Bilge Karasu’nun temel çatışma konularına ve diğer anlatılarındaki eğretilemelerine dair bolca ipucu yakalanıyor Göçmüş Kediler Bahçesi’nde.
Bilge Karasu’nun 98. yaşını saygıyla kutluyoruz.
Bilge Karasu, dönüp bir daha okuduğunuzda “ben bunu mu sevmişim zamanında” gibi bir cümle kurmanıza asla izin vermediği, vermeyeceği için büyük bir yazar. Okuru, okuma deneyimini hakkını vererek gerçekleştirmeye, okuduğunu bir daha okumaya zorlayan, metinlerini ilmek ilmek ören, okurdan da bu ilmeklerin hesabını gizli gizli soran bir yazarı değerlendirmek oldukça zor. Böyle bir zorluğu önceden kabul etmek çoğunlukla iyi yazarları sessizlik halesinin içine hapsediyor. Yorumlardaki çoğullaşmanın bir şekilde yapıtı dallandırması, budaklandırması, açımlaması mümkünken (bazı yorumların yapıtı belli kalıplar içine hapsetme potansiyellerini göz önünde bulunduruyorum tabii ki) susmayı seçmek derinliğe ve güzelliğe karşı işlenmiş bir suç değil midir? Karasu 1971’deki bir mektubunda: “Benim tarafımı tutabilecek olanlar tuhaf bir biçimde susuyorlar çünkü dediklerine göre eleştirmen olarak uzmanlıkları kitabımdan söz etmek için yeterli değilmiş; ah şu kahrolası derinlik…”[1]diyerek eserleri hakkında yapılmayan yorumlara sitem ediyordu mesela. Toplumcu eleştirinin kestirme yoldan “küçük burjuva aydınının boğuntusu” deyip defteri kapatması, eserleri değerlendirebilecek bir avuç insanın ise garip bir çekingenliğe savrulması canını acıtıyordu sanırım Bilge Karasu’nun.
Oysa Bilge Karasu’nun metinlerini klasik eleştirel yargılama yaklaşımı yerine eleştirel yorumlamayla ele almak gerekir. Alman romantizminin[2] , Benjamin’i ve Agamben’i derinden etkileyen, eleştiriyi “eseri yakalayan ölçme değerlendirme biçimi” olarak görmeyen, daha çok “bitimsiz olanın öz-farkındalığı”[3] olarak kavrayan bakış açısı, Karasu’nun eserlerinin çok katmanlı yapısına nüfus etmemizi sağlayabilir. Böylece hem derinlik korkusundan kaçabilir hem de metnin içinde ilerlemek için küçük adımlar atabiliriz. Bu yazı küçük adımlarını Göçmüş Kediler Bahçesi üzerinde atmaya çalışacak.
***
Bilge Karasu’nun çabası var olan dizgelere ve yapılara karşı, kelimenin, cümlenin, dilin sınırlarını zorlamaktır. Bunu da Nurdan Gürbilek’in tanımlamasıyla, “tamlığa ve keskin bir aydınlığa ulaşma” isteğiyle gerçekleştirmeye çalışır. Tamlık ve keskin aydınlığa ulaşma çabasının ise bir bedeli vardır: “Kusursuz olabilmek, daha ötedeki bir tamlığa ulaşabilmek için anlatı sürekli parçalanmak, yeniden kurgulanmak, kendisine yeni dayanaklar aramak zorunda kalacaktır”[4]. Gürbilek’in açmaz olarak yansıttığı şeyin hesaplanmış bir işlem olduğunu sezinleriz. Bölme, parçalama, bir araya getirme, yeniden ele alma, farklı anlatı versiyonları yaratma gibi tekniklerle yapıtı daha kurarken sabote eden bir hava yaratılır. Cem İleri’ye “Karasu’nun yapıtı, yapıt imgesinin yıkımı üzerine kurulmuş bir gizli hedefin izinde yol alır”[5] dedirten şey de budur. Bilge Karasu’yu masal yazmaya yönelten itki de sanırım kendi gizli senaryosuna uyma isteğidir.
Göçmüş Kediler Bahçesi, bir masallar toplamı. Kendini (öncelikle çocuk masalı yazmayı denemiş olsa da) çocuk ve uyku masallarından ayıran, masalların ikircikli yapısını derinlik yönüne büken, masalları “alışılagelmiş bir düzen içinde akıp giden yaşamın bir yerinde, bu düzen, bu alışılmışlık dokusunun yırtılıvermesinden ortaya çıkan” metinler olarak gören bir anlatılar toplamı. Göçmüş Kediler Bahçesi masalını bir akak olarak kullanarak orada ağır ağır akan bir nehir yaratmayı amaçlamış Karasu. Sonrasında ise her cümlesi incelikle işlenen masallarını yazmaya vermiş kendini. Kitap hem bir bütün olarak okunmalı, hem de çerçevelenen onca konunun etrafından dolanmalı. Çerçeve öykü anlatımı yönteminin sınırlarını zorlayan, masalın içinde bile doğrusal bir anlatımı reddeden, ani kesintilerle aynı anda iki farklı görüntünün yansıtılmasını sağlayan, kendi yazma serüvenini tartışmaya açmasa da okuru buna zorlayan bir yapıt elimizdeki.
Kitap, belli bir türe hapsedilmeyi de reddediyor. Cem İleri’ye göre elimizdeki post-modern anlamda bir roman. Ama Karasu yapıtının böyle adlandırılmasına karşı çıkıyor. Anlatı, roman ya da öyküler toplamı olarak anılmaya başlandığında o türlerin baskısı, çizgiselliği tarafından yutulmaya başlanacak çünkü. Cem İleri’nin bir sorun olarak adlandırdığı şey metnin etkisini güçlendiren bir tercihe dönüşüyor. Karasu, Masalın da Yırtıldığı Yerde yapmaya çalıştığı şeyi şöyle özetliyor: “Doğunun yerleşegelmiş anlatı biçimlerinden biri (kutu kutu içinde, çerçeve çerçeve içinde anlatış) beni oldum olası düşündürmüş, kışkırtmıştır. Orada da yürünüp gidilir. Ama çoğu zaman dönülür de… Dönülmeyen durumlarda bile biçimin sevimi, ilginçliği okuru doyurur. Geri döner gibi yapıp ileri atlayanlar, işi daha da ileri götürenler görülmüştür. Ama anlatı biçimi, kutuların, çerçevelerin en içindekine yönelmiş gibidir. Bir çekirdeğe vardıracaktır okurunu. Tatsız da olsa, yenmez de olsa, bir sonraki ağaca giden yolu açabilecek, yemişin eti yene yene ulaşılabilecek bir çekirdeğe… bu kutular, çerçeveler, yazıyı bir parça olsun çizgisellikten kurtarır”.
***
Bilge Karasu, metnini dilsel, biçimsel ve türsel hapishaneden kurtardıktan sonra, ‘derdi’nin peşine düşer. Karasu’nun masal kahramanları, insanları saran sevisizlik, duyarsızlık, alışkanlıkların farkına varıp bunların karşısına çıkarlar. Tutku, kaygı, cesaret, korku çoğu zaman iç içe geçmiş bir şekilde kahramanların eylemlerine yön verir. Kahramanlar, kimi zaman eylemlerinin sonuçları konusunda bilgisizdirler: Avından El Alan’ın balıkçısı “denizdeki kırgınla denizin vurgunundan başka bir şey” bilmezken, sevgiyi ancak bir balıktan öğrenebilecektir. Bir merak sonucunda mağaraya dalan Dehlizde Giden Adam, bir ışığın peşinden gitmeyi göze alacak ve kör olacaktır. Beklendiğini bile bilmeden Sazandere’ye gitmeye çalışan Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam, denize varma isteğini unutup, bir kum deryasında yolunu bulacaktır.
Diğer tarafta ise yaptığının sonuçlarını bilen, buna rağmen gözünü karartıp yola koyulan kahramanları da vardır Karasu’nun. Anlatının nasıl başlayacağına bir türlü karar veremez gözüktüğü Yengece Övgü’de incinmiş gururunu tamir etmeye çalışan yengecin umutsuz çabası ile karşılaşırız. Yengeç, her geri püskürtüldüğünde onu kıran, inciten Cüneyt’in karşısına dikilir. İnsanoğlunun anlamsız kibrine karşı bir yengeç destanı yazmayı aklına koymuş gibidir. Yazarın sesiyle kirpinin iç sesinin paralel kullanıldığı Korkusuz Kirpiye Övgü’de ise dünyayı tanımak için yurdunu terk eden kirpinin öyküsü ile karşılaşırız. Dost ile düşmanın keskin çizgilerle ayrıldığı kirpiler dünyasında, “Dostlarımız var mı bilmiyoruz. Niye? Merak bile etmedik de ondan” diyen, dünyayı tanıdıktan sonra evine dönmeye karar veren bir kirpidir kahramanımız. Kötülükler karşısında der top olup iğnelerini dikleştiren diğer kirpilere başka bir yaşam biçimi sunar gibidir. Dahası, yaşamını kendi sığınağı içinde kurgulayan, zorluklar karşısında olduğu yerde durup dikenlerini çıkaran insanoğlu da kirpinin gözü pekliğinden ders çıkarmalıdır sanki.
***
Bilge Karasu’nun temel çatışma konularına ve diğer anlatılarındaki eğretilemelerine dair bolca ipucu yakalanıyor Göçmüş Kediler Bahçesi’nde. Mesela ölüm ve yaşam arasındaki ilişki konusunda Bilge Karasu’nun umutsuz olduğu iddia edilir. Oysa Bilge Karasu yaşam ile ölüm arasında bir dengenin oluşmasına, bu temel ikiliğin kökenlerine inerek katkıda bulunmaya çalışır. Bilge Karasu, ölümü bir veri olarak kabul eder ve arkasından ölüm duygusunun üzerine yürür. Avından El Alan’da “Oysa ölümle bir araya gelmeden, acılar çekip parça parça olmadan, gönlün tazelenemez, yeniden doğamazsın” der örneğin. Sonrasında Yengece Övgü’de bir Nermi Uygur alıntısı çıkar karşımıza: “Canına kıyma yoluna gitmek, kendini kapalı bir dizgenin tutsağı kılmaktır, oysa yaşamak, dizgeyi ya da dizgeleri her zaman açık bırakmak, değişikliğe hazır tutmak demek”.
İnsana ve dünyaya karşı sorumluluk duygusu, ardından bir şeyler bırakma isteği, “ölüm payı”nı azaltma arzusu sürekli vurgulanır masallarda. Aynı zamanda anlatı kişileri gibi çok kişilikli ve sözünü iletme görevini üstlenmiş bir yazarın sesini duyarsınız masallarda. Bilge Karasu yazılarının çok katmanlı ve karanlık yapısı, insanın kendini yeniden yaratmasına olanak vermenin ipuçlarını sunar. İnsan kendini en eksiksiz, en mükemmel, en ulaşılmaz hissettiği anda bile hem ölüm payını azaltmak hem de kendi mükemmellik yanılgısını tamir etmek için harekete geçmelidir.
Karasu, ‘masalın da yırtılıverdiği yer’e bir adım kalmışken Bir Başka Tepe’de kahramanını ‘yeniden harekete’ geçmesi için tahrik eder. Kahramanımız ülkenin en yüksek tepesine çıkmak üzere yola çıkar. “Kendine güvenenlerin çıkmak, doruğuna ulaşmak isteğini kuşaklar boyunca taşıdıkları bir yer. Biliyorum. Oradan ülkenin tümü, bütün gelmişi, geçmişi, geleceğiyle görünür diye eski mi eski bir söylenti var çünkü, kuşaktan kuşağa aktarılan”. Doruğa çıkılan yolda “salt çıkma, tırmanma” vardır, “her adımda yükselme değil”. Yolda kimi zaman sapmalar, yanlışa düşmeler de vardır. Daha yolun yarısındayken, kahramanımıza “ Yoo, yoo, hemen düzeltilmeli… Ardımda değil, altımda. Yükselmenin terimlerini kullanmağa alışmak gerek” dedirtip muktedirlik kompleksini betimleyerek ilk uyarısını yapar Karasu. Kahramanımız daha sonrasında yükselme arzusunu yenecek, “kimsenin daha önce ulaşamadığı bilgiye ve görgüye” ulaşacaktır. Tüm dünya uçsuz bucaksız karşısındayken, her şeyin üstünde “bilgisiyle ve kocamanlığıyla” dururken, uzakta bir tepede küçücük bir böcek gibi bir başka adam görür. O zaman kendisinin de “böcek gibi, hayvancık gibi” göründüğünün farkına varır. İnsan en yükseğe ulaştığını düşündüğü zaman bile, başka tepeler, başka dünyalar vardır.
***
Bilge Karasu’nun Göçmüş Kediler Bahçesi’nde ardına düştüğü izleklerden biri de toplumsal değişmenin yaratacağı korku ve paniktir. Göçmüş Kediler Bahçesi’nde kahramanımız, Kentlilerin takımındayken ve Başkan’ın direktiflerini yerine getirecek bir ‘taş’ olması gerekirken, inisiyatif alıp, kendi hamlesini yapmak ister. O hamle yapıldığı anda maçı kaybederler. Maç kazanılsa da kaybedilse de oyunun kuralı gereği mor takımda olan bir oyuncunun emirler haricinde hareket etmesinin yasaklandığı gerçeğini unutmuştur ve kentten hiç geri dönmemecesine kovulur. Toplumsal kuralların bunca katı uygulandığı bir kentte, kendi duygularının, arzularının peşinden gitmesi acımasızca cezalandırılmayı gerektirmektedir.
Yağmurlu Kentin Güneşçisi ise “umudu yüzüne çıkarmadan, biraz da alıkça, gönlünde besleyip durduğu” için toplum dışına itilir. Durmaksızın yağmur yağan bir şehirde güneşin çıkmasını tutku derecesinde bekleyen kahramanımız, yaşanacak dönüşümün yaratacağı değişimi düşünmez sanki: “Güneşin çıkması yağmurun durması, bulutların açılması demekti; doğdukları günden bu yana bildikleri gökyüzünün değişmesi, şemsiyelerin kapanması, kurutma odalarının kullanılmaması, daha kötüsü, umutla umut kırıklığının içlerinde baş göstermesi demekti. Taşların, duvarların, kiremitlerin kuruyup parıltılarını yitirmesi, dumanların yeşilliğin üzerine inecek yerde göğe ağması demekti. Olacak şey miydi bunlar?”. Kent güneşli, güzel günlerin gelebileceği inancını öyle bir yitirmiştir ki güneşin çıkmasını, umutlarını canlandıracağı; havanın aydınlanmasını, yarattıkları yağmurlu günler güzellemesini yerle bir edeceği için reddetmeye başlamışlardır. Karasu, nadiren kullandığı ironiyle yağmurlu kentin güneşçisinin umutlarının ve beklentilerinin anlamsızlığına vurgu yaparak toplumsal körlüğü tartışmaya açar.
Toplumsal sağırlık ise İncitmebeni’nin konusu olacaktır. İncitmebeni’nin her şeyinden soyunarak kurtulmak, kendi arılığıyla bütünleşmek isteyen adamı Bilge Karasu yorumcularını en çok cezbeden kahramanlarından biridir. Oysa masalın büyük bir bölümünde, deprem bilinci-korkusu yerleşmiş adada yaşananlar atlanır. Tüm geleneğini, mimarisini, yaşayışını deprem korkusu üzerine kurmuş ada bir gün genişlemeye başlar. Adanın tüm sakinleri bu genişlemenin yarattığı dönüşüme karşı eylem planları hazırlama telaşına düşer. Adanın ileri gelenlerinin çözüm bulamadığı noktada ise delikanlılar devreye girerek Yönetici Kurulunun ve adanın kanaat önderi konumundaki ozanların iktidarını kırarak işleyişi ele alırlar. Delikanlılar, “adayı donmuşluktan, anlamı kalmamış, her gün, her an bozulabileceği artık açıkça ortaya çıkmış bir atalar düzeninden, kurtarıp yeni bir anlayışa, yeni bir düşünüşe kavuşturacaklardır”. Çok geçmeden delikanlıların da atalar düzeninin kalıpları dışına çıkamayacağı anlaşılır. Adanın genişlemesini durdurmak fikri tüm adalıları öyle bir ele geçirir ki “bu yeni duruma uyarlanmağı hiç kimse” düşünmez. “Belki gerçek yıkımın nedeni, bu olacaktır”. Tüm sesleri susturulduğu, adanın genişlemesinin durdurulması fikrinin tek gerçek olduğu noktada herkes sağırlaşmaya başlar. Alışılagelmiş olanın değişmesine karşı umutsuz karşı koyuş, toplumsal sağırlaşmaya yol açmıştır.
***
Göçmüş Kediler Bahçesi her okuma sonrasında yeni kapılar açan ve her kapı açıldığında okuyucuyu derinlik sarhoşluğuna sürükleyen bir yapıt. Okurundan İncitmebeni’nin adamı gibi önyargılarından soyunmasını, yağmurlu kentin güneçcisi gibi umudunu dürtmesini, Bir Başka Tepe’nin varlığını hiçbir zaman unutmamasını talep eden bir masallar toplamı. Korku ve alışkanlıklarımızın (Karasu’nun “Korku, örtmeğe en yatkın olduğumuz kirimiz, gizlemeğe en çok uğraştığımız kokumuzdur” dediğini anımsayalım) tutku ve umutlarımızı çelmelemesine karşı güçlü bir uyarı aynı zamanda.
Not: Bu yazı İzafi Dergi’nin 12. Sayısında (Ocak 2014) yayımlanmış yazının gözden geçirilmiş halidir.
[1] Jean ve Gino’ya Mektuplar, Bilge Karasu, YKY, 2013.
[2] Alman romantiklerinin temel savına göre sanat eseri tamamlanması olanaksız, hiç bitmeyen bir diyalog veya diyalektiktir. Yorum ya da eleştiri eserin tamamlanmasında görev alan bir katalizör konumundadır. (Hakiki) yorum eserin daha kapsamlı bir şekilde anlaşılmasının yolunu açabilme potansiyeline sahiptir. Böylece eser yorum yoluyla bitirilir, kenara konulur, tamamlanır olan bir nesneye dönüşmekten kurtulur. Bu bakış açısına önemli eleştiriler getirmelerine rağmen önce Benjamin, ardından da Agamben sanat eserinin “bitimsizliği” fikrini benimsemişlerdir. Walter Benjamin’in Alman Romantizmi ile ilgili görüşleri için Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı adlı eserine bakılabilir: Çev. Elçin Gen-Mustafa Tüzel, İletişim Yayınları, 2010.
[3] Eleştirinin bitimsiz bir faaliyet olarak gören ve niteleyici (bir eser ne kadar iyidir) eleştiriyi sorgulayan bir tartışma için: Giorgio Agamben, AlexMurray, Çev. Abdurrahman Aydın, Phoenix Yayınları, 2013.
[4]Yazı ve Arınma, Nurdan Gürbilek, Yer Değiştiren Gölge içinde s. 75-102, Metis Yayınları, 2. Basım, 2005.
[5]Yazının da Yırtılıverdiği Yer, Cem İleri, Metis Yayınları, 2007.
|
- “Yaz Rehavetinde” Okunabilecek 10 Ayrıntı Yayınları Kitabı - 26 Temmuz 2019
- Hayalete Dönüştürülen Ölülerin Romanı - 30 Nisan 2019
- Akıntıya Karşı Gazetecilik - 22 Şubat 2019
FACEBOOK YORUMLARI