
Ayrıntı Yayınları’ndan basılan ‘Segâh Makamı’ ölenlere, yaşayanlara, direnenlere, sürgün edilenlere, aşkını yüreğine gömüp gençliğini mücadeleye verenlere selam duruyor.
Henüz daha çocukken 12 Mart darbesini yaşayan ve Mahirlerin katledildiği sürece tanıklık eden 5 çocuğun; Lale, Sibel, Naci, Mehmet ve Cemil’in 12 Eylül darbesine gelen süreçte politikleşmelerini ve 12 Eylül darbesiyle birlikte ülkede yaşanan faşizm koşullarını irdeleyen başı dik bir roman ‘Segâh Makamı’.
Segâh Makamı; Osmanlı döneminde, Edirne’de bulunan şifahanede kalbe kuvvet vermesi, zihni açması, beyni kuvvetlendirmesi, rahatlık ve cesaret vermesi amacı ile dinletilen Türk Müziği makamıdır. Roman ise bu makama uygun bir biçimde memleketin içinden geçtiği politik bir sürece ışık tutarken, içinde taşıdığı aşk ve umut ile şifa taşıyor okuyucuya.
Döneme tanıklık edenlerin hatıralarını canlandıracak bir roman. O döneme tanıklık etmeyen kuşakların ise yakın tarihi, roman tadında okumalarına olanak sunuyor ‘Segâh Makamı’.
Roman yapısı itibariyle politik bir roman. Dönemin politik atmosferini ifade eden romanda; dostluk, arkadaşlık, sevgi, aşk, kolektivizm, mücadele ve umut gibi kavramlar ustalıkla işlenmiş.
“Büyüyünce Recai Ağabey olacağım.”
Semtin devrimci abisi Recai, her yönüyle örnek oluyor büyüyen çocuklara. En karamsar olunacak dönemlerde bile çocuklara direnç aşılayan, onlara aralarındaki kuşak farkını hiç yansıtmayan, sürekli okuyarak bilinçlenmelerini öğütleyen ve vicdanlarını doğru bir yöne kanalize etmelerini sağlayan bir devrimcidir Recai.
Lale, Sibel, Naci, Mehmet ve Cemil daha çocukken Recai abilerini örnek almaya başlarlar. Hatta öyle ki Cemil ne doktor olmak ister ne de mühendis, o sadece ‘Recai Abi’ gibi olmak ister.
Recai romanda memleketin en temiz insanını temsil ediyor. ‘Recai abi olmak’ bu memleketin aydınlık yüzü olmak anlamını taşıyor. Recai, mücadeleyi ustaca büyüten bir mühendis, en karamsar ruhlara şifa taşıyan bir doktor, her kuşakla empati kuran ve bilgi aktaran bir öğretmen, çalışmaktan yılmayan bir işçidir. Recai Abi olmak demek tüm yeteneklerin birleştiği bir ‘yolcu’ olmaktır.
Esra Kahraman’ın romana ustalıkla yerleştirdiği tespitleri, gözlemleri ve eleştirileri yerli yerinde. Ülkenin politik atmosferine ışık tutarken, örgütlü mücadelenin de işleyişine dair gözlemler aktarıyor bizlere. Özellikle 5 kahramandan 2’sinin kadın olması dönemin kadın-erkek ilişkilerini irdeleyen önemli bir anahtar işlevi görüyor. Kadının toplumsal mücadelelerdeki yerini anlamak açısından romanın dikkatle okunması gerektiğini düşünüyorum. “En babayiğit” erkek devrimcilerin bile pes ettiği koşullarda işkence tezgahlarında en umutlu türküleri söyleyen kadınların direnişi, gelecek güzel günlerin mayası niteliğinde.
Örgütsel form gereği birbirlerine olan aşklarını gizlemeye çalışan gençlerin en zorlu koşullarda bile mücadeleye olan inançlarını, bir sevgiliye duydukları özlemle harmanlayıp örnek bir direnişi sergilediklerini görüyoruz.
12 Eylül koşullarına direnen erkeklerle kadınların ortak tarihini edebi bir üslupla aktarıyor Esra Kahraman.
Roman, ülke devrimci tarihinin kronolojisine uygun bir biçimde iyi bir kurmaca olarak çıkıyor karşımıza. Ülkeyi darbeye götüren koşulları tarihsel sırasıyla karşımıza çıkarırken, bu olayların toplumsal karşılığını ise en güzel detaylarla anlatıyor.
Kızıldere Katliamı, devrimcilerin idam edilişleri, 1 Mayıs 1977, Maraş ve Çorum katliamı, Prof. Bedri Karafakioğlu’nun öldürülmesi gibi olayların sonrasında hayata daha fazla tutunan bir kuşağın, ölmemek için ölümüne bir mücadeleye giriştiklerini bulacaksınız romanda.
12 Eylül döneminde muhbirliğin kol gezdiği, insanların darbeden medet umduğu, mücadelenin en geri noktaya düştüğü koşullarda bile devrimcilerden umudunu kesmeyen bir toplamın olduğu gerçeği bizi daha fazla umutlandırıyor.
Cemil’in aranır vaziyete düştüğü ve bu firari dönemin DAL’da (Derinlemesine Araştırma Laboratuvarı) devam ettiği süreçte bu gencecik insanların ev sahibi olan Naciye Hanım’ın müthiş çabaları, halka olan inancı daha da kuvvetlendiriyor.
Faşizm koşullarında bir işkence merkezi olan DAL’da yaşananlar ise tüm gerçekliğiyle karşımıza çıkıyor. İnandığı tüm değerler uğruna, sevdiğini bir kez daha görebileceğine dair olan inancıyla direnenlerin tamamını Cemil temsil ediyor romanda. Celladının suratına tükürme cüretini gösteren Cemil acıların en katmerlisini yaşıyor bu işkence merkezinde. Gözünün önünde öldürülen Tayfun ise ülkenin ‘kayıplar’ gerçeğini temsil ediyor.
İnsanlığın ayaklar altına alındığı bir süreçte, insanlık adına direnişin resmedildiği ‘Segâh Makamı’ umudun hiç bitmediğini anlatan bir roman. 12 Eylül darbesinin bir yenilgi olarak dillere pelesenk olduğu yakın tarihimizde, pes edenler kadar direnenler olduğu gerçeğini de ifade ediyor. Aslında direnişin farklı boyutlarda her zaman devam ettiğini gösteriyor.
Roman en yoğun duygu atmosferini betimlerken, bir o kadar güldüren mizah anlayışına da sahip. Cemil ve arkadaşlarının bir köy çalışmasında tanıdıkları Mübarek Amca’nın tutuklanış öyküsü ve devrimcilerin ona olan sevgisi yüzünüzün hep gülmesine neden olacak. Trakya insanının dobra üslubu ve güzel şivesi sizi romana daha fazla bağlayacak.
Yakın tarihimize ışık tutan ‘Segâh Makamı’ okunması ve okutulması gereken bir roman olma özelliğine sahip. Birine yakın dönem politik tarih ile ilgili bir kitap tavsiyesi ettiğinizde kitabın dili sizi düşündürüyorsa; ‘Segâh Makamı’ diliyle, politik analiz yetisiyle, eleştirelliğiyle, objektif bir tarihsel anlatım kabiliyetiyle övgüyü ve tavsiye edilmeyi fazlasıyla hak ediyor.
Ayrıntı Yayınları’ndan basılan ‘Segâh Makamı’ ölenlere, yaşayanlara, direnenlere, sürgün edilenlere, aşkını yüreğine gömüp gençliğini mücadeleye verenlere selam duruyor.
![]()
|
- OYUNU MUAZZAM OYNAMAK - 3 Aralık 2019
- Bir Fantastik Yolculuk: Antika Titanik - 28 Eylül 2018
- Julio Cortázar’ın ince işçiliği; Ayak İzlerinde Adımlar - 21 Şubat 2018