Binbir Masal Bir Kale

Her masal gibi, bir varmış, bir yokmuşla başlar ama zaten yok, yokmuş kitabımızda. Bir kadırga varmış fırtınanın ortasında.

Elimde kapağı güzel mi güzel tam 186 sayfalık bir kitap. Binbir Masal Bir Kale. Dost bir yazardan.

Bilirsiniz İnci Gürbüzatik, Misket kitabının yazarı. Bize Ankara’yı karış karış gezdiren, öğreten, hatırlatan; mükemmel Türkçesiyle büyüleyici bir belgesel roman Misket (2016)…

Bu yıl yayımlanan iki kitabı var yazarın. Birincisi Deve Boku Savaşları, okunacak, sırada!

Şimdi anlatacağım yapıt yılın ikinci kitabı. Bir Bodrum masalı, baştan sona sihirli.

Her masal gibi bir varmış, bir yokmuşla başlar ama zaten yok, yokmuş kitabımızda. Bir kadırga varmış fırtınanın ortasında. Forsaların asıldığı kürekler şıp şıp suya dalıp çıkarken, ölümle yaşam arasında nereden çıktığı belli olmayan, gümbür gümbür bir fırtına… Bu fırtınaya ne olsa dayanmaz ama yazar kıyamaz kadırgaya: … masalımızı başlatan o Venedik kadırgası, azgın dalgaların çalkantısına dayansın, döne döne esen rüzgârın şiddetine dirensin, şanslı olsun da bir limana sığınsın. Sığınsın da ayaklarından zincirlere çakılı o zavallı forsalar denizde boğulup ölmesin. Gemi kurtulsun, insanlar sağ kalsın. Masal başlasın.

Kurtulanlar, elbet gördüğü güzel her şeye sahip olmak isteyen insanların yaptığını yapmış ve Bodrum’u kale yapmak için gözlerine kestirmişler. Oysa onlar Halikarnasos’un tarihinin M.Ö 1200 yıllarına uzandığından, Karyalıların başkenti olduğundan habersizmiş. Hele hele Kraliçe Artemisia’nın kocası Kral için yaptırdığı mezar anıtını Mausoleum’u hiç bilmiyorlarmış.

Bilgi dolan taşan satırlarda merak uyandıran bir akıcılıkla kitabın ilk bölümden geçiyoruz. Bazı bilinmeyen deniz terimleri, unutulan sözcükler için sözlük yanı başımızda.

Okuyucunun yaşı yok bu masalı okumak için. Çocuklar için mi, hayır. Bilgi, yüzyıllar arasında gezinerek kurguyu sarıyor. Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan Mausoleum’un nasıl olup da Londra’ya British Museum’a kaçırıldığından tutun, Büyük İskender’e şehrin kapılarını kimin açtığına,  kalenin yapımının yüz yıl sürmesinden, kaledeki beş kulenin macerasına kadar her şey bilgiye dayanıyor.

Şövalyelerin merkez üsleri Bodrum yakınındaki hangi ada, orada ne işler yapıyorlar, kalede neden Kral  Mausolos’un asıl mezar odasını bulamamışlar, Fransız Kulesi  neden diğer dört kuleden daha yüksek…  Bu soruların cevabı kitabın sayfalarında bir bir açılıyor. Peki, İngiliz, İspanyol, İtalyan ve Alman şövalyeleri için yapılan kulelerinin özellikleri neler… Neden roman kahramanlarımız İspanyol Kulesi’ne giremez?

Geçmişin, mişli geçmiş zamana dönüşümünü katman katman hüzünle okuyoruz. Tarih bir türlü normal seyrinde akamıyor. Cevat Şakir, çalınan Mausoleum’un vatanına geri getirilmesi için uğraşır ama ne çare. Kraliçeye yazdığı mektuba aldığı cevap mutlaka okunmalı, gülelim mi ağlayalım mı belirsiz… Sık sık ustanın kitabına, Mavi Sürgün’e selam yollar kahramanlarımız.

Gençler, kaledeki cam batığının olduğu salona girdiklerinde çok şaşırır. Küçük cam şişeler ne işe yarar?  …  Ağlayan kadınların gözyaşlarını o şişelerde biriktirmeleri mutsuzluklarının bir göstergesi olmalıydı. Kadınların gözyaşlarını neden şişeye doldurup sakladıklarını anlayamadı Peri. O çağlarda neden öyle çok ağladıklarını, hâlâ neden ağladıklarını, ağlatıldıklarını da…

Narteks, herkesin Bodrum’da gördüğü ama adını, efsanesini bilmediği bir Ege bitkisi. Kim bilir belki de Prometeus’un bir sırrını saklamıştır bir zamanlar. Kitapta hiçbir şey atlanmaz. Afrodit’in çiçeği bile. Bodrum’u az çok bildiğini sananlar için, bilmedikleri utanç vericidir.  Kargaların kalenin gizli kameraları olduğunu kim bilebilir ki?

Susuz Bodrum’a sarnıçları Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a danışarak yaptırdığını öğreniriz kitaptaki gençlerle… Bora gibi yurtdışındaymışız da öğrenememişiz olup biteni sanki. Tarih, geçmiş, gelecek, umut, bilgi sarmaş dolaş heyecanla koşar sayfalarda, büyük bir incelik ve dil işçiliğiyle…

1400’lü yıllarda kalede köpek beslenir ve savunma-saldırı için askeri birlik gibi eğitilirmiş şövalyelerce. Bu köpeklerden birinin hâlâ kalede yaşadığına, adının Bron olduğuna nasıl inandırsın Bora, Cem ve Sıla. Ne diyor bunlar, evet delirmiş olmalılar…

Bora, Karya Prensesi’nin büstünün önündeydi. Prensesin kafatasından İngiltere’de bir üniversitede yapılan canlandırmaydı baktığı ama içine sinmeyen belki de sezdiği bir şey vardı. Kitabın düğüm noktası, sırrı burada başlar. Çünkü Bora geleceğe koşmaktadır.

… Bu kadın büstü, görünüşüyle sanki o iskeletin sahibi değil. Güzelliği çalınmış ya da gizlenmiş. Belki de gerçeğine ulaşamadılar. Öyle hissediyorum. Bilim insanları da yanılamaz mı?…

Bora, başına gelecekleri bilse sezgisini dillendirir miydi, bilinmez. Sonrası, okuyanı önüne katıp sürükler tarihin derinlerine, korkuyla, endişeyle. Kimi zaman Karyalı Prenses’e acırız, kimi zaman çocuklara. Kör köpek Bron da işin cabası. Dost mu düşman mı bilen yok. Yazarın dediği gibi, korkunun kuyusunda açıl susam açıl! Dehlizler, paslı kapaklar mı yok sayfalarda, görüntüsü olmayan nefesler mi… Ya kuru kafalar; üzerlerine kapı örülmüş tutsakların, forsaların kemikleri. Artık her detay nefes kesicidir. Kahramanlarla birlikte yazar da umut arar çünkü kalenin mahzenlerinde buna çok ihtiyaç vardır. Tutsaklıktan kurtuluş hikâyeleri; bir bir imdada çağrılır dünyanın bütün kitaplarından, Fransız Devriminin Bastille’nin günlüklerinden… Dünyadaki acıların sesi hep aynıdır ne yazık.

Teknolojinin en gelişmiş aletleri bile bazen yerin yedi kat altında çaresiz kalır.  Hele şarj biterse.  Karanlık, sorunları her zaman ikiye katlar. Ancak bu kez Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi’ndeki Süryani mimarın kaleyi yaparken örmüş görüntüsü verip örmediği bir taşın umudu yetişiverir satırlarda.  İnsan olmak ve vicdan düşündürücüdür; çok ihtiyaç duyduğumuz bu çağda.

Kahramanlarımıza ilk umut, çakan bir ışık nedeniyle yüz yıllık uykularından uyanan dokuma kelebeklerinin altın tozu gibi üzerlerine yağmasıyla ulaştı. Işıksız lahitin içinde kısılıp kalmış,  karanlığı delmeye çalışırken;  elinde ışık saçan baltasıyla (Labris) Karya Prensesi gelirse ne yaparsınız? Yanında Bron. Yaşsız köpek. Hem de kör.  Hele Prensesin tacında Poe’nun altın böceği varsa, dile gelmişse ve çok alıngansa…

Labris deyip geçmemek gerekir aslında. O ışıktır ki ta Baltalı Kule’nin önüne uzanan yolu açar tutsaklar için.

Şu halimize bakın, bilmediğimiz zamanların buluşmasındayız sanki. Aranızda ölümsüz olan da yalnızca benim. Belki yine ölürüm… diyen Prenses daha kaç kere ölür? Ne ister kahramanlardan? Yüzyıllar sonra neyin peşindedir…

Herkes aynı rüyayı görebilir mi sizce?

Yazarın hayal gücüne, incelikli kusursuz diline saygıyla…

  • Binbir Masal Bir Kale
  • Yazar: İnci Gürbüzatik
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Nisan 2019
  • Sayfa Sayısı: 186 Sayfa
  • Yayınevi: Epsilon Yayınları
İclâl Nur
Latest posts by İclâl Nur (see all)
Vinkmag ad

Read Previous

Evveli ve Ahiri İçin

Read Next

Kartal, Kapılarını Masal Festivaline Açıyor

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *