
“Sibop”un hikayesi çarpık kapitalizmin artık alıştığımız vahşetinden ilham alan bir kurgu içine ilerliyor. Başta Gezi Parkı olmak üzere böyle nice projeler, nice yıkımlar, çevre katliamları gören okuyuculara tanıdık gelen bir atmosfer.
Başar Başarır ilk romanı “Sibop”ta alttan alarak yaşadığı hayata tutunamamış bir adamın ansızın hayatına giren bir kadına duyduğu aşkı, bu aşla hayata tutunma çabasını anlatıyor. “Sibop” ironik anlatımı, kendine özgü dili ve sıcak hikayesiyle okuyucuyu hemen içine çeken bir roman…
1970 yılında İstanbul’da doğan Başar Başarır, Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Ardından Londra’da City Üniversitesinde iletişim alanında yüksek lisans yaptı. Bu sıralarda edebiyat dünyasına da katılmıştı. Edebiyata -genç yaşında- öykü yazarak başlamıştı Başar Başarır. İlk kitabı yayımlandığında henüz 22 yaşındaydı ve umut vaad eden bir yazar olarak dikkat çekti. “Kent Kitabı” (1992), “Eski Şehrin Ayazı” (1996), “Nedir Hayat” (2000), “Getirin O Günleri Yakalım Bu Öyküleri” (2003), “Çıktığınız Hevesle İniniz” (2004), “Bozuk Para 1 Lira, Yıllar Sonra Geri Dönen Sevgili” (2005), “Teklifinizle İlgilenmiyorum”(2013), “Bize Umut Gerek” (2014), “Havaalanında Satılmayan Kitaplar” (2015) adlı kitapları yayınlanan Başarır 2004 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, 2014 yılında ise Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazandı.
Her yer AVM olsun
Romandan bir alıntı ile başlayalım;
“Türk filminin makbulü düğün sahnesiyle biter derler, bizimki nikâhla açıldı, oradan cenazeye geçildi, bakalım nasıl bitecek?”
Evet, yıldırım hızıyla başlayan bir aşk ve paldır küldür kıyılan bir nikahla başlıyor Orhan ile Aslı’nın hikayesi. O kadar hızlı gelişiyor ki olaylar Orhan ablası Nebahat’e bile haber veremiyor. Aslında haber verememesi ablasından korkusundan. Otuz yaşına geldiği halde bir baltaya sap olamayan Orhan yetişkinliğe erişememiş, deyim yerindeyse “çocuk adam”lığa takılıp kalmış bir roman kahramanı. Kendi deyişiyle tanıtalım Orhan’ı;
“Daima kısık ateşte pişen bir hayattı benimkisi. Gelişine vurdum hep, bir türlü girmedi kaleye. Güzel oyunumu golle süsleyemedim. Önümüzdeki maçlara baktım durdum da, bir türlü alamadım puan ya da puanları(…) Hep suyundan da koy modunda takıldım. Hukuk fakültesini de öyle bitirdim ben Aslı. Alttan dersler ala ala. Hayatta daima alttan alarak. Diplomayı çerçeveletince mecburen gittim bi avukatın yanında staja başladım. (…) Adalet denen yemeğin nasıl yapıldığını, nasıl pişirildiğini, içine ne konduğunu yakından gördüm, içim kalktı, midem ağzıma geldi. Hukuktan mezun oldum ama, işte avukat olamadım ben.”
Sonrasında bir kez daha ablası Nebahat’ın kanatlarına sığınmış, internet sitesi aracılığı ile tez hazırlayarak kazanıyor hayatını.
Aslı ise liseyi bitirdiğine gittiği Viyana’da tarih doktorası yapmış güzel ve sevimli bir kadın. Apar topar İstanbul’a dönme nedeni babasının arkadaşı Necip Amca tarafından aldığı çağrı. Ortada bir miras meselesi var. Daha doğrusu bir zamanlar babası ve araladaşlarının sahip olduğu tarihi tiyatronun yıkılarak AVM yapılma teşebbüsü… AVM projesinin arkasında parasından aldığı güçle kanun kural tanımayan vicdansız bir müteahhit olunca Necip Amca ve Aslı’nın işleri hayli zorlaşıyor. Nitekim satışa direnen Necip Amca müteahhitin adamları tarafından öldürülecek ve Orhan ile Aslı kendilerini eşitsiz bir mücadelenin içinde bulacaklar…
Dile Dikkat Edelim
“Sibop”un hikayesi çarpık kapitalizmin artık alıştığımız vahşetinden ilham alan bir kurgu içine ilerliyor. Başta Gezi Parkı olmak üzere böyle nice projeler, nice yıkımlar, çevre katliamları gören okuyuculara tanıdık gelen bir atmosfer. Hikayenin farklı zamanda ilerleyen ikinci hikayesinde ise tiyatronun kuruluş sürecinin anlatıldığı 70’li yıllar var ki bu da o yılları yaşayanlarda nostaljik duygular uyandırabilir. Ancak Başarır geçmişin güzelliği ile bugünün kötülüğü karşıtlığı üzerinde kurgulamamış hikayesini. Her dönemin idealist insanları da var güç ve para tutkusuyla başkalarının hayatlarını hiçe sayanları da. Peki Orhan ve Aslı gibilerin kazanma şansları var mı? “Sibop”un alt başlığının “Bir Türkçe Romansı” olması böyle bir şansın gerçek hayatta değilse bile bir kurmaca metinde sağlanacağını müjdeliyor. Bu nedenle olayların gerçeklere, roman kişilerinin gerçek hayatta karşımıza çıkan şahsiyetlere benzediği hikayeye mizahi öğeler ve ironik anlatımla masalsı bir hava katmış Başarır. Ama bu hava gerçekleri perdelemiyor. Tersine, günümüzün sorunlarını gören bir göz ve olup bitenlere isyanı yansıtan bir dilden söz etmek gerekir. Mesela Orhan’ın üçüncü köprü yolunun viyadüklerinden birini gördüğü an aklından geçenler;
“O anda, oracıkta karşıma çıkıyor. İğrenç. Pençeleriyle yere tutunan, çirkin ayaklarının üzerinde yükselen, doğrulmaya çalışan bir canafor bu (Aslıcada canavar) (….) Demek İstanbul’un üçüncü canaforu buralara kaçıp saklanmış. Demek biz merkezde takılırken, “Levent’ten ötesi beni ilgilendirmez,” falan derken bu da kuzeyden girmiş, ağaç denizine sardırmış. Kuyruğuyla yıkmış geçmiş köyleri. Tepeleri düzlemiş. Dereleri yarmış. Vadilere betondan kazıklar çakmış dizi dizi, hepsi bi örnek, alayı korkunç. Betondan ve çelikten örülme kahredici kollarıyla şimdi bütün ormanı sarıyo. Sıkıp sıkıp bırakacak. Hepsi boğulana dek. Bütün cüceler, bütün su perileri, akşam olup biz yattıktan sonra ortaya çıkan bütün böcekler, yılanlar, kuşlar… Kozalaklar bile, üstünde reçine, içinde fıstık bile. (…) Lanet ediyorum, küfür ediyorum, ama bilmiyorum nereye, nerede, nereden, kime, kimde, kimden?”
Yukarıdaki dilin içeriği bir yana dili ve üslubu da mutlaka ilginizi çekmiştir. Bir söyleşide “lisanla ve insanla ilgili bir şeyden söz ediyorum ki ikisi ayrı şeyler. Konuştuğumuz her şey insanla ilgiliydi. Bir de lisanla ilgili bir bölüm var; Türkçe kaybediyor. Ve biz bunun farkında değiliz. Ben, geçmişe giderek lisanın bazı değerlerini yakalamaya, onları bugüne doğru çekmeye çalışıyorum. Çeşitli kelimeleri, incelikleri, anlam farklılıklarını ve deyişleri kaybettik (…) şiirselliği kaybetmiş durumdayız. Neredeyse uyak, kafiye bütünlüğü arayarak, bir ritim tutturmaya çalışarak, yüksek sesle okunmaya uygun metinler yazmaya çalışarak ilerliyorum.” demişti Başarır. Gerçekten de kafiyeli, ritim tutturan ve yüksek sesle okunmaya uygun bir metin çıkarmış “Sibop”ta. Gündelik dilde yaşayan sözcükleri -çarpıtılmış halleriyle ve argosuyla birlikte- bütün zenginliği ile kullanıyor. Başar Başarır, dil ve üslubun hikayenin üzerine çıktığı ya da hikayeyi daha vurucu kıldığı “Sibop” ile roman kariyerine çok iyi bir başlangıç yapmış.
Sözü Hamdi Abi’nin 70’lerde dillendirdiği ama bugüne daha yakışan repliği ile bitirelim;
“Size ne lazım biliyor musun, patrondan gördüğü iki sahte sırıtışla havaya girip fukaralığını unutacak, kendini komprador sınıfından zengin sayacak ebleh bir köle lazım. O köle ki, cehaleti nedeniyle kucağına bırakılan zengin olma hayallerinin ne kadar imkânsız, ne kadar sahte olduğunu asla bilemeyecek. Ha bir de, pis işlerinizi yaparken gözünü bile kırpmayacak kadar küçük, pespaye, insanlıktan uzak bir ahlakı olacak. İşte size bu lazım, bir bekçi köpeği, başkası değil.”
![]()
|
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017