
Fanzin sansür ve otosansür olmadan, kimseye bağımlı kalmadan, hesap verme kaygısı gütmeden yaratılan bir tarz fakat bu özellikleri onların edebi özelliklerden yoksun olduğu anlamına da gelmez.
İçinde bulunduğumuz postmodernist çağ, yaşamın her alanında olduğu gibi, edebiyatta da keskin değişim ve dönüşümlere yol açtı. Dilin kullanımına getirilen farklı yaklaşımlarla yazın dünyasında değişik aranışlara ve arayışlara kapı araladı. Edebi özelliğini hiç yitirmeyen klasik eserlerin yanında, çağın sorunlarına yanıt arayan ya da, çağın yarattığı insanın arayışlarını ifade etmeye çalışan yeni yazın türleri ortaya çıktı. Bu türlerden biri de fanzinlerdir.
Postmodernizm, ekonomik anlayışının gereği olarak, her şey gibi sanatı da metalaştırdı. Fanzin; her şeyin metalaştığı bu döneme karşı olduğunu iddia eden bir oluşum. Postmodernizmin sosyal yansıması olarak özgürlüğün, çoğunluk tarafından, ‘serbestlik’ olarak algılanışının fanzinlerin oluşumunda etkili olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda, çok yaygın olması, gençlerin edebiyatta kendilerini ifade tarzı olarak fanzini seçmeleri hiç de tesadüf değil.
Fanzin sansür ve otosansür olmadan, kimseye bağımlı kalmadan, hesap verme kaygısı gütmeden yaratılan bir tarz fakat bu özellikleri onların edebi özelliklerden yoksun olduğu anlamına da gelmez. Çoğunluğunu, çağın insan üzerinde yarattığı olumsuzluklara bir başkaldırı olarak kabul edebileceğimiz fanzinler bence; gençlerin dünyaya duyarlılığını ve sorunlara ilgisini gösteren, edebi olma çabasında bir hareket. Çağın gereği olarak da, aykırı bir hareket.
Ben bu anlamda popüler kültürün tekdüzeleştirdiği, sadece para kazanmaya yönelik kültür politikaları karşısında söyleyecek sözleri olan, ama köşe başlarını tutanların aşılmaz engelleriyle karşılaşan gençlerin yaptıklarının, görünür kılınması gerektiğini düşünüyorum.
Böyle düşünmem, yazılan çizilenlerin sahiden edebi yönünün olup olmadığını sorgulamadığım anlamına gelmesin. Elbette ki söylenecek sözü olanlar, yazdıklarını görünür kılıyorlarsa ve okunması için çaba gösteriyorlarsa, ürünlerinin belli kalitesinin de olması gerektiğini inancındayım. Sorun da burada zaten. Köşe başlarını büyük abilerin tuttuğu edebiyat dünyasında, kalitenin neye göre ölçüldüğü belli mi? Ya da büyük olduğunu düşündüğümüz dergilerin yayınladıklarının hepsi, gerçekten yayınlanmaya değecek edebi eserleri mi?
Sorular çoğaltılıp durum sorgulanabilir. Ben, bu ortamda bunları tartışmanın bizi bir sonuca ulaştırmayacağını düşünüyorum. Edebi ürünlerin, meta haline gelen sanat ürünleri sınıfına dâhil olduğundan bu yana, bence, edebiyat anlamında, her ürün okuyucusuna göredir ama gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta, söyleyecek sözleri olup da söyleme cesaretini gösteren ve genellikle gençlerin oluşturduğu fanzinciler, görmezden gelinmemelidir.
Tavuskuşu Fanzindeki bir yazısından sonra Melike Koçak öğretmenin başına gelenler, bir kuşun iktidarı ürkütebilme gücünü keşfetmede hepimize yardımcı olduğu günden bu yana, toplumsal muhalefetin bir parçası olduğunu düşündüğüm fanzinleri takip etmeye çalışıyorum.
“…SIVADIK” isimli fanzin takip ettiğim fanzinlerden biri. Kendi halinde, alçakgönüllü bir yayın sürecinden, gittikçe büyüyen, şehirlerarası hatta ülkelerarası bir konum haline gelen fanzin oluşumunun bir parçası. Diğer fanzinlerle haberleşip “Fanzin Apartmanı” adı altında oluşturdukları ağlarıyla, hem etkinlikler düzenliyor, hem de bir araya gelip tartışıyorlar. Aslında olanları benim yazdıklarımdan okumaktansa, internet adresine* girip …Sıvadık ve oluşuma dahil diğer fanzinlerin yapıp ettikleri hakkında fikir sahibi olmak mümkün.
Fotokopi yöntemiyle çoğaltılan ve genellikle kısa öykülerden ve şiirlerden oluşan fanzinlerin içinde yer alamayacak uzunluktaki öyküler yazan fanzinciler bu kez de “Fankit” adını verdikleri, fotokopi kitapçıklar üretmeye başlamışlar. Üstelik de; “Fankit, yayıncıların edebi eserler üzerindeki basım ve dağıtım hegemonyasına ve kitabevlerinin ‘çok satanlar’ listelerine karşı inatçı ve bağımsız bir alternatif olmayı amaçlıyor.” İddialı cümlesiyle kendilerini tanımlıyorlar. Bunlardan birini, fankitin ilk metni olan “Kara Duvar” uzun öyküsünü, okudum.
Kısa bir geçmişi olan tanışıklığımızda öykülerinin büyümesine tanıklık ettiğim genç yazan arkadaşım Efe Elmastaş’ın “Kara Duvar” adlı öyküsü sağlam bir kurgusu ve konusu olan bir metin. Emrah Ersan ile Yiğit Gönlügür’ün güzel çizimleriyle zenginleştirilen, çok güzel bir fankit olmuş. Okumanıza eşlik eden görseller, fanzin yazarlarının kullandığı yöntemlerden. Bence yakışıyor da.
“Kara Duvar” bilimkurgu tarzında yazılmış distopik bir öykü.
Savaşların olağan hale geldiği dünyamızda, çoğumuz için yaşam çekilmez halde. Dünyanın hâkimi kapitalistlerin yaşadığı gelişmiş ülkelerin dışındaki ülkelerin hemen hepsi, bir savaşın mağduru durumundalar. Dünyanın çoğu bölgesi harabeye döndü. Hammadde için doğayı tahrip ettiğimiz yetmiyormuş gibi, savaşların getirdiği yıkımlarla eksik kalanları tamamlıyoruz. Bu acımasızlığın ve yıkımların sonunda dünyayı kaybedeceğimizi bile bile, bize bunu yapanların karşısında sessiz kalıyoruz. “Kara duvar” bu sessizliğe bir başkaldırı.
Yer yer haber anlatır gibi yazılmış olsa da, kurgunun sağlamlığında, merak duygusunu hep diri tutuyor. Öykünün karakterleri özenle yaratılmış. Bayan Klavdiya hem yaşlanan bir insana toplumun bakışını, hem de yaşlanmayan bir beyin olarak insanın bilincini temsil ediyor. “ölmek düşkünlerin çıkmazıdır. Yaşamak ise nefes almak için direnenlerin.” sözleriyle başlayan Bayan Klavdiya’nın iç konuşmaları, evsiz adam olarak adlandırılan karakterin iç konuşmalarıyla beraber, kendisine dayatılanı yaşamaya çalışan dünya insanlarının ruhsal durumlarını yansıtan konuşmalar.
Yaşama bir anlam yükleyebilme becerisini gösteren Zetkin karakterinin, güzel bir yaşam için gerekli gücün insanda var olduğunun bilincinde olup ümidi diri tutma gerekliliğini yansıtan konuşmaları, öyküyü güzelleştiren öğelerden. “Can büyük idealler uğruna yürümeyi göze almışsa kıymetlidir.” Diyen evsiz adamın iç konuşmaları, “Acaba başka bir dünya mümkün mü?” sorusuna cevabı da içinde taşıyarak, şu karanlık günlerde, hayatı anlamlı kılmanın gerekliliğini hatırlatıyor. ‘İnsan en umutsuz anlarda bile mücadele gücünü hep diri tutmalı.’ Dedirtiyor, sonrasında olanlarla Arsen karakterinin ölmeden önce yapması gerekenin ne olduğunun cevabını bulamadan distopyanın derinliklerinde kayboluyorsunuz.
Konusunun ilginçliği ve anlatımının akışıyla, karakterlerin güçlü kurgulanışıyla Kara Duvar iyi bir öykü ama okumaya başlarken karakterlere neden Rus isimleri seçilmiş diye düşünmeden de edemiyor insan.
Aslında bu dönemde gençlerin yazdıkları öykü ve romanlarda genellikle yabancı isim kullanmaları çok rastlanır bir şey. Neden buna ihtiyaç duyuluyor? Bence bu durum da üzerinde düşünülmesi gereken ilginç noktalardan biri.
Zaman hak edene değerini verir, diye bir şey yapmadan beklemektense, düşünen, düşündüğünü ifade etmeye cesaret eden gençlerin görünür kılınmaları gerekliliğine olan inancımla, fanzinler okunmalı, incelenmeli ve hatta akademisyenlerce görüş bildirilmeli diye düşünüyorum. Hem edebiyat açısından, hem de sosyoloji açısından.
*http://fanzinapartmani.com/category/fanzin/
- Okuyanı derinden sarsan bir hikâye; Eşiktekiler - 12 Nisan 2018
- Gerçekleri görmek için bir çağrı; İçimdeki Gölge - 27 Mart 2018
- Mete Kaynaroğlu imzalı öyküler; Spartaküs’lerin Ölümü - 6 Mart 2018