Bestseller Kitaplar Okunmalı mı? Ya da Nasıl Okunmalı?

Sadık Albayrak, Bestseller Okuma Kılavuzu‘nda popülerleştirilmiş yazarların “eserlerine” yaklaşımlar geliştiriyor. Ortaya çıkan eleştiri boşluğunu güçlü bir şekilde dolduruyor.

Her türden siyasal gelişmenin doğrudan etkilediği bir “piyasa” bu yazının konusu olacak. “İyi edebiyat” mottosunun havalarda uçuştuğu bir ortamı değerlendirmeye açalım. Öncelikle “popüler olan iyi midir?” sorusuna cevap vermeye çalışalım.

Popülerliğin kim tarafından yaratıldığı önemli bir belirlenim olsa gerek. Nice iyi kitapların sayfalarının depolarda sarardığını bilmeyenimiz yoktur. Kitabın “parlamasının” ön koşullarından bir tanesi sıkı bir PR çalışmasının yapılabilmesidir. Bir çok yayınevi açısından kapsamlı bir PR çalışmasının yapılabilmesi ne yazık ki ekonomik gerekçelerle mümkün değil. Sosyal medyanın tüm dünyada yaygın olarak kullanılmasının sağladığı avantajları iyi değerlendirebilirseniz kitabın satışına doğrudan etki sağlamanız mümkün… Ama yeterli değil…

Reklam ve pazarlama ilişkilerinin genel olarak piyasalara kurduğu hakimiyetin, kitap piyasasına etki etmeyeceğini düşünmek gerçek dışı bir yaklaşım olurdu. Reklam çalışmalarının doğrudan etkilediği bir alan olarak “kitap dünyası” bu mevzudan fazlasıyla nasibini alıyor. Bir tür tekelleşmenin hakim olduğu piyasada “iyi kitap” parıltılı reklamlarla kendine yol bulabiliyor. Bir kitabın “bestseller” olması onu iyi mi yapar? Yoksa sadece onu çok satanlar listesine “altın harflerle” yazmış mı olur? Tam da bu noktada her popüler olanın aslında durduğunuz yere bağlı olarak “iyi” olmadığı yaklaşımını gür bir sesle vurgulamak gerekir.

Bu yazının ortaya çıkmasına vesile olan kitap “Bestseller Okuma Kılavuzu“, Sadık Albayrak tarafından yazıldı, Doğu Kitabevi etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kitap kısa zamanda ikinci baskısını yaparak “zalim” kitap piyasasında hatırı sayılır bir başarı elde etti.

Sadık Albayrak, kitabında ortaya koyduğu incelemelerle, “tekeller” tarafından parlatılmış yazarların ve kitapların toplumcu bir değerlendirmesini yapıyor. Sadık Albayrak’ın değerlendirmelerini takip edenler bilirler, incelemeleri detaylıdır ve diyalektik bir yaklaşımla ortaya çıkar. Edebi bilgisini, tüm incelemelerine yedirir ve tespitlerinin doğruluğunu güçlü “delillerle” ispatlama noktasında son derece başarılıdır.

Genel olarak “kalp kırmanın zamanı mı?” yaklaşımının hakim olduğu toplumsal ilişkiler bütününde bazı yaklaşımlar genel okur kitlesine ya da yayıncılara gereğinden fazla “sert” gelebilir. Bunun bana kalırsa 2 nedeni var. Birincisi, gerçek eleştiri kavramının içinin boşaltılmış olması ve bir “mahalle kavgası” gibi algılanması. İkincisi ise yine buna bağlı olarak “ekmeğimle oynanmasın” yaklaşımıdır… İkinci yaklaşım tamamen subjektifdir ve duygusaldır. Halbuki şu yaman “ticari ilişkiler” bütününe baktığımızda edebiyat eleştirilerinin, kişinin ekmeğiyle oynayan en son “araçlar” olduğunu söylesek yanılmış olmayız.

Sadık Albayrak’ı ve ortaya koyduğu üretimi diğerlerinden farklı kılan özellik “acımasız olması” değil, değerlendirmelerini “akıcı bir eser” sığlığında yapmıyor olmasıdır. Bu açıdan örnek alınması gereken bir eleştirelliğe sahip olduğunu söylemek gerekir. Kendisinin yaklaşımlarına nitelik katan özellik “bel altı” vurması değil eleştiriye anlam katmasıdır.

Yayınevleri tarafından “çıkıyor”, “çıkacak”, “eli kulağında” diye güçlendirilen PR çalışması sonrasında, ‘işte süper bir kitap okumaya başlıyorum‘ diye yola koyulduğunuzda… Kitapla ilgili incelemeler yaparken, özellikle sosyal medyada kahve fincanına odaklanmış kitap fotoğrafları gördüğünüzde… Bilinçaltınıza, “bu kitap süper” fikri işlenmiş oluyor. Kimi zaman yaptığım okumalarda ben de bu ruh haline bürünebiliyorum. Ancak karşılaştığım bir kaç örnekte ise “yahu bu kitabı tek beğenmeyen ben miyim?” sorusunu sorduğum da çok oluyor. Çünkü kitap “şişirilmiş” oluyor ve beğenmediğinizde ise sanki kitaptan anlamıyormuşsunuz hissine kapılıveriyorsunuz. İşte tam da bu noktada güçlü olun ve “Nobel Ödülü almış yazarın kitabı da beğenilmez mi arkadaş?” sorusuyla hesaplaşmaya hazır olun.

Özellikle içinde bulunduğumuz konjonktür üzerinden hareketle “aydın” ve “yazar” kavramlarına anlamlar yükleme zorunluluğumuz var. Yazar dediğiniz kişi toplumun yaşadığı tüm ilişki biçimlerini kendisine konu edebilir. Ancak “umut” denen kavramı ise kitlelere nasıl yansıtabilirim diye de kendisine bir yol edinmelidir. Velev ki bunu kendine yol edinmedi. Bu durumda da o umudu insanların elinden almaması için karşılarına dikilenler olacaktır.

Bu bağlamda Sadık Albayrak, Bestseller Okuma Kılavuzu‘nda popülerleştirilmiş yazarların “eserlerine” yaklaşımlar geliştiriyor. Ortaya çıkan eleştiri boşluğunu güçlü bir şekilde dolduruyor.

Sadık Albayrak kitabın önsözünde neden böyle bir esere ihtiyaç olduğunu şöyle anlatıyor; “Tekeller düzeni, uçsuz bucaksız, insanı her alanda sınırlayan bir T Tipi hapishaneden ibarettir.

B ya da S Tipi edebiyat, bu hapishanenin en acımasız ve pervasız departmanlarından biridir. Bestseller kitaplar, aklı, başkaldırıyı, umudu silmeye ve kapatmaya hizmet ediyorlar. Kapatmak ve silmek için insanın toplumu akılcı düzenleme yolunda giriştiği devrimci mücadeleye yönelik küfürlerden bir edebiyat çıkarıyorlar. Kılavuz’da eleştirdiğim örneklerin bu niteliklerini gösterebildiğimi düşünüyorum.

Burada bahsi geçen küfür, doğrudan ifade edilmese bile bestseller genellememizde ağdalı bir edebi yaklaşımla ortaya konuyor. Asıl sorun tam olarak budur. Edebiyatın, insanın umudunu törpüleyen ya da mücadeleden uzaklaştıran bir yaklaşım ile üretilmesine karşı durulmalıdır. Bu karşı duruş, sizin herhangi bir yazarın ekmeğiyle oynadığınız anlamına gelmez. Asıl ekmeğiyle oynananların, işsiz bırakılıp üretim süreçlerinin dışına itilen akademisyen ve yazarlar olduğunu unutmak aynı zamanda edebiyata ihanettir. Yaşar Kemal, Vedat Türkali gibi yazarların eserlerini okuyup büyüyenler bugün insanlık adına önemli bir mücadeleye öncülük ediyorlar. Demek ki neymiş… İnsanlık adına mücadele edenlerin beslendiği kaynaklar iyi edebiyata örnekmiş. Zaten eserleri kalıcı yapan, yıllar geçse de adından söz ettiren şey tam olarak toplumsal gelişmelerle ne kadar ilintili olduğu değil midir? Yediğimiz ekmeği, içtiğimiz suyu dahi bu ilişkiler bütününde tüketmiyor muyuz?

Sadık Albayrak’ın deyişiyle; “Muhalefetsiz iktidar, tenkitsiz edebiyat dünyasındayız. Bu edebiyatın en büyük korkusu eleştiridir.” Korku duvarını aşmak mümkündür. Bu vesileyle “bizim için” kalem oynatan, kitaplarının sayfası sararmış yazarlara selam olsun!

  • Bestseller Okuma Kılavuzu
  • Yazar: Sadık Albayrak
  • Türü: Edebiyat İnceleme
  • Baskı Yılı: 2. Baskı, Mart 2017
  • Sayfa Sayısı: 320 Sayfa
  • Yayınevi: Doğu Kitabevi
Gün Çağ Aydın
Takip için
Vinkmag ad

Read Previous

Fuat Sevimay, Edebiyatseverlerle Ödüllü Romanı Kapalıçarşı’yı Konuşuyor!

Read Next

İkinci Hayat

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *