Bir tür yazılı sevişme

Masmavi bir özlem içinde, “biraz daha umutlu. Daha doğrusu daha az umutsuz” biri Cemal Süreya… İyi ki yaşamış, iyi ki yazmış…

“Mektupların en güzeli” diyor Erdal Öz, “Cemal Süreya’nınkiler gibi olsa gerek: Aşk Mektupları”

Geçmişe bakmayı sevmesem de, birçok insan gibi ben de “neydi o günler” diye iç geçiriyorum zaman zaman. Birçok şey daha içten, daha sevimli, hatta daha insaniydi sanki. Eh, bunca insan boşuna düşmüyor nostaljiye…

Aşklar da eskiyince teknolojinin gelişmesiyle, insanlar birbirlerine harflerini eksilttikleri mesajlar, şimdilerde de sadece bir simge olan ‘emoji’lerle yetiniyor. Çok mu hızlı, çok mu yoğun yaşıyorlar? Hiç sanmam. Ama bir koşuşturma içinde kendilerine bile zaman ayırmadıkları kesin. Böyle olunca da ‘sevişme’ bile olsa mektuba yer olmuyor hayatlarında.

Hastane sürecinde…

“Hala başım dönüyor senlen, esrikim senlen, seviyorum seni. Her geçen gün daha büyük aşkla. N’olur, akkavakkızı, anla beni” diyor onca yıl evli olduğu eşi Zuhal Tekkanat’a Cemal Süreya ilk mektubunda…

Hastaneye yatırılan Zuhal Hanım’dan ayrı düşmek ve ne olacak tedirginliğiyle geçmişte yaşanan gerilimleri anımsıyor besbelli ve girişte küçük bir savunuyla bu cümleleri yazıyor. Her ikisi de daha önce evlenmiş ayrılmışlardır ve birer kız çocukları vardır. Birlikteliklerinin meyvesi Memo Emrah ise küçüktür ve onlarla birliktedir. Hastane sürecinde Süreya, bir yandan eşini her gün ziyaret etmek ister ama mümkün değildir; bir yandan da küçük Memo’nun bakımını -ailenin de desteğiyle- üstlenmiştir. Bulduğu her fırsatta da mektup yazar eşine, aşk dolu cümlelerle.

Kıl kadar kötülük…

Hastane yakınlarında, bir kahvede oturup yazar Zuhal’ine, aklına ne gelirse, kıl kadar kötülük düşlemeden, düşünmeden. Büyük şair Cemal Süreya, en aykırı olay ve konuları bile diyalektik olarak aşka, sevgilisine bağlamayı başarır, hem de kolayca hem de hepimizin belleğine kazıyarak.

“Kahvenin önünden otomobiller geçiyor. Bir tane de at arabası. Seni düşününce o atı da seviyorum. Çay içiyorum. Artık ıhlamur içeceğim. Ne yumuşak, çağrışımlı, bağışçı, düşçül şeydir ıhlamur.” Evlerinin önünde ıhlamur ağacı olmasını, Zuhal’in (bu, inanılmaz bir güven ve sadakattir aslında) saksıda bile yetiştirebileceğini yazıyor. Hastanede yatan biri bile bu güvenilirliğin karşısında unutur hastalığını dimdik, sapasağlam olur da kalkar ayağa. Cemal Süreya bununla da yetinmeyip, “Memo’yla hep seni konuştuk. Susunca seni sustuk. Uyuyunca seni uyuduk” diyor. Arkasından gelen cümleler daha bir duygu dolu… ama siz okuyun, kendi düş dünyanızda oluşturun o aşkı.

Apaçık söylüyor her gün yazacağını ve nice sevdiğini anlatacağını. Bunu bir şair, bir yazar yapabilir ancak. Bize ne diye geçirebilirsiniz içinizden… Haklı da olabilirsiniz, çünkü iki kişi arasındaki “mahrem” iç döküşlerdir mektuplar. Yine de gerek dönemi yansıtması gerek yazar/şair gibi güçlü betimlemeci insanların neyi nasıl ve hangi cümlelerle aktardıklarını göstermesi gerekse de bizlerin yaşamına ışık tutması nedenleriyle çok belirleyici oluyor.

İnsan anılarıdır…

Cemal Süreya’nın içtenlikli mektupları bırakmıyor peşimi… Biraz titiz, biraz disiplinli, biraz tutucu olduğunu yazıyor bir diğer mektubunda… Yeniliklere pek açık olmadığını, masasının bile yerinin değişmesi -ki, en fazla bir karış oynar evde, yanılıyor muyum?- tedirgin etmeye yetermiş, değil yeni insanlarla tanışıp kaynaşmak… Bir kişili, hem de olmayan (hiç de olamayan) bir kişiyi ayrı tutuyor. Bunu da öyle bir yazıyor ki hastane odasındaki eşine, etkilenmemek mümkün değil.

Anıların kız çocukları…

Bir mektubunda, artık hepimizin neredeyse ezbere bildiği sürgüne gidişlerini anlatıyor. Gözlerim yaşardı bir kez daha (her seferinde o acıyı yaşıyorum içimde)… Büyük olasılıkla bildiği bir konu olsa da çocukluğunda yaşadığı o büyük sürgünü eşine bir mektupta anlatırken bile ister istemez çekiniyor. Anılarını da yazdığı mektubun sonundaki cümleler bir şiir aslında

“Biz gözyaşımızı gizleyen insanlarız
Biz kahkahamızı da gizleriz
Biz koşuyu kaybettikten sonra da koşan atlarız.”

Masmavi bir özlem içinde, “biraz daha umutlu. Daha doğrusu daha az umutsuz” biri Cemal Süreya… İyi ki yaşamış, iyi ki yazmış, çizmiş (mektuplarının arasına karışan çizimleri de çok sevimli), iyi ki sevmiş.

Biz de onu seviyoruz.

  • On Üç Günün Mektupları
  • Yazar: Cemal Süreya
  • Türü: Mektup
  • Baskı Yılı: Şubat 2019
  • Sayfa Sayısı: 192 Sayfa
  • Yayınevi: Can Yayınları
Korkut Akın
Latest posts by Korkut Akın (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Bu hayatın ne kadarı bizim?

Read Next

Sabahattin Ali’nin en sevilen öyküleri…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *