeceksiniz o görülüyor. Bu ara yeni bir macera hazırlanıyor mu? Peki, başka planlar var mı?
Evet, Galip’e devam edeceğim. Galip’i ve ekibini yazmayı seviyorum. Birbirimize çok alıştık. Şu sıralar yeni bir Galip romanı üzerinde çalışıyorum. Bitirmek üzereyim. Hemen ardından, Galip’in yeni öyküleri sırada. Birbirimizden sıkılıncaya kadar bu ilişki sürecek.
Ülkemiz yazarının en büyük problemi nedir?
Hangi birini sıralasam acaba? Öncelikle, kitapevlerinde raflarda bulunabilirlik büyük problem. Kitap bir kitapevinde varken diğerinde olmayabiliyor. Kitabın Yeni Çıkanlar raflarında kendine yer edinmesi ise başka bir problem. Çoğu yazarın kitabının yeterli tanıtımı yapılmadığı için, o kitap yeni çıkmış yüzlerce kitabın arasında kaybolup gidiyor. Yazarlara ödenen telif ücretleri çok düşük. Buna rağmen, telifi yazarına çok gören bir sürü yayınevi var.
Nasıl yazıyorsunuz?
Önce konuyu bularak işin zor kısmını hallediyorum. Ardından, madde madde bir olay akışı hazırlıyorum. İlham gelmesini beklemeden ki hiç gelmedi, o akışa uygun tek tek sahneleri yazıyorum. Günde ortalama dört saat çalışıyorum ve bunun sonunda iki sayfa çıkartıyorum. Üç sayfayı zorladığım zamanlar da oluyor. Ertesi gün, bir önceki yazdıklarımı düzelttikten sonra yeni sahnelere geçiyorum. Bu şekilde ilerleyerek romanı bitiriyorum. Genelde, ilk yazışın sonunda kötü bir metin ortaya çıkıyor. Bir süre metinden uzaklaşıp kendimden nefret etmeyi bitirdikten sonra, ikinci okumada metni neredeyse yeniden yazıyorum.
![]()
|
- Çağatay Yaşmut’tan Moda Cinayetleri - 16 Şubat 2019
- Bir Sevgi Masalı ve Organik Kitaplar - 19 Ocak 2019
- Domingo’dan Böcek Çılgınlığı - 12 Aralık 2018