
İtaat etmiyor, ama köprüleri de yakıp gitmiyor.
Mariama Bâ, terk etmeyip direnirken varoluşunu gerçekleştiren Müslüman bir kadının hikayesini anlatıyor.
Ramatoulaye, kocasının dışarıya çıkmak için hazırlanmasına yardım ediyor. Giysi dolabından tüm kıyafetlerini çıkarıp deneyen adam, sonunda birini beğenince, giyinip çıkıyor. Giydiklerini kendine yakıştırmasını biliyor, Modou. Kadın onu uğurladıktan sonra odaya dönüyor. Kocasının az önce sabırsız bir şekilde bıraktığı etrafa saçılmış giysileri toplayıp dolaba yerleştiriyor.
Afrikalı bir kadın, Ramatoulaye. 12 çocuk annesi. Modernleşme yolunda adımlar atan bir Müslüman toplumda, ömrünü ailesine adamış biçimde yaşıyor. Sömürgelikten kurtulan ülkede yaygınlaşmaya başlayan bağımsızlık anlayışlarından, bazı kadın haklarının kabul edilmesinden, yaşamın çağdaşlaşmasından memnun oluyor. Ama benimsenmiş toplumsal değerlere, kabul edilmiş aile kurallarına karşı çatışmaya girmiyor. Kötü bir hayat yaşadığını düşünmüyor. Yoksul bir bölgede yaşasa da, pek yoksulluk çekmeyen bir ailede hayatına devam ediyor. Aldığından daha fazlasını vererek yaşamaktan yakınmıyor.
Ne var ki, bir gün, kocasının ikinci bir evlilik yapmaya karar verdiğini öğreniyor. Daha doğrusu, Modou’nun ikinci bir eş “aldığı” bilgisi, kendisine ancak nikahtan sonra veriliyor. Erkeklerin birden çok eşle evlenmelerine yasal bir engel yok. Dönüşen toplumsal yapının etkisiyle bazı kesimlerde tepkiler ortaya çıksa da, buna kültürel bir engel de yok. Ramatoulaye’nin kişiliğinde de isyan etmek, bağırıp çağırmak yok.
Ama kırılıyor kadın. Demek, kocasının dışarıya çıkmak için hazırlanmasına yardımcı olurken, aslında onun başka bir kadını baştan çıkarmak amacıyla giyinip süslenmesini izliyormuş. Böyle bir şeyi nasıl sineye çeksin!
Evet, Ramatoulaye’nin çatışmacı bir tarzı yok. Ama bu, onun mücadeleci olmadığı anlamına gelmiyor. Sitemsiz, adeta sessiz bir mücadeleye girişiyor. Etrafındakilere isyan sözleri etmiyor. Boşanmıyor. Fakat kocasının tercihini onaylamadığını, toplumsal değer yargılarını doğru bulmadığını ortaya koyuyor. Eve gelmesini beklemediğini açıkça belli ediyor Modou’ya. Kocası yeni eşiyle, yeni evde günlerini geçirirken, Ramatoulaye hayat koşullarına ve toplumsal değerlere karşı adeta tek başına savaşıyor.
HEM YABANCI HEM TANIDIK
Çeşitli kesimlerden karşılık bulan çoğu romanın bir özelliği, pek alışılmamış kişileri ve farklı hayatları anlatırken, bir yandan da okurun içinde yaşadığı hayatın gerçekliklerini somutlaştırması, değil mi? Ama Uzun bir Mektup romanı, bunun tersi yönde bir örnek. Gündelik hayatın içindeki gelişmelerin ve oldukça alışılmış özelliklere sahip karakterlerin anlatılmasına rağmen, kitabın dünyada ilgiyle karşılandığını biliyoruz. Herhalde bu “sıradan” hikaye, kitap okuma oranı yüksek ülkelerdeki insanlara epeyce farklı geliyordur. Mariama Bâ, bu farklılığın yanı sıra, edebiyat niteliğini ortaya çıkaran derinlikli bir anlatıma ulaşıyor. Bölgeleri ve zaman dilimlerini aşan bir hikaye yaratıyor.
Örneğin, kitabın aynı zamanda anlatıcısı olan Ramatoulaye, kocasının ikinci eşi genç Binetou’ya, bir edebiyatçıya yaraşır biçimde, anlamak-tanımak amacıyla yaklaşıyor. “Zalim olmak istiyordu.” diyor Binetou için. Genç kadının hiçbir şekilde özgür olmadığını “Hapishanesinin altın yaldızlı olmasını istiyordu.” diye anlatıyor. Zaman geçtikçe talepleri ve ısrarlarıyla Modou’ya eziyet etmesini, evrensel geçerliliği olan bir kişilik özelliğiyle açıklıyor: “Satılmış olduğunun bilincinde, her gün fiyatını artırdı.” Böylece, Binetou, kitap sayfalarına hapsolmayan, hayatın gerçekliği içinde yer bulan bir karakter olarak canlanıyor.
HEM MÜSLÜMAN HEM KADIN
Bazı yorumlarda Uzun Bir Mektup hakkında “Afrika edebiyatından bir yapıt” diye söz ediliyor. Yanlış değil elbette. Ama Afrikalı insanları anlatıyor olmasından daha belirleyici olanı, toplum ve ev hayatı içindeki Müslüman kadının hikayesini anlatması.
Anlatı aslında uzun bir mektuptan oluşuyor. Aissatou’ya, aynı çevrede yetişmiş ama oradan ayrılmış bir kadına yazılan bir mektup bu. Doğrusu, kitaptaki konunun işlenmesi, hikayenin kurulması, atmosferin yaratılması veya benzer yazınsal özellikler açısından, kitabın mektup biçiminde yazılmış olması ek bir katkı sağlamış mıdır, diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Anlatının mektup biçiminde kurulması, özellikle bir konuda sorun yaratıyor. Belli ki, olayların geçtiği bölgeye ve kültüre yabancı okur için bazı açıklamalara, bazı bilgilere gerek görülmüş. Belki de sonradan, yabancı okura ulaşma durumu oluşunca, yani çeviri aşamasında eklenen bölümlerdir bunlar. Fakat Ramatoulaye’nin, aynı ortamda yetiştikleri yakın arkadaşına yazdığı samimi bir mektupta, bir yabancıya anlatır gibi bazı kültürel ve toplumsal gerçeklerle ilgili bilgi vermesi, hatırlatma görüntüsünde de olsa, fazlalık gibi duruyor.
Ama mektup türünde yazılmış olmaktan kaynaklı bu soruna rağmen, sağlam bir anlatı olduğu kesin.
Ramatoulaye’nin, yıllar ilerledikçe görüşemez hale geldikleri arkadaşına hitap ederkenki sözleri sayesinde Aissatou’yu da epeyce tanıyorsunuz. O, kocası ikinci eş “alınca” boşanan, taşınıp ülkeden de ayrılan bir kadın. Daha özgür ruhlu, tavırları daha tepkili bir kişi. Daha çabuk itiraz eden, bırakıp giden, uzlaşma eğilimi daha düşük.
Anlatı monolog gibi ilerlese de, farklı kişiliklerdeki bu iki arkadaşın çocukluktan beri kesintisiz iletişimlerine, içten dostluklarına tanık oluyorsunuz. Bunca farka rağmen birbirini iyi anlayan arkadaşlar.
TERK ETMEDEN DİRENMEK
Çetin yollardan geçen bu iki iyi arkadaşın birbirinden farklarını gördükçe, hangi türde tavır almanın daha zor olduğunu düşünüyorsunuz. İlk bakışta, köklü değişikleri göze alan Aissatou’nun hayatının daha zorlu geçtiği görülüyor. Sonra Ramatoulaye’nin elektrik su faturalarını öderken bile yaşadığı zorlukları anlıyorsunuz. Veznenin önündeki sırada tek kadın. Tutucu bir toplumda başının çaresine bakan bir kadın! Babalarından yardım almadan çocukların okuluyla uğraşmak, evdeki kırık camların, tıkanmış lavaboların onarımını yaptırmak…
İtaat karşılığı sunulan olanakları elinin tersiyle itmek ve köprüleri yakıp gitmek, zordur elbette. Takdir edilecek bir tercihtir. Fakat anlıyorsunuz ki, Ramatoulaye’ninki daha da zorlu bir hayat. Belki de dünyayı değiştiren direnişler, asıl direnişler böyle oluyor. Bir ailenin, bir toplunun, bir kültürün içinde yer alarak, ama uyum sağlayarak değil, direnerek, mücadele ederek orada yaşamak. Böylece, bir parçası da olduğunuz kültürün, toplumun, ailenin dönüşümüne etki ederken, kendi varoluşunuzu da gerçekleştirmek.
İşte böylesine uzun bir mektup, Ramatoulaye’nin yazdığı. Bin yıllık bir mektup!
- Uzun Bir Mektup
- Yazar: Mariama Bâ
- Çeviri: Nagihan Haliloğlu
- Türü: Mektup
- Baskı Yılı: Haziran 2000 (2. basım, 2016)
- Sayfa Sayısı: 94 Sayfa
- Yayınevi: Kaknüs Yayınları
- İbrahim Meleknaz’ı Seviyor! - 16 Şubat 2017
- Karanlığı Dağıtan Aydınlık - 5 Ocak 2017
- HAYIR’lı Bir Roman - 2 Şubat 2017