bir masala tutunup çukurunuzdan çıkmak ister misiniz?

bir sergiye katıldım masallar üzerine.. bir CANAN sergisi idi. baştan sona masal bir sergi…

serginin adı “kaf dağının ardında” istiklal caddesi arter’de bir masal var, dediler. aynur, sen mutlaka gitmelisin, ben sevmem meli-malı diye biten fiilleri normalde.. ama şekle bakacak ve içindeki kıymeti anlamayıp kaçıracak değilim. hemen anladım bu meli-malı bana bıkkınlık veren yaptırım eklerinden değil bu sefer. bir davetti hayattan bana gelen; gözüme çarpan bir gıdıklayış.. bir nefes alma imkânı hatta…

hemen hayatımda yer açtım gittim. her zaman bu mümkün değilmiş gibi olur. bazen sıkıştırır sizi hayat hiç ummadığınız kadar ama güzel bir koku aldığınızda olan biten, hatta olmayan ve bitmeyen her şeyleri bir kenarlara bırakıp hemen koşmak gerekir. işte öyle yaptım ben de. sergiye gittiğimde nerdeyse heyecanlıydım; ne bulacağım bilmiyordum ama şunu biliyordum masal çağırmış ve ben gelmiştim.. illâ ki vardı bir kerameti. evet varmış gerçekten de… mekâna girer girmez anladım sürprizleri vardı; parıltılıydı, çok çok fazla renkliydi ilk kat. böylesi renkli ve ışıklı bir karşılamada bir sürpriz olmalıydı. ki vardı da zaten… bulmam zor olmadı ama anlamam zaman aldı. ilk kattaki merdivende karşıma çıkan kibele resmine uzun uzun bakıp ses cihazından masal sesini dinlememle başlamıştı bile yol; da o anda koyamıyormuşum ben süren yolculuğumdaki yerine . ama en sonunda anladım. anlamıştım daha da bir anladım.

kendi bedenini kullanmış bazı yerlerde CANAN; en kullanışlı malzeme olduğu için, diyor meramı anlatmaya. kendimde gezdim sanki bir yanıyla da her bir sesi dinlerken.. kendi zihnimin kıskacına düştüğüm virajları anlattı tek tek sanki her bir dönemeçte ayrı bir masal anlatan bu ses. aynı yere varmışız sanki iç yolculukta.. kendimizde olmasını kabul edemediğimiz, yüzleşemediğimiz ama aslında o engelleme mekanizması içinde kendimiz olan gölgelerimizin bizi nasıl kendi ördüğümüz duvarlar içine hapsettiğini giyinik ve çıplak olarak çektiği kendi fotoğraflarını bedeninin formatında keserek anlatmış sanatçı. o kadar güzeldi ki ses kayıtları; dinlemelere doyamadım desem yeridir.

ilk katı ışıltılı cennetti yeryüzünü temsilen. yaşadığımız yerdi; ejderhaların gagalarından çıkan ateş birbirini öpüyor, kuşlar uçuyor, yılanlar kıvrılıyordu. büklüm büklümdü yeryüzü düz olsa da örgüsü. dönüyordu içimizde resimler; kadın bedenli erkekler, erkek bedenli kadınlar, erkek bedenli erkekler ve kadın bedenli kadınlar, dönüyordu ışıklar ve gölgesi vuruyordu yandaki duvarlara.. bir gittim yanından baktım, bir gittim merdivenden çıkıp da üzerinden. bir durdum fotoğraf çektim, bir durdum çekim yaptım. gittim yeniden yanlarına dinledim masalını…

CANAN anlatıyordu her bastığım tuşta.. sonra meramını dinledim beynimin ilk birinci katında. işte tam orada merakım kabardıkça kabardı. diyordu ki; bu kat işte cennettir; yaşamakta olduğunuz  yer.. allah allah, tersten bir tanımlama dedim içimden.. bir üst kat diyordu araftır cehenneminize doğru giden. e cehennem nerede; o üçüncü kattaymış. cennet alt kat, cehennem en üstte düşünsenize enteresan vallahi.

o anda anladım merdivenleri kullanmam gerekli, asansörü es geçip yöneldim yolculuğa.. ikinci kat araftı evet; araf’a giden yolda “şahmeran resmi” vardı.. bir yılan kadınla sevdiği adamın aşk masalı.. mezopatamya’da bir kadın masal figürü. yarasıyla baş başa kalınca şifacıya dönüşmüş bir “yılankadın” masalı…arafta beni taş kuşlar karşıladı. simurg’u bir de CANAN’dan dinledim orda. kıskançlık gölünden de geçiyormuştu kuşlar, ve o otuz kuş; “otuz kuş” anlamında simurg olmadan önce hırs gölünden de… yedi dipsiz vadiden de geçiyorlarmış tek tek… her birisi ayrı bir dipsiz kuyu. öyle kolay değilmiş avucundaki bilgeliği bulmak. “buldukları kendiyse geçtikleri de kendi” demek, uzun bir yolculukmuş.

orada, tam o katta gölgeleri işlemiş işte sevgili CANAN.  “karanlık” çok derin bir bahis.. “kendi karanlığınızı bilmek, başkalarının karanlığıyla başa çıkmanın en iyi yöntemidir.” demiş ya carl yung. bu karanlık bahsi ışıkla aramızdaki korkunun çok ötesinde derinlerde bir yere de geçiyor bilincin dışımızda. olduğumuz asıl kişi ile bir türlü karşılaşamamamız, ondan korkmamız, vahşi taraflarımızla barışamamamız işte hep ondan…işte hep ondan kendi ördüğümüz duvarların içinde hapis kalmamız… ancak o yüzleşmeleri yapıp kendi karanlığımızla önce tanışık, sonra barışık olabildiğimizde verecek o gülümseme kendisini…ve aynaya baktığımızda gördüğümüz cidden kendi yüzümüz olacak o gülümseyen yüz karanlığın içinden.. bunu anlatmış işte; sevgi dolu bir odanın dibinde kurduğu düzleminde…

bir de “şehretün’nar figürü” var cehenneme giden kıvrılı merdivende. dört bin yüzü olduğuna inanılan masal kahramanı bir kadın bu şehretün’nar. her hâlini ayrı bir yüzde ifade ediyor tepedeki yüzü ise ifadesiz bir surat.. tüm ifadelerin içeriğini içinde hissetmiş birisinin kendisini korumak için ifadesizlikte kalma hâlini anlatıyor desem belki tam anlatabilmiş olmayacağım, ama beni çarptı resmen durduğu yer bu resmin.. ilk katta duran kibele’nin figürü bereketi ve dişiliği simgeliyordu. yer yüzünün içinde olduğu yer olarak tasvir edilen cennet katının girişindeydi. araf katına çıkılan yerde merdivende şahmeran figürü vardı anımsarsınız az önce söylemiştim. bir yılan kadınla bir adamın aşk hikayesinde kadının nasıl cefalar çektiği ama şifacıya dönüşümüydü o ara hâl… ve işte son kat cehennem… yüzleşemediğimiz korkularımızı temsil ediyor. o kata çıkıştaydı işte şehretün’nar da.. ve üçü de kadın figürü dikkat etmişsinizdir. yaşamı doğurtan ve sürdürenin kadınlar olduğunu da çok iyi anlatmış böylece CANAN… ancak serginin teması elbette “kadın” değil.. hayatın anlamı diyebiliriz; müthiş bir felsefe çıkıyor çünkü serginin tamamından…

ve bu yüzler her birisi ayrı mimik taşıyan doğalcacık fotoğraflarımla çakıştı vallahi ne yalan söyleyeyim; içsel sürecimizle de gölgemizle de öpüşmeye doğru giderken yol buraya kaçınılmaz olarak varıyormuş demek ki, ben bugün bunu anladım..

sergi tabii ki bu anlattıklarımla sınırlı değil… üç katı asansör kullanmadan ve sırasıyla çıkıp tüm sesleri teker teker dinlediğinizde ortaya temel bir öykü çıkıyor demiştim ya hepsinin toplamında.. etkileyici olan da bulduğunuz bu felsefe.. ve onu siz adım adım takip etmiş oluyorsunuz; nedir diyerek, birisine sorarak alabileceğiniz bir yanıt değil bu.. içinizde belirecek bir bilgelik ipinin belki de ilk çözülen düğümü; ki o uca tutunup yürüyebilesiniz tadı ile bihakkın. o tat, o merak ile çıkasınız kendi merdivenlerinizden…

Not: KitapEki.com yazarı Aynur Uluç yazılarında büyük harf kullanmamayı tercih etmektedir.

**

not: sergi 24 aralık 2017 tarihine kadar salı perşembe 11.00-19.00 saatleri arasında; cuma ve pazar günleri ise 12.00-20.00 arasında ücretsiz gezilebilir.

  • sanatçı: CANAN
  • küratör: nazlı gürlek
  • sergi ismi: “kaf dağının ardında”
  • sergi mekânı: arter ( istiklal caddesi / beyoğlu- istanbul)

not: daha fazla bilgi için şu sayfa ziyaret edilebilir..

https://www.unlimitedrag.com/single-post/Kaf-Dagina-Kosan-Kadin

Aynur Uluç
Vinkmag ad

Read Previous

Eski Kitabın Kokusu 18 Kasım’dan İtibaren Haydarpaşa’da!

Read Next

Yaşasın Hayal Gücü

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *