Batıkan Köse, Noktalı Virgülle Biten Bir Kitap’ta günlük hayatta karşılaştığımız, sevmesek de kanıksadığımız durumları alternatif bir gerçekliğe oturtarak anlatmayı deniyor.
Batıkan Köse’nin yirmi sekiz mizahi öyküden oluşan son kitabı Noktalı Virgülle Biten Bir Kitap İletişim Yayınları’ndan çıktı. Hatırlayanlar olacaktır, 1995 doğumlu yazarın ilk kitabı Şahsi Düşler ve Onur Kırıcı Gerçekler iki yıl önce çıkmıştı. Öykülerinin rotasını yine benzer biçimde serbest çağrışımlar ve dil oyunları çiziyor.
Yazar günlük hayatta karşılaştığımız, sevmesek de kanıksadığımız durumları alternatif bir gerçekliğe oturtarak anlatmayı deniyor. Üstelik bu yeni gerçekliği, okuyucunun garipsemesine fırsat vermeden kitaba yediriyor, okuyucuyu kitabın kendi gerçeklik düzlemine alıştırıyor. Bir kahraman istenmeyen bir bayram ziyaretine klonunu yollayabiliyor, tam intihar edecekken rüzgârın çıkmasıyla tüm intihar seferleri iptal edilebiliyor ya da dilek çeşmesinin başında sırasını beklerken dilek memuruyla münakaşaya girebiliyor. Bunu yaparken de tüm absürt olasılıkların varlığını akla getiriyor. Mutsuzlukları ironiyle birleştirerek sanki onların üstesinden geliyor ve mizahın gerekliliğini yeniden hatırlatıyor.
Yarattığı bu dil oyunları, bir karaktermişçesine öykülerinin akışını belirliyor. Genel olarak öykünün içindeki bir düğümü, seçtiği bir sözcüğün sesbilimsel özelliklerine yakın, farklı bir sözcükle çözüyor ve bu yeni sözcüğün yarattığı yeni çağrışımlarla hikâye kaldığı yerden devam ediyor. Bu sayede okurken, sonu kestirilemez bir öykünün içinde olduğunuz hissine kapılmadan edemiyorsunuz. Köse ile kısa bir söyleşi yaptık:
- Sizin için iyi bir hikâye nedir? Nasıl bir hikâye sizi heyecanlandırır?
Dilin, olay örgüsünü nasıl yönlendirdiğini görmek hoşuma gidiyor. “İşte iyi bir öykü” diyerek son tümcesine kadar okuduğum öykülerin çoğu ortak noktasından biri bu. Olay örgüsünün dil ile dengeli bir ilişki içinde olması gerektiğine inanıyorum. Dil, yaratıcı bir özgünlüğe ulaşmalı ve anlatıcının kahramanın başına getirdikleriyle olay doğal bir sona kavuşmalı. Tabii bu işin teknik kısmı, bazı ender öyküler merkezini göstermeden bize dokunabiliyor. Olay örgüsünü dilin içine gizleyip hayatın gülünç oyunlarını gösteren öykülerin beni epey heyecanlandırdığını söyleyebilirim. Yazarın sevdiğim bir tümceyi nasıl kurduğunu düşünmek, öykü içindeki dil oyunlarını yakalamak, okuma sırasında bana keyif veriyor. Öyküde biraz kendimi buluyor, biraz da kıskanıyorsam son tümceyi okur okumaz kendi kendime “İşte iyi bir öykü” diyorum.
- Montaigne, “yazmak mutsuzluğun sonucudur” der. Yazıyı mutlulukla karıştırmak tuhaf görünebilir ama öykülerinizde ironi ve mizah var. Siz yazma deneyimine nasıl bakıyorsunuz?
Günü iyi yazılmış birkaç satırla kapatmak kadar mutluluk verici bir şey olamaz. Benim için yazmak, sevilme isteği ve “Ben buradayım” deme ihtiyacından geliyor. Tabii bu mutluluk yazma sürecinde kendini hemen göstermiyor. Mutsuzluk hali insanı yazmaya iten binlerce sebepten biri olabilir. Öykülerimdeki ironi ve mizah havası da karakterlerimin mutsuzluğundan kaynaklanıyor. Yazmak, mutluluk ve mutsuzluk gibi içinde çeşitli duygular barındıran bir süreç, bir tutku.
- Kitabınızın genel olarak absürt mizaha yakın bir çizgisi var. Siz mizaha nasıl yaklaşıyorsunuz? Mizah mecralarından kime yakınlık duyuyorsunuz?
Mizahın çeşitli alanlarında takip ettiğim birçok isim var. Aziz Nesin öykülerini ve Oğuz Atay’ın mizahi dilini sevdiğimi söyleyebilirim. İki yazar da beni mizah anlamında etkilemiştir. Mizah, insanları güldürerek onlara bir şeyler anlatmanın mükemmel bir yolu. Mükemmel olduğu kadar da zor. Sözlü mizahın amacına ulaşıp ulaşmadığını karşınızdaki insanın yüzüne bakarak anlayabilirsiniz ama iş yazıya gelince insanların gülmesi için yazdığınız tümcenin bir trajediye yol açması hiç de sürpriz değil. Öyküdeki mizahın geribildirimi hemen gerçekleşmiyor ve daha çok güldürmek de kaliteli mizahın bir ölçütü değil. Önemli olan mizahı iyi bir öykü içinde inşa edebilmek. Neredeyse tüm karakterlerim benim onların başına getirdiğim ironik (okuyucu içinse komik) olaylarla bir mutsuzluğun içine düşerken okuyucu bir refleks olarak gülümsüyor. İyimser sonları mizah için tehlikeli buluyorum. Mizahın en büyük kaynaklarından birinin mutsuzluk olduğunu ve işlenen bu mutsuzluğun da bize mutluluk verdiğini düşünüyorum.
- Dil oyunları yapıyorsunuz, bunun riskli bir tarafı var, bu okuyucuyu çekebilir de uzaklaştırabilir de… Bu sizin için bir risk midir?
Çoğu zaman bir çağrışım zincirinin peşinden olay örgüsünü inşa ederim. Çok sevdiğim bir söz oyunu için bile öykü yazmışlığım vardır. Bu durum birçok risk taşıyor. Okuyucu merkezi belirsiz bir öyküyü okumak istemeyebiliyor. Bunu dengede tutmak gerekiyor. Dilden zevk alan ve bu oyunları çokça görmek isteyen okuyucular da var tabii. Hem çağrışım zinciriyle olay örgüsünü ilerletmek hem de bunu iyi kurulmuş bir merkeze oturtmak benim için bir zorunluluk.
- Bir okuyucu tahayyülünüz var mı? Kafanızdaki okur kim?
Bunu hiç düşünmemiştim. Sanırım kafamda küçük ayrıntılardan zevk alan, tümcelerin soru-cevap şeklinde ilerlemesindense dilin oyunlarını ve çağrışımlarını görmek isteyen, “Ben de bunu hissediyorum işte” diyen, hüznün yerine mizahı tercih eden meraklı bir okur var.
- Edebi tarzınızla okuduklarınız, izledikleriniz paralellik gösterir mi?
Çok ciddi bir filmden son derece komik öykü fikirleri çıkarabiliyor olsam da çoğu zaman kendi tarzıma yakın işleri takip ediyorum. İfade biçimlerine, espriyi sunuş şekillerine yeniden bakıyorum. Sait Faik Abasıyanık, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Orhan Pamuk sürekli dönüp okuduğum yazarlardır. Fellini ve Woody Allen filmlerinin de öykülerimi epey beslediğini söyleyebilirim. Yine de tarzıma epey uzak kitaplardan farklı şeyler kazanmaya çalışmak zevkli bir oyun olabiliyor. Zaten iyi öyküler de böyle küçük oyunlardan çıkıyor.
|
FACEBOOK YORUMLARI