Çeviri Konuşmaları 1: Yiğit Yavuz

Yiğit Yavuz: “Bana kitap sevgisini aşılayan London ise, edebiyatı öğreten Nabokov’dur diyebilirim.”

Edebiyat dünyasının önemli ama en çok unutulan isimleri şüphesiz çevirmenlerimizdir. Hasan Âli Yücel öncülüğünde dilimize kazandırılmış onca güzel metin için çevirmenlerimize şükranlarımızı sunmaktan, onları hayırla yad etmekten öte bir şey yapamıyoruz ne yazık ki.

Bugün, Türkçeye güzel kitaplar kazandırmış Yiğit Yavuz ile birlikteyiz. Elime aldığım çeviri kendisine aitse şöyle arkama yaslanarak huzurla okuyorum. Çünkü biliyorum iyi bir çevirmen olabilmek, iyi bir okur olmaktan geçiyor. Yiğit Yavuz iyi bir okur ve çeviri yaptığı dile de hâkim. Yetmiyor, sürekli araştırıyor. Peki neleri çevirdi?

Jack London’dan Bana Göre Hayatın Anlamı; Martin Eden; Beyaz Diş; Uçurum İnsanları. Vladimir Nabokov’dan Konuş, Hafıza; Nikolay Gogol; Rus Edebiyatı Dersleri ve Solgun Ateş; Mary Shelley’den Frankenstein ya da Modern Prometheus; Svetlana Boym’dan Ninoçka; James L. Haley’den Jack London biyografisi; Andrea Pitzer’dan Vladimir Nabokov biyografisi ; Pieter Spierenburg’dan Cinayetin Tarihi ve Medya ve İzleyici – Bitmeyen Tartışma isimli derleme kitabı dilimize kazandırdı. 2003 yılından beri çeviriler yapıyor, umarım uzun yıllar daha devam eder, temennimiz bu.

  • Nasılsınız?

Teşekkür ederim, gayet iyiyim.

  • Yaşam öykünüzden bahseder misiniz?

Kısaca, Ankara doğumluyum, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudum, Ankara ve İzmir’de yaşadım. 89 senesinin sonunda TRT’de çalışmaya başladım. 99’da Trabzon Radyosu’na radyo prodüktörü olarak atandım. Bir yıl sonra evlendim. Sevdiğim bir eşim ve iki oğlum var. Bir de kedimiz. Bir yandan radyoculuk, bir yandan kitaplar ve çeviri… Hayatımın temel bileşenleri bunlar.

  • Kültür-sanat ile iç içe bir ailede yetiştiniz, bu hayatınızı nasıl etkiledi?

Coğrafya kaderdir dedikleri gibi, aile de kaderdir denebilir herhalde. İleride geleceğimiz yeri ailemiz belirliyor bir bakıma. Ya ailemizin sunduğu imkânlardan yararlanarak onların açtığı yoldan yürüyoruz ya da imkânsızlıklar içindeysek, bununla beraber gayretli, yetenekli bir çocuksak, o imkânsızlıkları aşmaya, bir şekilde hayatımızı kurtarmaya çalışıyoruz. Ben birinci türden bir çocuktum tabii. Tiyatro kulislerinde, radyo odalarında gezen… Yanlış bir tahsil görmüş olsam da (işletme okudum çünkü), kaymakam, bankacı, muhasebeci falan olmayacağım belliydi. Kültürle, sanatla yoğrulmuş bir hayat süreceğim belliydi yani.

  • Jack London ve Vladimir Nabokov’dan çeviriler yaptınız. Nabokov üzerine yazılar yazdınız. Bu yazarlara duyduğunuz özel bir ilgi var mı?

İkisini de çok beğenirim. London’ı öteden beri, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımdan gelen bir sevgiyle severim. Çevirdiğim ilk edebî metinler ona aittir. Nabokov’u sonradan tanıdım, tanıdıkça sevdim. Sevmenin ötesinde, bağlandım, hayranı oldum. Her iki yazarın da gönlümde ayrı ayrı kıymetli yerleri vardır. Birbirinden çok farklı hayatları, çok farklı üslupları ve edebiyat anlayışları olmasına karşın hem de. London çocuksu, maceracı yanımı temsil eder. Geçmişimdir bir bakıma. Nabokov yetişkinliğim, olgunluğumdur. London heyecan verici konuların yazarıdır, Nabokov çarpıcı, allak bullak edici bir üslubun. Bana kitap sevgisini aşılayan London ise, edebiyatı öğreten Nabokov’dur diyebilirim.

  • Okur çeviriden ne bekliyor, çevirmen ne sunuyor?

Her okurun beklentisi farklıdır elbette. Ne beklediğini bilmeyen okurlar da var, bilinç düzeyi çok yüksek okurlar da. Genel okur herhalde temiz bir Türkçe, rahat takip edilen bir dil bekler. Daha üstün okurlar, belki çeviri işine de bulaşmış kişiler, bir dildeki metnin başka bir dile geçerken yaşadığı dönüşümü, çeviri taktik ve stratejilerini, çevirmenin kendini nerede belli ettiğini, nerede ustalıkla sakladığını görmek ister gibime geliyor. Çevirmen ne sunuyor sorusunu cevaplamak daha zor. Her çevirmeni ve çeviriyi ayrı ayrı incelemek lazım, bu soruya yanıt vermek için.

  • Yakın zamanda Frankenstein ya da Modern Prometheus kitabı üzerinde ciddi bir skandal yaşandı. Süreç nasıl gelişti, nasıl farkettiniz?

Bir çevirmen namzeti, benim çevirimi alıp üzerinde çok ufak değişiklikler yaparak, hatta bazı cümleleri hiç değiştirmeden, kendi çevirisi gibi yayınevine sunmuş. Prestijli bir yayınevi olduğu için, kitabın çıktığından haberim oldu. Merak edip baktığımda, kendi cümlelerimi tanımam zor olmadı. Durum ayan beyan ortadaydı zaten. Yayınevi gecikmeden bir özür yayınladı ve kitabı toplattı.

Daha sonra, bu intihalcinin bir kardeşinin bulunduğunu ve benim geçmişte İletişim Yayınları’na çevirdiğim Uçurum İnsanları’nı başka bir yayınevi için çevirmiş olduğunu gördüm. Şüphelenip o kitabı da edindim ve büyük ölçüde yine benim çevirimden intihalin söz konusu olduğunu anladım. Bu kez intihalci çevirmen suçunu kabul etmedi, yayınevi de iddiamın ispatını talep etti. Bunun üzerine hem zan altındaki çevirmen, hem de ben ayrı ayrı Çevirmenler Meslek Birliği’ne başvurduk ve bir inceleme raporu talep ettik. Hazırlanan rapor intihalin varlığını onaylayınca, bu kitap da piyasadan toplatıldı. Kısaca böyle.

  • Bu bağlamda, elimize bir çeviri alınca nelere dikkat etmeli, onu nasıl analiz etmeliyiz? Malum, edebiyat yayıncılığını kültür-sanat adına yapanlar olduğu gibi ticari kaygı güderek yapanlar ve bunun için pazarın içinde olanlar da var. Okur doğru metne nasıl ulaşabilir?

Klasik çevirilerinde intihal ne yazık ki çok yaygın ve önü alınacağa benzemiyor. Aslında okur açısından çözüm bu noktada basit: Klasik çevirileri alanında kendini ispatlamış, ismi çok iyi bilinen namuslu yayınevlerini tercih etmek. İş Bankası Kültür Yayınları, İletişim, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları, Can Yayınları gibi isimler, güvenilir isimlerdir. Ancak çevirinin intihal olup olmadığının ötesinde, acaba kitap iyi çevrilmiş mi sorusu, daha üst düzeyde ilgi ve bilgi gerektiriyor. Orada okurun işi daha zor. Her şeyden önce çevirmenleri tanımaları, sonra da yayınevlerinin çeviri ve editörlük politikaları konusunda fikir sahibi olmaları gerekli. Mesela yayınevi çevirmenini nasıl seçiyor? Çevrilen kitabın özgün dilini bilen editörleri var mı ve çeviri kontrolünü bire bir kaynak metinle karşılaştırarak yapıyor mu? Çevirmenine makul bir ücret ödüyor mu, çevirmeni ustalığına göre mi, ücretine göre mi seçiyor vs. Bunlar, doğrudan çeviri kalitesiyle ilgili sorulardır aslında.

  • Bestseller ile edebî metni birbirinden ayıran bir şey var mı?

Edebî metinden kasıt, edebî değeri yüksek metinse, çok satanlarla yüksek edebiyatı ayıran temel özelliğin ne olduğu belli, değil mi? Biri çok ve hızlı satılıyor, diğeri tam tersine az ve uzun zamanda satılıyor. Biri daha geniş, temel beklentisi kolay ve eğlenceli bir okuma süreci olan kitleye hitap ediyor, diğeri kalıcı değerlerin peşinde olan okurlara hitap ediyor. Çoksatarlar, çıktığı gibi yüksek satış rakamlarına ulaşıyor ama bunların içeriği çabuk unutuluyor; on yıllar sonra hatırımıza gelecek önemli bir içerikleri olmuyor genellikle ve unutulup gidiyorlar. Yüksek edebiyat, sadece piyasaya çıktığı günler için değil, belki sonraki on yıllarda, belki asırlar boyunca okunması hedeflenerek yazılmış ya da o niteliği taşıyan edebiyat olsa gerek.

  • Çevirirken en çok etkilendiğiniz eser hangisi diye bir soru sorsam…

Tereddütsüz, Nabokov’un Solgun Ateş (Pale Fire) romanı derim.

  • Vakit ayırdığınız için ve bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim. Edebiyat dolu günlerimiz olsun.

* 1989 yılında başladığı TRT kariyerine TRT Trabzon Radyosu prodüktörü olarak devam ediyor ve hayatını bu sayede ve çevirileri ile kazanıyor.

Ahmet Deniz
Latest posts by Ahmet Deniz (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Petros Markaris: Angelopoulos’un cunta notları da yandı

Read Next

Ağzınızı sulandıracak kadar lezzetli: Mutfak Sırları

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *