BURHAN SÖNMEZ’İN LABİRENTİNDEN KENDİ LABİRENTLERİMİZE

Bu kadar katmanlı ve okuruyla çoğalan bir metin için son söz söylemek elbet ki zor. ‘Okudum bitti’ diyemeyeceğimiz, tek doğruya indirgenemeyecek, okura bambaşka gerçeklikler sunan, okurken de sonrasında da farklı olgular üzerine sorgulamalarla, kendi labirentlerimizde yolumuzu bulmaya çalışırken bize eşlik edecek kitaplardan Labirent.

Burhan Sönmez’in dördüncü romanı Labirent*, adından başlayarak epigrafı, gönderme yaptığı müzisyenler, kitapta yer alan küçük hikâyeler, ölüm, intihar, zaman, bellek gibi kadim kavramlara ilişkin felsefi ve evrensel sorgulamalarla, günümüz yaşam tarzına ve popüler kültürün ‘Hızlıca oku ve tüket’ mottosuna, belleksizleştirilmeye çalışılan birey ve topluma bir karşı duruş. 123 sayfalık görece ince sayılabilecek bu roman, boyutu küçük ancak yazılanlar kadar yazılmayanlar, okurun sorgulamaları, hesaplaşmaları, kendi labirentleri ve yanıtları ile sayfaları çoğalacak, belirsiz kalınlıkta, içeriği zengin bir kitap. Sönmez’in köşelere yerleştirdiği kimi açık kimi örtülü işaretlere göre izlenecek farklı yollarla, her okurun kendi çıkışını bulacağı ya da bulduğunu sandığı anda yitireceği, başa dönebileceği âdeta labirent gibi kurgulanmış, her okura, okunan zamana göre değişecek ve genişleyecek bir eser.  

Burhan Sönmez’in Labirent’ine girmeden önce, kitabın ismi üzerinde durmak istiyorum. Gizemli ve farklı çağrışımlarla yüklü labirent kavramı, hem somut hem soyut anlamıyla insan zihnini sürekli bir biçimde büyülemiş ve edebiyatta sıkça işlenmiştir. Labirent teriminin Girit dilindeki Labris ‘Çift taraflı balta’ sözcüğünden geldiği sanılmaktadır. Anlatılara göre, tanrı Ares-Dionisos yeryüzüne çıktığında, henüz hiçbir şey yaratılmamış, biçimlenmemiştir ve sadece karanlık vardır. Etrafta yürümeye başlayan Ares-Dionisos, elindeki Labris ile karanlığı keser ve bir saban izi bırakır. Onun açtığı bu yol azar azar aydınlanmaya başlar ve bu labirentolarak adlandırılır. Yani Labris ile açılmış patika. Tarihçi ve filozof Mircea Eliade’ye göre ise sözcüğün (labyrinthos) Asyanik kökenli ‘labrallarua’dan (taş, mağara) türemiş olma olasılığı daha büyüktür. Bu sebeple labirentin insan eliyle oyulmuş yer altı yolu anlamına geldiğini söylemiştir.”**

Burhan Sönmez, edebiyatta Borges’in ismiyle özdeşleşmiş labirent kavramını romanına isim olarak seçerken, “İki aynayı birbirine tutun, olur size bir labirent” epifgrafıyla da Borges’i kendine rehber edinmiş. Sönmez bir söyleşisinde “İçinde Blues olan, Borges olan, Boratin ve Boğaz Köprüsü olan bir roman yazmak istedim diyebilirim. Yazar olarak benim yani Burhan’ın da yeri var bunların arasında,” diyor.***

Kuşatıcı nitelikte 7 ana başlık altında 21 bölümden oluşan romanın, Boğaz Köprüsü’nden Aşağı Doğru bölümünün ilk cümlesi “Saat çalıyor,” ile Labirent’e ‘şimdiki zaman’ kapısından giriyoruz. Ancak başlangıçta fazla yol alamıyoruz. Romanın başkahramanı Boratin, içinde bulunduğu zamana, mekâna, eşyalara ve bir hafta önce tanıştığı kendisine de yabancı. Sıfır noktasında. Kendisiyle ilgili tek kelime barındırmayan aklı, bunun dışındaki bilgilerle dolu. Hastanede ona Boğaz Köprüsü’nden atlayarak intihara teşebbüs ettiği, şans eseri sadece kaburgalarından birinin kırıldığı ve belleğini yitirdiği söylenmiş. İlerleyen bölümlerde, müzisyen arkadaşları Bek, Hayala ve Efendi’nin anlatımlarından, doktorla konuşmalarından ve memleketi Nehirce’de yaşayan ablasıyla bir oyun oynarcasına yaptığı telefon görüşmelerinden, kahramanın kendisi de okur da bir Boratin yaratıyor kafasında.  Yakışıklı, yetenekli, dünyanın pek çok ülkesini dolaşmış bir Blues şarkıcısı olduğunu, anne-babasını trafik kazasında yitirdiğini, uzun yıllardır doğduğu yere gitmediğini, mahallesindeki bakkaldan iyiliksever biri olduğunu öğreniyoruz. Kırık kaburgasından ve boş belleğinden bütün bir insan yaratılmaya çalışılan, “Beni başka bir eve götürüp, balıkçı veya oduncu olduğumu söyleseler yine kabullenirdim,” (s.20) diyen Boratin’in kimlik bunalımını, kartlar, numaralar, kurumlar sayesinde bir varlık haline gelişini sorgulaması ve varoluş sancılarını kahramanın iç sesinden duyuyoruz. Romanda olay örgüsünün özgünlüğünden çok, zaman, bellek, geçmiş, intihar, ölüm, iyilik, kötülük, yabancılaşma, yalnızlık, benlik gibi yer yer iç içe geçen, yer yer birbiriyle çelişen ve çatışan kavramların üzerinde durulması gerekiyor. 

Kendi Ağından Uzaklaşmayan Örümcek Gibi bölümünde Boratin, karanlıkta uzaklaşıp giden tren misali geçmişi ve neden her insana bir geçmiş gerektiği olgusunu sorguluyor. Sahafın vitrininde gördüğü örümcek gibi, ‘kendi ağından uzaklaşmadan geçmişin gelmesini beklemeli’ diye düşünmekle birlikte (ki doktorun tavsiyesi de bu yöndedir), karışık zihni insanların yaşama bakışlarını anlamlandırmakta zorlanıyor. “İnsanlar hayata, sahaftaki kitaplara bakar gibi bakıyorlar. Yeni kitaplar ucuz, eskiler pahalı. Hayatta da, eski zaman önemli. Bugün değil dün değerli, ondan önceki gün daha da değerli. Boratin’e o yüzden bir geçmiş vermeye çalışıyorlar,”(s.28) diyor Boratin. Oysa arkadaşı Bek, günümüz modern toplumunda bireylerin belleklerini yitirmeseler de, “Herkesin geçmişsiz yaşamaya çalıştığını, insanların sadece bugüne aitmişçesine yaşadıklarını, ‘geçmişsiz’, sadece bu güne aitmiş gibi yaşadıklarını,” (s.26) söylüyor. 

Yazar, kavramlara ilişkin farklı algıları, “belki” öyle “belki değildir” biçiminde çelişkileri, çatışmaları, yargıları karakterler aracılığıyla kurmacaya ustalıkla yerleştirmiş. Şans nedir? Köprüden atlayıp da sağ kaldığı için şanslı, belleğini yitirdiği için şanssız mıdır? Yoksa hayatta kaldığı için şanssız ama belleğini yitirdiği için şanslı mıdır? Eski ile yeni arasındaki zaman geçidinde kaybolan Boratin’le birlikte okur da yaşamı sorgular. Yalan nedir? Gerçek nedir? “Yalan ile gerçek artık tek. Doğru ile yanlış aynı,”(s.37) derken inanacak bir söz arar, aratır. 

Eve Hep Aynı Yoldan Gidilmez bölümünde, doktorla yaptığı konuşmalarda, genç yaşta intihar eden Kurt Cobain ve Boğaziçi Köprüsü’nden atlayarak intihar eden müzisyen Yavuz Çetin’e göndermelerle karşılaşıyoruz. (Romanda belirtilmemiş ancak Yavuz Çetin’in ilk grubunun adı da “Labirent”tir.)  Boratin’in neden intihara teşebbüs ettiği ve gölgeye benzeyen geçmişin karanlığı gizemini koruyorken, “Hayatta uğrunda ölünecek ne var? Ya da hayatta uğruna yaşanacak değerler var mı?” ikilemi kahramandan okura doğrudan geçiyor. 

Herkesin kendi yalnızlığında kaybolduğu İstanbul sokaklarını aklından çok sezgileriyle, arşınlayan Boratin, herkesin gölgesiz/geçmişsiz/kendi kendine yeten olduğu bir alışveriş merkezine giriyor. Gelecekte bir ucuna doğumhane bir ucuna mezarlık yapılabilecek, insanların yaşaması, rahatlaması, eğlenmesi, beslenmesi, giyinmesi için ne gerekiyorsa bulunan, sirensiz, karıncasız, trafiksiz, kameraların sürekli kayıtta olduğu, nehir gibi akan vitrinleriyle, modern çağın kalesi AVM’lerde geçen yaşam tarzına;  bir akvaryumda aynı sınırlarda yüzen balık insanlara ciddi bir eleştiri seziliyor.

Eve Hep Aynı Yoldan Gidilmez, diyerek belki geçmişte de farklı yollardan yürümüş olabileceğini düşünen Boratin’in karşısına, kendi durumuyla oldukça örtüşen “Durgun Saat” dükkânı çıkar. Yaşlı saatçi “İnsanlığın en büyük üç icadından ilki, şimdiki ânın anlamını öğrettiği için saat; ikincisi, dışındaki ve içindeki dünyayı topladığımızda bizi varlığın tekliğine götürdüğü için ayna,”(s.53) olduğunu söyleyip üçüncü icadın ne olduğu belirsiz bırakır. Romanın ana metaforlarından biri olan “Ayna” yaşlı saatçiye göre, bir bakınca kilit, sonra tekrar bakınca anahtardır. Ayrıca yazıya ilişkin saatçinin dedesinin söyledikleri, filozof ve firavun söylencesi de üzerinde uzun uzun düşünmeye değer. Ses duyulmadan ne dediğimizi aktaran yazı müthiş bir icat mıdır? Müthiş olan her şey iyi midir? Yazı insanların arasında bir bağ mıdır? Ya da bir mesafe, bir duvar mıdır? 

Sönmez, labirentini kurarken eski zamanlara ait masalsı olduğu kadar bilgelik taşıyan hikâye ve meselleri ustaca kullanıyor. “Genç bir adam ormanda kaybolmuş. Günler sonra yaşlı birine rastlamış. Yaşlı adam da uzun zamandır ormanda kayıpmış ve genç adama çıkış yolunu birlikte aramayı önermiş. Olmaz, demiş genç adam, seninle zaman yitiremem, çıkış yolunu bilseydin şimdiye kadar bulurdun. Ama, demiş yaşlı adam, ben çıkmayan yolları öğrendim.” (s. 64)

Gece Sokağında Avaresin Bir Başına bölümünde, sokakta çocuğuyla dilenen bir kadın ve çocuğu ile ev sahibi yaşlı kadının giderken götürmediği Meryem ve İsa biblosu üzerinden savaş, geride bırakılanlar ve inanç/inançsızlık kavramlarıyla sürükleniyoruz labirentte. İnanç zamanla değişir mi, zayıflar mı?  Birilerinin bir şeylere inanması diğerlerinin ise inanmamasının anlamı ne? Sonuç değişiyor mu? Her yaş birbirine benzer mi? Zaman hep aynı hızda mı akıyor? İnanmakla bilmek farklı mıdır? Aklımızı mı kalbimizi mi dinleyelim? “Aklını dinlese, bir ceset gibi çengelde asılı kalmak kötü. Kalbini dinlese, soluk aldığı sürece hiçbir şey umurunda değil.” (s. 85)

Labirent’i benim açımdan değerli kılan bir nokta, yargıların, tespitlerin bakış açısına, koşullara ve zamana göre farklılaşabileceği gerçeğinin sürekli hissettirilmesi. İnsanın yönleri gündüz başka, gece başka algıladığını dile getiren Sönmez, soruların yanıtlarını, doğruları, yargıları okura bırakıyor. “Her sokağa bu kez diğer ucundan girmek, aynaya bakmaya benziyor. Binaların yüzü tersine dönüyor. Uzaklar yakınlaşıp, yakınlar uzaklaşıyor. Ayak sesleri farklı yankılanıyor. Her zaman aynı taraftan girdikleri sokağa bir de diğer taraftan girenler benim gibi duralıyordur. Kimisi tümüyle değişiyordur.” (s. 87) ‘Tek doğru benim doğrum’ yaklaşımı ile ötekileştirmenin, kutuplaşmanın, yok etmeye çalışmanın had safhada yaşandığı dünyamızda, belki de en çok ihtiyacımız olan sesi dillendiriyor: “Ama biz başkalarını zorlamayız, insanları kendi inancımızın içine hapsetmeyiz. Yoksa bizim rüyamız, başkalarının kâbusu haline gelir.” (s.90)

O Sözcüğü Bulmadan Önce, Boratin’in hatırlamadığı çocukluk arkadaşının ölümüyle bir diğer kadim konuya, ölüme yoğunlaşılan bir bölüm. Yaşama bakışı belirleyebilecek ölüm algısı salt bir sözden mi ibarettir? Yoksa ölüm gerçeği bulmak için izlememiz gereken midir? Boratin’in iç sesi “Ben neden bu tabutun içinde değilim de dışarıdan tabuta bakan kişiyim?”(s. 95) diye sorarken, yazar bir ayna tutarak, olayı bir de tabutta yatan açısından düşündürtür: “Benim zamanım ile onların zamanı tabutum toprağa indirilene kadar aynı hızda akardı. Sonra üzerime toprak atıldığında, ben dirilerin zamanından çıkarak ölülerin zamanına inerdim. Ben neden tabuta bakan kalabalıktan biri değilim de tabutta yatan kişiyim?”(s.96) 

Bir Çarkı Değiştirmeyi Denesem bölümünde Boratin labirentinden çıkış yolunu adeta saatin, zamanın içinde bulacağını düşünür, saatin içinde farklı hızlarda, farklı yönlerde dönen çarklardan birinin yanlış döndüğünü hisseder ama bunun hangisi olduğunu bilmediği için, herhangi birisini değiştirmeyi denerse hepsinin duracağını da hisseder. 

Ne ütopyası ne de nostaljisi olan, arafta kalan Boratin, huzura kavuşacağı umuduyla, sesini Blues sanatçısı Bessie Smith’in boğuk ve büyüleyici sesiyle özdeşleştirdiği ablasına, doğduğu yer Nehirce’ye dönmek ister. Yüzyıl önce yandığını sandığı, ama kapandığını bilmediği batık bir gemiye benzettiği Haydarpaşa Garı’na gider. Burada Boratin’e, iskelede demirli bir vapur ayna olur.  “Benim gibi belki o da bilmiyordu bu garın kapandığını. Hayaller kurarak dumanını savurarak, düdüğünü çalarak buraya geldi. Demirledi. Bir daha ayrılmadı. Oysa karşısında engin bir deniz vardı. Açılabilirdi. Kendisine yeni iskeleler bulabilirdi (bulabilir miydi?)” (s.121) Romanın sonunda Bessie’nin huzur veren sesini bu kez Hayala’da duyan ve “çıkmayan yolları öğrenen”  Boratin belki de yeni bir iskele bulur. 

Labirent’te Yansıtan ya da Yanıltan Aynalar

Romanda sık sık ayna metaforuyla karşılaşıyoruz. Belleğini yitirmiş ve aynadaki suretine yabancı olsa da, ayna somut olarak Boratin’e hâlâ evrende var olduğunu kanıtlıyor.  Aynada kendisiyle konuşuyor, kendisini anlayabilmek için aynanın diline sığınıyor, bir yüzü var olanı yansıtan, sırlı yüzü geçmiş görüntüleri saklayan ayna ile özdeşleştiriyor kendini. Burhan Sönmez bir söyleşisinde ayna metaforuyla ilgili olarak: “Ayna, hafızasını kaybetmiş kişiye evrende durduğu noktayı ve orada durmasına imkân veren bedeni gösteriyor; hayatındaki diğer insanlar da ona onu anlatırken, aslında birer ayna işlevi görüyor. Ayna her şeyi ifade eder, ya da tersine, her şeyi çarpıtır, gizler. Yanıltıcıdır. Zamanı yok eder, ama aynı zamanda bütün zamanı emip tek bir noktadan dışarı atar. Böyle olunca, hayatına ve geçmişine anlam vermeye çalışan biri için ayna bulunmaz bir nesne ve metafor hâline geliyor.”****

Labirent romanı okur açısından da başlı başına bir ayna işlevine sahip. Okur sözcüklerden oluşan sonsuz aynada kendi gerçeğini, kendi labirentini görme ve anlamlandırma olanağı buluyor. 

Ayna romanın diline de yansımış. Modernist edebiyata özgü bilinç akışı, geriye dönüş ve iç monolog teknikleriyle kurgulanmış romanda, “ben anlatıcı” ve “o anlatıcı” söylem bir arada. Bu durumu şöyle açıklıyor Sönmez: “Genelde ben anlatıcıyı kullansam da, yer yer “o anlatıcı”yı kullandım. Çünkü başkarakterimiz Boratin’in zihni öyle çalışıyor. Kendisini tanımıyor, çoğunlukla başkalarının ona anlattıklarından yola çıkarak kendisini tanımaya çalışıyor. Kendisine “ben” gözüyle bakarken, aniden bir başkasının gözünden de bakabiliyor. Aynanın etkisinin görüldüğü yerlerden biri de bu.”****

Son Söz

Bu kadar katmanlı ve okuruyla çoğalan bir metin için son söz söylemek elbet ki zor. ‘Okudum bitti’ diyemeyeceğimiz, tek doğruya indirgenemeyecek, okura bambaşka gerçeklikler sunan, okurken de sonrasında da farklı olgular üzerine sorgulamalarla, kendi labirentlerimizde yolumuzu bulmaya çalışırken bize eşlik edecek kitaplardan Labirent. Fonda Blues’un baskın olduğu, bir yaşam senfonisi Labirent’i okurken, “Aynalarımızı kırdık,” diye haykıran Kurt Cobain, “Yaşamak istemem artık aranızda” diye toplumu reddeden Yavuz Çetin ve “Blues’in Huzur Sesli Kadını” Bessie Smith’in müzikleri yoldaşınız olsun.  

Kaynakça

Labirent, İletişim Yayınları, 123 Sayfa, 2018

** https://okuryazarim.com/labirent-sembolu-ve-anlamlari/

***http://www.edebiyathaber.net/burhan-sonmez-gelecegin-belirsizlestigi-yerde-gecmise-ozlem-artar/

****https://t24.com.tr/k24/yazi/burhan-sonmez,1969

  • Labirent
  • Yazar: Burhan Sönmez
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 2018
  • Sayfa Sayısı: 123 Sayfa
  • Yayınevi: İletişim Yayınları

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

7. Vancouver Türk Filmleri Festivali Online Yapılacak

Read Next

“Yaprak Döker Bir Yanımız, Bir Yanımız Bahar Bahçe”

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram