
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, belki kimin kiminle savaştığının değişmesine rağmen savaşın hiç bitmediği, terörün her an kaygı ve öfke duygularıyla yaşamaya mahkûm bıraktığı, egemen aklın onayladıkları dışındaki düşüncenin suç olduğu, güvenlik adı altında her an ve her yerde sürekli gözetlenen bizi, bugünü anlatır.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört günümüz dünyasındaki kaotik döngüyü, insanca yaşamla dipsiz uçurum arasındaki bıçak sırtı çizgiyi ve insanın derininde yatan kötücül gücü görebilmek adına, yani dünyayı anlamak üzere, acilen ve tekrar tekrar okunmalı, diye düşünmeden duramıyorum son günlerde.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, totaliter rejimin insan bedeni ve iradesi üzerine uygulayabileceği şiddete dair bir düşünce deneyidir âdeta. Eleştirisinin merkezinde bireyi baskı ve kontrol altında tutan iktidar yer alır. Bu, vatandaşından korkan, paranoyak bir iktidardır. Kendi geleceğini ve sürekliliğini sağlamak adına bireysel özgürlükleri engellemekten kaçınmaz. Baskı uyguladığı bireyler artık vatandaş değil otomatize edilmiş birer makina, âdeta kurbandır.
Bir distopya yani kara-ütopyadır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Çağımızın en önemli eserlerinden biri olarak kabul edildiği gibi yaşadığımız kaotik günlerde de sıkça alıntılanmakta aynı zamanda. Büyük Birader ve düşünce polisi gibi iki önemli kavramı literatüre kazandıran roman olduğunu da belirtmeliyim. Kimi büyük yazarlar anlatılarında yer alan sembollerle özdeşleşir. Cervantes’in yel değirmenleriyle, Kafka’nın böcek imgesiyle hatırlanması gibi Büyük Birader ve düşünce polisi-düşünce suçu kavramları da Orwell’le özdeşleşmiştir. Kitabı okumadıysanız bile “Büyük Birader bizi izliyor” sözü tanıdık gelecektir size.
Kitap 1948 yılında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yayımlanır. O yıllara baktığımızda, bir yandan Rusya’da komünizm kendi ideallerinden saparak yoluna devam ederken diğer yandan faşizmin en uç örneklerinin Nazi kamplarında deneyimlendiğini görürüz. Böyle bir dünyada yazılan ve distopyaların belki de insanın içini en çok ezen ve umutsuzluğa sürükleyen anlatısı olan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, işte bu totaliter yönetimi odak olarak alır.
Kitapta uzun süren dünya savaşları sonunda yönetimi ele alan baskıcı bir iktidar ve insanca yaşam hakkına sahip olmayan insanlar anlatılmaktadır. Dünya üzerinde sadece üç büyük devlet kalmıştır. Okyanusya, Doğu Asya ve Avrasya adındaki bu üç devlet sürekli savaş halindedir. Savaşın yarattığı tüketim ekonomisiyle halk fakirleşmiş ancak aşırı üretim-aşırı tüketim döngüsüyle parti yönetimi iktidardaki gücünü pekiştirmiştir. Artık kiminle savaşıldığı ve hatta kazanmak bile önemli değildir. Önemli olan savaşın devam etmesidir. Egemen akıl kendi eliyle körüklediği savaşları bahane ederek iktidarı elinde tutar. Bu kurgu, günümüz dünyasında hem savaşın hem de dikta rejimlerinin aynı topraklarda yer alışına yıllar öncesinden tutulan fener gibidir bir bakıma. Savaş ve silah ekonomisinin totaliter rejimler ve diktatörler için önemini vurgular âdeta.
İktidarın ikinci temel amacıysa bedenlere ve düşüncelere hükmetmektir. Bunu gerçekleştirebilmek için insanlar sürekli gözetlenirler. Büyük Birader’in gözleri her an üstünüzdedir. Dev posterlerde, ekranlarda, paraların üzerinde Büyük Birader’in size bakan, âdeta her an izleyen yüzü vardır. Anlatıda gözetlenmenin yarattığı psikolojik baskı ve endişe daha ilk sayfada yüzümüze çarpar: “Her katta, asansörün tam karşısına asılmış olan posterdeki kocaman yüz duvardan ona bakıyordu. Resim öyle yapılmıştı ki, gözler her davranışınızı izliyordu sanki. Posterin altında, BÜYÜK BİRADERİN GÖZÜ ÜSTÜNDE yazıyordu.(…) Nereye baksanız, siyah bıyıklı surat karşınızdaydı. Biri de karşıdaki evin hemen ön cephesindeydi. BÜYÜK BİRADERİN GÖZÜ ÜSTÜNDE yazan posterdeki kapkara gözler Winston’ın gözlerine dikilmişti. Uzaklarda bir helikopter damların arasından alçaldı, kocaman mavi bir sinek gibi bir an havada asılı kaldı, sonra bir eğri çizerek ok gibi ileri atıldı. Pencerelerden insanların evini gözetleyen polis devriyesiydi bu. Ne ki, devriyeler önemli sayılmazdı. Bir tek düşünce polisi önemliydi(1984-Orwell, 2012).”
Tüm bu gözetleme yöntemlerinin yanı sıra hem yayın yapan hem de insanların hareketlerini ve seslerini kaydeden tele ekranlar da her yerdedir. Evlerde, iş yerlerinde, sokaklarda bulunan tele ekranların hangisinin kayıtta olduğu belirsizdir. Tele ekranlar tarafından yapılan kayıt devamlı olmasa da önemli olan gözetlenme hissinin sürekliliğidir. Yüzünüzün ifadesi, ses tonunuz ve hatta sırt kaslarınızın hareketi bile sizi ele verebilir. Düşünce polisi her an peşinizdedir. Hükümetin gözetleme mekanizmaları düşünce polisiyle ve tele ekranlarla da sınırlı değildir. İş yerinde surat ifadenizi beğenmeyen biri tarafından ihbar edilebilir, idamları seyretmediğiniz ya da iki dakikalık nefret toplantılarında kendinizden geçmediğiniz için suçlu sayılabilirsiniz. Ancak en çarpıcı olanı çocukların anne babalarını ihbar etmeleri için iktidar tarafından kışkırtılması, teşvik edilmesidir. Ebeveynlerini gözetleyen, kapı deliklerinden dinleyen ve kendi çocuk akıllarınca en ufak şüpheli durumda ihbar eden çocuklara “kahraman çocuklar” denmektedir. Tüm bu izlenmelerin sonucunda hükümet sizden şüphelenirse cezanız buharlaştırılmadır. Tüm kayıtlardan silinirsiniz ve o ana kadar yaşamamış, hiç var olmamış birisinizdir artık.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, uzun yıllar boyunca Amerika Birleşik Devletlerinde komünizm karşıtı propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Ancak Orwell birçok rejimin -kapitalizmin, faşizmin, komünizmin, teokratik yönetimlerin, hatta demokratik iktidarların bile- değişerek dönüşebileceği nihai bir baskı rejimini, totaliter devlet yapısını ele almaktadır. Kitapta yer alan baskıcı yönetim sistemi -ideolojilerin dışına çıkarak- sadece kendi varlığını ve mutlak egemenliğini devam ettirmeyi amaçlamaktadır. Anlatıda yeraltı direniş örgütünün başındaki Golstein tarafından yazıldığı söylenen gizli kitapta bu sistem detaylı şekilde tarif edilir. Başlangıçta hiyerarşik düzeni devam ettirerek sınıf farkını korumak isteyen, teknolojik gelişim ve makineleşmeyle refahın yükselmesini amaçlayan kapitalist bir yönetim vardır. Ancak zenginliğin genel yükselişinin hiyerarşik toplumun ortadan kaldırılması demek olduğu açıktır. Zenginlik bir kez gerçekleşince toplumun refahı artacak, herkesin boş vakti olacak, yoksulluğun serseme çevirdiği yoksullar bol bol okuyacaktır. Bunun sonucunda insanlar bilinçlenerek aslında ayrıcalıklı bir zümre olan iktidarın ne kadar gereksiz olduğunu kavrayacaktır. Bu, iktidar için tehlikelidir. Hiyerarşik toplumun varlığı ancak yoksulluğa ve cehalete yaslanarak sürdürülebilir.
Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te bilginin ve gerçekliğin iktidar tarafından yeniden üretiminin ve gerçeğin değiştirilmesinin varabileceği en uç noktalar konusunda düşünce sınırlarımızı zorlar. Kurgunun geçtiği ülke olan Okyanusya’nın gerçekliği, Gerçek Bakanlığı tarafından üretilen ve olmasına izin verilendir. Sadece güncel veriler değil, tarih de sürekli olarak değiştirilir, güncellenir. Romanın başkahramanı Winston da tarihi değiştirmekle görevlidir. Yaptığı iş devletin o anda uygun gördüğü gerçeklikle çelişen tüm yazılı kaynakları değiştirerek bugünün gerçeğine uydurmak, eski belgeleri bellek borusu denilen bir delikten atarak yakmaktır. Partinin tüm tahminlerinin tutması, söylediği her sözün tarih tarafından da onaylanması gerekir. Düşünce suçu işleyen kişiler de kayıtlardan silinir, kitaptaki deyimle buharlaştırılır. Bir insanın var olup olmadığı bile değiştirilebilir bir gerçekliktir. Toplumsal ve bireysel belleğe izin verilmez romanda. Zira toplumsal bellek direnişe giden yolda önemli taşlardan biridir ve yok edilmelidir. Kitapta Winston’un kişisel tarihini korumak adına bir günce tutması da bunu işaret etmektedir. Günümüzün baskıcı iktidarlarının toplumsal belleği sistematik bir şekilde yok etmeleri de belki bu nedenledir. Romanda belleğin silinmesi ve düşünmenin engellenmesi için ikinci adım olarak konuşulan dilin değiştirilmesi programı uygulanır. Kullanılan dil sürekli daraltılarak, fakirleştirerek, kelimeler yasaklanarak akıl ve bellek köreltilir.
Orwell’in kurgusunda iktidar cinselliği yasaklama eğilimindedir, erotizm düşman olarak görülür. Cinsellik sadece çocuk doğurmak için başvurulan lavman yapmak gibi iğrenç bir eylem olarak gösterilir. İktidar cinselliğe yönlendirilemeyen enerjiyi nefrete ve öfkeye çevirerek iki kez kazançlı çıkar. Bu sayede cinsel enerji denetlenebilir olacak ve mevcut sistem içinde yararlı hâle getirilecektir. İki dakikalık nefret gösterileri, savaş esirlerinin idamları duygu boşalımının zirveye ulaştığı etkinliklerdir ve bir çeşit cinsel doyum tarzında yaşanmaktadır.
George Orwell, karanlık bir gelecek dünya anlatımı altında dünyada zaten var olan karanlığa dikkat çeker aslında. İkinci Dünya Savaşı yıllarında çok acı bir şekilde deneyimlenen güç ve iktidar hırsıdır bu. İktidarın bireye uyguladığı fiziksel ve psikolojik şiddetin aynaya yansıyan soğuk yüzüdür. O günlerden bu günlere değin hiç sönümlenmeden var olan kötücül parçamızdır.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, belki kimin kiminle savaştığının değişmesine rağmen savaşın hiç bitmediği, terörün her an kaygı ve öfke duygularıyla yaşamaya mahkûm bıraktığı, egemen aklın onayladıkları dışındaki düşüncenin suç olduğu, güvenlik adı altında her an ve her yerde sürekli gözetlenen bizi, bugünü anlatır.
Farkındalık, bir şeye engel olabilmenin ilk adımıdır. Karanlıkta olduğunun ayırdına varamayan, ışığa yönelemez. Distopya ya da nam-ı diğer karşı ütopya, kabusvari bir gelecek dünya anlatısıdır. İstenmeyen, karanlık, kaotik. İstemesek de -insanoğlunun zaafları ve kötücül yanı nedeniyle- kaçamayız ondan. Görmezden gelemeyiz bu kara gelecek ihtimalini. İşte distopyalar bunun için önemlidir. Karanlığı aydınlatırlar fark edebilmemiz için. Bu nedenle böyle boğucu dönemlerde tekrar tekrar okumaya ihtiyaç duyarız bu anlatıları. Belki de bu yüzden günümüzde en çok atıfta bulunulan, hatırlanan, okunan romanların başında geliyor Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, durduğumuz yeri ve gitmemiz gereken yönü doğru görebilelim diye.
![]()
|
- Bu Kitabı Ateşten Koruyun: Fahrenheit 451 - 26 Nisan 2018
- Sonuçta bir direniştir yaşamak; Ernesto Sabato Üzerine - 31 Mart 2018
- Nefes Kesici Bir Gerilim: Kurtulan Kızlar - 21 Mart 2018
FACEBOOK YORUMLARI