
Mavisel Yener; “Ailenin iyi bir sanat takipçisi olması elbette çocuk için şanstır ancak durum böyle değilse bile unutmayalım ki her çocuk aslında bir sanatçıdır!“
Dur durak bilmeksizin yazan, üreten Mavisel Yener, bu kez “Sanata İlk Adım Dizi” ile çocuklara bir yudum sanat denen iksirden ikram ediyor. Nermi Uygur, “Sanat-sız, Sevgi-siz n’aparım? Onlardan yoksunsam, ben de yokum. Sözümona ‘yaşama’ dense de böylesi yoksunluğa, işte öylesi bir yuvarlanıp gitmedir bu –ha yaşıyorum, ha yaşamıyorum. Üzülerek saptamalıyız gene de: çok kişinin gündeminde pek rastlanan bir şey değil Sanat da Sevgi de”* der.
Elbette sanat ve sevgidir bu hayatı yaşanılır kılan. Dolayısıyla çok erken yaşlarda edebiyatın, resmin, müziğin çağrısını duymak, sanatın büyüsünü fark etmek ve yaşam vadeden o sihirli iksirden tatmak büyük önem taşıyor. Sanatın, yaratıcı düşünmenin büyüsünü çocuklara duyumsatmak, kitapları bağrına basmanın nasıl bir duygu olduğunu fark ettirmek için üç kitaptan oluşan “Sanata İlk Adım Dizi”sini kaleme alan Mavisel Yener, “Sanatla beslenerek büyüyen çocuk, eleştirebilen, sorgulayan, evrensel doğruları bilen, vicdanlı birey olacaktır” diyor.
Sanat, hayatı daha anlamlı, dünyayı daha yaşanılır bir yer kılmamanın en önemli aracı. Çocukların küçük yaşlardan itibaren sanatla tanışıp, kucaklaşması oldukça önemli. “Sanata ilk Adım Dizisi” adeta bu ilk tanışmanın yolunu açmaya yarayacak üç kitaptan oluşuyor. Nasıl ortaya çıktı bu dizi?
Çocuk yaşlarımda çevremde sanat etkinlikleri pek çoktu. Minicikken bile ailemin beni konsere, sergiye, operaya, tiyatroya, sinemaya sıklıkla götürmesi, evdeki herkesin kitap kurdu olması sanatın, okumanın tadını öğretti bana. Gelişme çağımda, güzel konuşan insanlarla beraberdim. Aile toplanınca sanattan, edebiyattan konuşulurdu, gazetelerdeki makaleler masaya yatırılırdı. Sanatla ilgilenen insanın söyleyecek “söz”leri olduğunu fark etmiştim. Çocuklar için yazan biri olarak, çocukların küçük yaşlarda sanatla, kitaplarla buluşturulmasını önemsiyorum. Sanata İlk Adım Dizisi ile sanatın, yaratıcı düşünmenin büyüsünü onlara duyumsatmak, kitapları bağrına basmanın nasıl bir duygu olduğunu fark ettirmek istedim. Böyle bir seri çoktandır aklımdaydı ama ete kemiğe bürünmesi “hep kitap” ailesi sayesinde oldu. Hayata, sanata, çocuğa bakış açımız örtüştü ve bu dizi ortaya çıktı.
Şiir Sevenler Parmak Kaldırsın’da çocukların ağzına bir parmak edebiyat ve şiirin eşsiz tadını çalıyor, Kedi Sevenler Buraya Toplansın’da plastik sanatların çocuklara göz kırptığı bir pencere açıyor ve Oyun Sevenler Şapka Taksın’da ise bir tutam sahne tozu serpiyorsunuz çocukların üzerine. Her bir kitapta, bahsi geçen sanat dalına göre farklı bir dil kurduğunuzu görüyoruz. Bu dil üzerine konuşabilir miyiz?
Çocukla yazınsal iletişim, çocuğun kitapla etkileşimi açısından çok değerli. Dilin içtenliğini, yaş grubuna uygunluğunu, sözcük seçimlerindeki minik dokunuşları, yani dil işçiliğini önemsemeden nitelikli kitap yazamazsınız ki… Hangi yaş grubuna yazarsam yazayım birincil görevimin “iyi edebiyat” yapmak olduğunu biliyorum. Çocukların ilk kitap okuma deneyimi yaşadıkları dönemler için yazdığım Sanata İlk Adım Dizisi’nde de hangi sanat dalına yönelik kurgu geliştirmişsem elbette ona yönelik dilsel uyaranlar kullandım. Öğüt veren, okuru hazır bilgilere boğan yaklaşımların çocuk edebiyatı ile uzaktan yakından ilgisi olamaz; bu nedenle okurun sanatı içselleştirebilmesine olanak sağlayan bir dil yeğledim.
“Şiir Sevenler Parmak Kaldırsın” isimli kitapta, şiirini dinlemesi için birilerini arayan serçecikle karşılaşıyoruz. Ama ne köstebek, ne uçurtma, ne kiraz ağaçları ne de yıldızlar kulak vermiyor serçeye. Çünkü “herkesin işi çoktu, şiire zaman yoktu”. Ama sonunda bir çocuk serçenin şiirini ve inceliğini duyuyor. Hayatın şiirini de en çok duyan çocuklar ve şiire kol kanat gerecek olan da onlar galiba, ne dersiniz?
Çocuk ve şiir sözcükleri birbirine çok yakışıyor. Çocuğun doğasında var şiir. Çocuk beşikte tanıştığı ninnilerle ilk şiirlerini dinlemeye başlar aslında. Tekerlemelerle devam eder bu yolculuk. Okul öncesi dönemde uyaklı sözleri çok sever, tekrarlayan dizeler, şiirli masallar hoşuna gider. Madem şiir çocuğun doğasında var, büyüdükçe çocuğu şiir türünden uzaklaştıran ne? Neden çocukluktan erişkinliğe geçtiklerinde şiir kitaplarına ilgi duymayan bireyler oluyorlar? Yapmacık uyak yığınlarına eklenecek iç ses uyumu, biraz da imge, işte size “harika” bir çocuk şiiri. Bir de “önemli günler haftalar” konularına uygunsa, sınıfta okunur, ders olarak işlenir, ezberletilir! Böylece şiir sevmez bireyler yetiştirilmiş olur. Öncelikle vurgulamak gerekir ki, şiirin estetiğine dair bütün ölçütler çocuk şiiri için de geçerlidir. Çocuklar için yazılmış şiirlerin çocuk edebiyatı tarihinde iyi bir yere oturabilmesi için bu ölçütlerin bilinmesi ve uygulanması gereklidir. Uzun sözün kısası, eğitim dizgesi içinde çocuğun şiire olan ilgisini kesiyoruz, fakat çocuklar için yazılmış iyi şiir kitapları, ilerinin şiire kol kanat gerecek neslini yetiştirecektir…
“Kedi Sevenler Buraya Toplansın”da tanıştığımız Pamuk Kız bir kedisi olmasını istiyor. Ancak ailesi ona bir kedi almadığı için çok mutsuz. Ama heykeltıraş bir dede, kukla yapımcısı bir nine, yazar bir dayı, ressam bir anne ve robot tasarlayan bir babası var küçük kızın. Sanatçı bir ailesi olduğu için çok şanslı. Sanatla ilgili hiçbir bağı ve bilgisi olmayan, sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerde var olmaya ve sanata yelken açmaya çalışan çocukların işi biraz daha zor mu acaba?
Ailenin iyi bir sanat takipçisi olması elbette çocuk için şanstır ancak durum böyle değilse bile unutmayalım ki her çocuk aslında bir sanatçıdır! Ailenin sosyoekonomik düzeyi düşük olabilir ya da çocuk sanatsever bir ortama doğmayabilir, ama burada en önemli soru “eğitim sistemimizde sanat nerede?” olmalıdır. Örneğin, Köy Enstitüleri modeline bir bakalım; sanatın her dalında −müzik, tiyatro, halk oyunları, resim-iş, şiir, yazma ve okuma, yazın kitaplarını okuma, güzel ve etkili konuşma, el işleri, yontuculuk− daha ilk yıllardan başlayarak eğitim verildiği görülür. Her öğrencinin yeteneği ve ilgi alanı dikkatle izlenir. Kimi çocuk sanata doğmuştur, kimisi öğretmeninin sanat sevgisinden etkilenir, kimisi bir kitapla karşılaşıp zihnine sanat penceresi açar, ne kadar insan varsa o kadar da çözüm/çözümsüzlük var. Ve ne kadar insan varsa onun binlerce katı kadar da kurgu var!
“Oyun Sevenler Şapka Taksın” isimli kitapta ise şapkacı dükkânındaki rafta sahibini bekleyen kırmızı bir şapkayla karşılaşıyoruz. Herkesin burun kıvırdığı bu şapka yine bir çocuğun dikkatini çekiyor ve kırmızı şapka onun rol arkadaşı oluyor. Kırmızı şapkalı küçük kız, uzaylı kurtla birlikte oldukça yaratıcı bir oyun sergiliyor. Çocukların, düşleri sonsuz ama onların yaratıcılıklarını öldürmemek ve sanatın gelişimine katkı sağlamak adına yetişkinlerin neler yapması gerekiyor?
Yetişkin, çocuğa kendisi olabilme özgürlüğünü hissettirirse, dayatmacı değil destekleyici rolü benimserse, saygı gösterirse, çocuğun yaratıcılığını desteklemiş olur. Yetişkinler çocukların hata yapmasından korkup bu korkuyu onlara da yaşatırlar. Yetişkin korku doluyken çocuğu nasıl korkusuz kılabilir? Korku yaratıcılığı öldüren, hayatı kalıplara sokan, sanatın gelişimini engelleyen bir kavram. İnsan olma yolculuğunda çocuklarımıza ilham verebilecek, düşler kurabilen yetişkinler olabilsek diyorum…
Kitaplar, Esra Uygun’un metinlerle de paralel giden neşeli illüstrasyonlarıyla bezenmiş. Uygun’un şahane çizgileriyle, sözcükleriniz ete kemiğe bürünmüş. Adeta çizgi film izliyormuş gibi hissediyor insan. Kitapların resimlenme macerasını anlatır mısınız?
Kitapların ressamını hep kitap’ın yayın yönetmeni Deniz Yüce Başarır seçti. Metinle bütünleşecek çizgilerin Esra Uygun’un kaleminden çıkabileceği öngörüsünü yaptı. Ne kadar da doğru bir seçim olduğunu hep birlikte gördük. Resim-metin uyumu ve tasarım aşamasında editörüm Ebru Akkaş Kuseyri’nin de emeği büyük. Esra Uygun, metnin yüreğine yolculuk yapmış bence. Çizimleri eğlenerek, zevkle yaptığını söyledi; bu güzel enerji, renklere, desenlere yansımış zaten. Kitaplar yayımlandıktan sonra Esra ile yüz yüze tanıştık. Aslında Sanata İlk Adım Dizisi ressamın, yazarın, yayınevinin birbirini keşfini sağladı.
Günümüz çocukları, ebeveynleri tarafından bir sanat atölyesinden diğerine sürükleniyor ya da dans, müzik, tiyatro gibi farklı dallarda kurslara gönderiliyorlar. Bunu da göz önünde bulundurarak, kitaplar aracılığıyla sanatla tanışmanın çocuk üzerindeki etkisi üzerine neler söylersiniz?
Çocukları sanatın farklı dallarıyla değişik ortamlarda buluşturmak elbette çok güzel. Ancak bunu yaparken koşullandırarak, limitleyerek, hırsla, kendi egomuzu tatmin için yaparsak tam tersi tepki de alabiliriz. Çocuğu sanat dalının seçiminde bile “itaat”e zorlarsak ona zarar veririz. Çocuk sevebileceği kitaplar aracılığı ile eğlenerek sanatla tanışırsa kendini özgür hisseder. Kendi seçimlerini yapabilecek yetiyi kazanabilmesi için bu özgürlüğü vermemiz gerekir. Üstelik her çocuk sanatsal etkinliklere büyük şehirlerde yaşayanlar kadar kolay ulaşamayabilir. İşte onlara kitaplarla ulaşmak en sağlıklı yol. Hem okuma sevincini yaşayıp hem de sanatın hangi alanına ilgi duyduğunu kitaplar aracılığıyla keşfedecektir. Sanata İlk Adım Dizisi, çocuğa kurgunun aynasında kendini izlemesi olanağını verip, potansiyelini fark etmesini sağlıyor.
“Çocuklara yazarken onların hayal gücünü ve yaratıcılığını yakalayabilmenin yanı sıra her yaş grubunun dil özelliklerini, fiziksel özelliklerini, ilgi alanlarını, çocukluk felsefesini iyi bilmek zorundasınız. Aynı zamanda onları edebiyatın sonsuz okyanusuna da davet etmek zorundasınız” diyorsunuz bir söyleşinizde. Teknolojinin içine doğan ve kitap yerine tablet, bilgisayar, cep telefonun ekranını tercih eden bugünün çocuklarını, edebiyatın okyanusuna davet edebilmek adına yazara da ekstra bir sorumluluk düşüyor mu acaba? Bu bağlamda çocuk yazınını ve yazarlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çocuktaki derin hayranlık, merak ve gizem duygusunu yakalayabilen, onların dünyalarını genişleten yapıtlar, çocuk edebiyatına damgalarını vurup, çocukları o sonsuz okyanusa davet eder. Dış uyaranların oldukça güçlü olduğu bir zamanda bunu başarabilmek için gerçekten de yazara ve yayıncıya büyük sorumluluk düşüyor. Eline sürükleyici bir kitap alan çocuğun kendini diğer uyaranlara kapattığının yakın tanığıyım. Çocuklar nelerden hoşlanır, neleri komik bulur, sorunları nelerdir, nelere üzülür, neler onda duygusal sarsıntılara yol açar, hangi yaş grubuna sesleniyorum gibi soruların yanıtlarını iyi bilip, ilgilerini çekebilecek yapıtlar sunmak zorundayız. Bu bağlamda Türkiye’deki çocuk ve gençlik edebiyatı ile ilgiliyse sorunuza, bütüncül bakışta olumlu gelişmelerden söz edebilirim. Nitelikli, uluslararası düzeyde yapıtlar üretiliyor. Yazarlarımızın hayal gücü ve edebiyata/dile gösterdikleri özen alkışlanacak düzeyde. Resimleme ve tasarım açısından da dev adımlarla ilerleniyor. Fakat bunun yanı sıra alandaki kirlenmeye de dikkat çekmek isterim. Cicili bicili görünen her çocuk kitabı iyi değildir. Dil, anlatım, ileti açısından özen gösterilmemiş kitapların varlığını yadsıyamayız.
Duygu ve düşünce dünyasını geliştiren, eleştirel düşünmenin, sorgulamanın ve yaratıcılığın yolunu açan sanat/sanat eserleri, insanı insana gösterir ve aynı zamanda “insan olmaya”, “insanlaşmaya” katkı sağlar. Okullarda gerçekleştirilen söyleşiler ve çeşitli etkinlikler aracılığıyla, öğretmen ve öğrencilerle de yakın temas halindesiniz. Çocukların sanatla da beslenmeleri adına eğiticiler neler yapmalı/yapabilir sizce?
“Eğitici eğitiminden” başlamak gerekir belki de. Az önce Köy Enstitüleri örneğini verdim. Öğretmen adaylarının kaçı kitap okuyor, yüzde kaçı iyi tiyatro oyunlarını izliyor, kaçı operaya gidiyor, resim sergilerini dolaşıyor mu, en son ne zaman bale izledi? Bütün bunları düşünüp önce kendimizi neyle beslediğimize bakalım. Uçaklardaki uyarıyı unutmayın: “Önce kendi maskenizi sonra çocuğunuzun maskesini takın” der. Öğretmen de önce kendini sanatla besleyecek ki öğrencisini de besleyebilsin. Eğitim sisteminin engellerine “rağmen” öğrencilerini oyunlara, konserlere, sergilere, müzelere götüren öğretmenlere şapka çıkarıyorum. Kendi okuduğu kitabı öğrencileriyle paylaşan eğitimcileri alkışlıyorum. Sanatla beslenerek büyüyen çocuk, eleştirebilen, sorgulayan, evrensel doğruları bilen, vicdanlı birey olacaktır.
Çocuk kitaplarının psikologlar tarafından denetlenmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Çocuk kitaplarına denetim/sansür mekanizmasının getirilmeye çalışılması, çocuklara nitelikli kitaplar yazmak için çabalayan, kurduğu her cümleyi dantel gibi işleyen çocuk kitabı yazarlarına, resimleri dikkatle yapan çizerlere, yayımlama aşamasında aynı özeni gösteren çocuk kitapları yayımcılarına, çocuğuna deneyim ve sevgi ile kitap seçen ailelere, öğrencisini sevebileceği kitaplarla buluşturan öğretmenlere yapılan büyük haksızlıktır. Fakat en büyük saygısızlık, edebiyata ve çocuğa karşı yapılmış olur. Çocukların düş gücünü besleyen, düşünce ve duyarlıklarını artıran, onlara okuma sevinci veren kitaplarla buluşturmak hepimizin sorumluluğudur. Ancak unutulmamalı ki cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Karşılaştığımız sorunlara çözümler üretirken bunların elde etmek istediğimiz sonuçların dışında başka hangi sonuçlara yol açacağını da hesaplamamız gerekir. Çocuk edebiyatı siyaset üstü bir yapıdadır, “sansür” önermek siyasi damarları da harekete geçirebilir! Hiçbir psikoloğun kitaplarımı sansürlemesine izin vermem. Bilinmeli ki ben kitaplarımdaki her sözcüğü bin bir imbikten geçirerek yazıyorum, yayınevi ve editörlerim yüz bin imbikten geçirerek yayımlıyor. Zaten “uzman” ellerden çıkan bir metnin “uzman raporu onayına” ihtiyacı yoktur.
* Uygur, Nermi (2017). Bütün Eserleri II (1. Cilt). Sanat ile Sevgi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Birinci Baskı.
![]() |
![]() |
![]() |
- Remzi Karabulut’tan Topaç Sergisi: “Kaytansız Dünya” - 15 Şubat 2018
- “Cicili bicili görünen her çocuk kitabı iyi değildir” - 27 Kasım 2017
- Murat Arda; “Taksim Bahçesi egemen algıya müdahale etmek niyetinde bir kitap” - 17 Ağustos 2017
FACEBOOK YORUMLARI