
Baştankara olup çoğunluğa uymak, gözlerine taraf olmanın perdesini çekmek mi, kara leke olup kanatlarından vazgeçmek, esaretin özgürlüğe dönüştüğü yanılsamasında bir sanrıyı yaşamak mı? Hangisi kurtarır ki bizi?
Emperyal Oteli şiirinde “Ben hiç böylesini görmemiştim” diyor ya Attila İlhan, ben de kitabı bitirdiğimde derin bir soluk alıp aynı cümleyi kurdum. Fakat benim herhangi bir itirazım yok; çünkü Sine Ergün bu işte hakikaten çok iyi!
Baştankara 1982 doğumlu Sine Ergün’ün üçüncü kitabı. Öykü, şiir, çeviri ve denemeleri çeşitli dergilerde ve derlemelerde yer alan Ergün’ün ilk kitabı Burası Tekin Değil 2010 yılında, ikinci kitabı Bazen Hayat ise 2012 yılında yayımlandı. Yazar, Bazen Hayat ile Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı.
Öyküler kısa, kısa olduğu kadar da çarpıcı. Her öykü zihninize, belleğinize, geçmişinize, şimdiki hayatınıza, doğru sandıklarınıza sağlam birer yumruk indiriyor. Bir öykü bittikten sonra bir diğerine başlamak zaman alıyor. Küçük, kısa bir kitap gibi görünüyor ama içinde çok büyük hesaplaşmalar, çok derin yüzleşmeler, karmaşık ilişkiler, pişmanlıklar, sorgulamalar var. Kısacası hayata dair ne varsa bu öykülerde var.
Sine Ergün dile son derece hâkim. Onunla dilediğince oynuyor, eğip büküyor, kırıyor, dağıtıp parçalıyor. Anlatısını çok sağlam temeller üzerine oturttuğu, kurgu üzerinde titizlikle çalıştığı belli. Tabiri caizse şiir gibi kuruyor öykülerini, gereksiz tek bir noktalama işareti, lüzumsuz addedilebilecek tek bir kelime yok. Bir taşı yerinden oynatsanız bütün bir metin üstünüze yıkılabilir. Marguerite Duras’nın metinlerini, cümle yapılarını anımsattı bana. Onunkiler gibi kısa, yoğun, şaşırtıcı. Metni okumaya başlar başlamaz dikkat kesiliyorsunuz, bir sele kapılıp gider gibi boğulmamaya çalışarak akıyorsunuz. Tutunacak taşlarınız var elbette, ancak akışın sonunda ne olacağı, başınıza neyin geleceği belirsiz. Diyalogları cümlelerin içine yedirmesi dikkat çekici; iç konuşmalar anın gerçekliğini saptırıyor, öykü kişisiyle birlikte bizi de o ana yabancılaştırıyor. Bilinçaltının elleri olduğu yerden çıkıp zamanı boğuyor, mekânı darmadağın ediyor, sonrası ise kocaman bir boşluk ve sessizlik. İncecik bir ip üzerinde yürüyerek bir yerlere vardırmaya çalıştığımız ilişkilerimiz bu sessizlik içinde kopuyor; yalnızca sessizlik değil, başka bir şeyler daha mutlaklaşıyor, kemikleşiyor. Zorlanıyorsun, rahatsız ediyor, aynaya bakmak gibi.
Kitaba ismini veren “Baştankara” öyküsünün diğer öyküler içinde bir adım öne çıktığını söylemeliyim. Öyküde birbirinin aynı geçen günler içinde mutsuzlaşan, kendini bulunduğu yere ait hissetmeyen ve hayatlarından memnun ‘ötekilerin’ içinde bunalan bir kuşun göç zamanını beklemeden yola çıkması anlatılıyor. Olabildiğince uzağa gitmeyi amaçlayan ve türünün hiç görmediği yerlerin bilgisini edinmek isteyen bu kuşun kanatlarını zorlayan yolculuğu, baştankaraların arasında ruhunu daha da zorlayan bir iç yolculuğa dönüşür. Baştankaraların yardımlarıyla toparlanıp eskisi gibi uçabilecek hale gelse de, gezgin büyükleri gibi o da baştankaraları bırakıp yoluna devam edemez. Kendisine hiç benzemeyen bu kuşların arasında gittikçe bir yabancıya dönüşür ve onların bakışlarında kendi yabanıllığını her geçen gün daha çok hisseder. Bir yere ait olamamanın huzursuzluğuyla çıktığı yolculuk bir başka aidiyetsizliğe ve öncekinden daha büyük bir mutsuzluğa dönüşür. Gitmenin de kalmanın da artık mümkün olmadığı, başkaları tarafından var edilen varlığının süreğen bir görmezden gelmeye dönüştüğü yerde sıkışır. Önceden önemsemediği tuhaflıklar şimdi gözüne batar. Farklı olmanın kabul görmediği, bireyin derin bir yalnızlığa sürüklendiği toplumun adıdır baştankaraların adası. Buna rağmen birbirimize ne çok ihtiyacımız olduğunun da acı bir kanıtı. Tanıdıklığın hiçbir türünü yakalayamadığımız yerin cehennemden farksız olduğu gerçeğiyle yüzleşmeyi mecbur kılıyor yazar. ‘Onlar’ tarafından kabul görebilmek, ‘onlardan’ biri olabilmek için onlar gibi ötmeye çalışmanın yetmediği yerde, ağaçtan ince bir dal koparıp gün ağarana dek ağacın gövdesine sürtüyor ve gittikçe keskinleşen bu ince dalla büyük kanatlarını onlarınkine benzetmeye özen göstererek kesiyor. Bir daha uçamayacak; fakat küçük kanatlarını gördüklerinde ona kendilerinden biri gibi bakabileceklerini biliyor.
Baştankaraların toplumunda kaçımız büyük ve güzel kanatlarıyla uçabiliyor?
Ne desem, ne yazsam az. Sine Ergün muazzam. Bundan sonra yazacaklarını merakla bekliyorum.
- Baştankara
- Yazar: Sine Ergün
- Türü: Öykü
- Sayfa Sayısı: 80 Sayfa
- Basım Tarihi: Birinci Baskı, Haziran 2016
- Yayınevi: Can Yayınları
- Tarihi Kentler ve Ermeniler: İzmir - 5 Temmuz 2018
- Halkların Gözünden Avrupa’nın Son 600 Yılının ve Devrimlerinin Öyküsü - 5 Ocak 2018
- “Vakit Yok Yarına” - 22 Ekim 2016