Enis Batur, sekiz ana bölümlemeyle ele aldığı bu “Bizans eskisi” kenti tüm çıplaklığıyla seriyor önümüze. Her cümle ile yeni bir kapı açılıyor ve… bildiğiniz kırk kapı birden çıkıyor karşınıza.
“Şehir kitap gibidir” demiş Victor Hugo… Sayfaları; sizin, toplumun okuyacağından çok daha hızlı ürer, çoğalır, taşar… Ancak ucunu bırakmak yerine, yakalayıp yumak haline getirmek gerekir. Yumak olabilmelidir ki içine girmek isteyenle birlikte labirentte kaybolmamak için izci/rehber olsun.
Büyük unutuşların şehri!
Sahi, Dünya’nın merkezi olarak kabul edilir. Sadece tarihi ve iktidarların kenti olması dolayısıyla değil, seslerin farklılığıyla, kokuların çeşitliliğiyle, görselliğiyle, yazılması ve okunması gereken birikimiyle… İstanbul, kaçma isteği doğursa da yaşanası bir şehirdir.
Enis Batur, sekiz ana bölümlemeyle ele aldığı bu “Bizans eskisi” kenti tüm çıplaklığıyla seriyor önümüze. Her cümle ile yeni bir kapı açılıyor ve… bildiğiniz kırk kapı birden çıkıyor karşınıza. Yazar, bir yerden sonrasını size, sizin düş gücünüze, şehirle tanışıklığınıza bırakıyor. Unutmamak gerekir ki, yazarın da vurguladığı gibi “büyük unutuşların şehridir İstanbul”.
Rehberler ne gösterir sizce?
Alışageldiğiniz kent rehberi değil bu kitap, adı üstünde: Cinlerin İstanbul’u… Sizinle birlikte bilgi birikiminiz… yetmez, çantanızdaki kitaplar… yetmez, boynunuzda asılı fotoğraf makinesi… yetmez, erguvan ve gökyüzü renkleri… yetmez, çıngıraklar ve rüzgar sesi… yetmez, ılgıt ılgıt esen yelin getirdiği ıhlamur ve çürümüşlük kokuları da yanınızda olmalı. Tümünü buluşturup da baktığınızda kente, muhakkak bir güzellik bulacaksınızdır, hiç kuşkunuz olmasın.
Tahteravalli…
Enis Batur, kimi zaman arkadaşlarıyla, ama çoğunlukla yalnız gezmiş daracık sokaklarını İstanbul’un, gezerken yukarıda saydıklarımızın katkısını sıralıyor yeri geldikçe. “Çok, pek çok şehir gördüm yılların içinden geçerken; açık kapalı, kuytuda gözönünde, sarmaşık dertop sayısız mekânla tanıştım ve döndüm” diyor “yorgun” olarak nitelediği İstanbul’a (s. 16). “Kuralsız, durduraksız, muhteris bir organizma” (s.19) sözü de yazarın…
Bunca karmaşıklığın etkisi kendisini bir sözcükte buluyor: Tahteravalli hali.
“Sisler Bulvarı”
“Lokantalar, barlar, gazinolar, pasajlar, dükkânlar durdurulması olanaksız hücreler gibi alafranga hayatı bulvarın iki yanına şırıngalıyor. Doğunun geleneksel gündelik yaşam düzeyinin hepten dışına ait bir ışık türü vitrinlerden yansıyordu” (s.95) diye kendi cümlelerini kurarken İstanbul yazarlarına da selam vermeden geçmiyor. Sait Faik’ten Yahya Kemal’e, Abidin Dino’dan İlhan Berk, Attilâ İlhan, Yaşar Kemal’e dek, onlarca yazarı kendi duygularıyla birlikte anıyor. İyi de ediyor…
Tanpınar’dan el aldığında, artık biliyoruz ki ecnebi yazarlar daha iyi anlatmışlar İstanbul’u; daha içten, daha ayrıntılı, daha coşkulu…
1204’te Haçlı talanı, 1453’te fetih, 1590’da deprem, 1920’de işgal… Az şey mi yaşamış bu şehir? Hepsinden de mağrur ve muzaffer çıkmayı başarmış…
Kitapseverler, müjdemi isterim.
Moby Dick’i biliyorsunuz, yazarı Herman Melville de solumuş İstanbul’un havasını ve notlar almış günlüğüne… Gérard de Nerval’in gözlemleri de var. Eremya Çelebi de var, atlanmaması gereken.
Ama asıl önemlisi; rahmetli Samih Rifat’ın çevirisiyle, önümüzdeki yıl yayımlanacak Mabeyinci Pavlos’un Ayasofya Betimi başlıklı kitabı…
Yine de yetmiyor kuşkusuz: “Şu İstanbul, yazarını bekliyor” (s. 168) diyor.
“Hayat Kullanım Kılavuzu’nun yazılmamış versiyonu” Adalar da yer alıyor kitapta, Fruchtermann kartpostalları da… Anıt ağaçlar da unutulmamış… bir çınar var ki… muhakkak görmelisiniz (zaten okuyunca ilk işiniz oraya gitmeyi düşünmek olacak, elinizde değil, anlatımın etkisi). Orhan Pamuk ile birlikte “Masumiyet Müzesi” de var… Hayatımızdan hiç çıkmayan rüşvetin başlangıcı da (sahi, ilahi bir gücü olmalı hiç sarsılmadığına göre)…
Kentdevlet…
Daha önce Paris, New-York, Berlin ve Bordeaux seyahatnamelerinden sonra (daha önce değinmiştim değil mi, kurtulamaz bu şehrin gizeminden) keyifle okuyacağınıza inandığım, bilgileneceğiniz çok detay bulacağınız “Cinlerin İstanbulu”nda, “Birçok yeni mahallenin sıfırdan doğuşuna, eskilerin dönüşümüne, köprülerin ve çevre yollarının devreye girişine, nüfusun on katına fırlamasına tanık oldum” (s.168) diyor Enis Batur. Yine de “belki şimdi oturup kendi İstanbul’umu yazmayı düşünebilirim” cümlesinden el alarak, “İstanbul bağımsız bir kentdevlete dönüştürülmeli” (s. 36) demesini dikkate alıyorum.
Gönlüm altını çizdiğim bütün cümleleri aktarmak istiyor, ama biliyorum ki siz, altını kendinizin çizdiği cümleleri yaşamak isteyeceksiniz. Keyifli okumalar diliyorum.
- Cinlerin İstanbulu
- Yazar: Enis Batur
- Yayınevi: Remzi Kitabevi
- Baskı Yılı: Ocak 2016
- Sayfa sayısı: 197
- Hayata bir de bu “pencere”den bak!… - 9 Nisan 2020
- BİTMEYEN AŞK: İSTANBUL - 7 Aralık 2019
- Türkiye’nin Çilingir Sofrası: Rakı Gastronomisi - 3 Aralık 2019